Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Ledün ilminin Allah azimişan c.c. hakim ismi sıfatındaki tecellileri nelerdir

Kuranın bir çok yerinde örneğin yasin suresi 2.ayet haşr suresi son ayet.özelliklede isa as.sana incili tevratı ve hikmet öğrettik zaviyesinden bakılırsa sevinirim bir tefekkur konusu zihnimi kurçalıyor meşveret yaparak bir çözüm bulabiliriz

el-HAKÎM
Bütün işleri hikmetli...
Allah Hakîm'dir. Faydasız, boş ve tesadüfî bir işi yoktur. Her emir ve filinin her yönüyle sonsuz fayda ve maslahatları vardır. Her yarattığı mahlûk, her yaptığı iş bütün kâinat nizamı ile alâkalıdır. Kâinatın umumî nizamı ile tenâkuz teşkil eden hiçbir hâdise, bir mahlûk, bir iş yoktur.

2- 3- Ey Muhammed! Hikmetli Kur'ân'a andolsun ki, sen risâlet görevi

yasin suresinin tefsiri

1-2-3- Yâsin, çoğunluğun görüşüne göre Halil ve Sibeveyh'in açıkladıkları gibi sûrenin ismidir. Bazılarına göre yemindir. Allah Teâlâ'nın isimlerindendir. Bazılarına göre de Allah Teâlâ'nın kelâmını açtığı bir söz anahtarıdır. Bakara Sûresi'nin başında hakkında yapılan açıklama genel olarak burada da geçerlidir. Yalnız burada özel olarak şu iki rivayet vardır: Birisi, İkrime vasıtasıyla İbnü Abbas'tan rivayet edildiği üzere, Ey insan! demek olmasıdır. Birisi de Saîd b. Cübeyr'den rivayet edild i ği üzere Hz. Peygamber'in bir ismi olmasıdır ki, "Emin ol ki sen, hiç şüphesiz gönderilen peygamberlerdensin." hitabı bunu andırır. Şifâ-i Şeri'fte anlatıldığı üzere Nakkaş, Hz. Peygamber'den: "Benim Kur'ân'da yedi ismim vardır: 'Muhammed, Ahmed, Tâhâ, Yâsin, Müddessir, Müzzemmil, Abdullah" diye rivayet etmiştir. "Hakâyık Tefsiri" sahibi Sülemî, Vâsıtî'den ve Cafer b. Muhammed'den: "Yâsin'in yâ seyyid (ey efendi) demek olduğunu da anlatmıştır.
Kırâet: Ebu Bekir, Hamza, Kisâi, Ravh, Halefi Âşir, "yâ"nın fethasını
imâle ile okurlar. Aşere kırâetlerinin hepsinde "sin" vakıfta ve vasılda (duruşta ve geçişte) sâkin okunur. Kâlûn, İbnü Kesir, Ebu Amr, Hafs, Hamza "nûn"u vasılda izhar, diğerleri idğam ederler. Ancak Ebu Cafer hep sekit yaptığı için, onda da izhar lâzım gelir. de "vâv" kasem (yemin) içindir. Yalnız Yâsin'de yemin mânâsı bulunduğuna göre, atf için olmasını da caiz görenler olmuştur. Dilimizde ayrıca bir yemin harfi bulunmadığından, birçok yerlerde kasemi "hakkı için" diyerek ifade ediyoru z ki şöyle demek olur: Hem Kur'ân'ı Hakîm hakkı için.

Hakîm: Hikmetli, hikmet söyleyen, hikmet sahibi yahut çok hakim ve muhkem (sağlam) mânâlarına gelir ki, Kur'ân hakkında hepsi de doğrudur. Emin ol ki sen, hiç şüphesiz risalet görevi ile gönderilen peygamberlerdensin. Görülüyor ki bu hitab hem yemin, hem hem , hem de isim cümlesi ile takviye edilip pekiştirilmiştir. Bu kadar kuvvetli tekit ise, ancak muhatabın, konuyu şiddetle inkâr ettiği makamda yakışır. Onun için burada muhatap Peygamberin kend i si olduğu halde, ona tebliğde bu derece tekide ne lüzum vardı? diye bir soru sorulabilir.
Buna cevap şudur: Bu cümle "Fakat Allah sana indirdiği ile şahitlik eder ki, O bunu kendi ilmiyle indirmiştir. (Buna) melekler de şahitlik ederler. (Aslında) şahi t olarak Allah yeter." (Nisâ, 4/166) buyurulduğu üzere, gerçekte Allah tarafından Hz. Muhammed'in peygamberliğine bir şahitliktir. Bundan dolayı bu tekitler, işin başında şiddetli küfür ve inkârlarla karşılaşan Peygamberi kamu karşısında layıkıyla tatmin e tmek ve güvence vermek içindir.

Bu bakımdan şöyle demek olur. Bütün inkârcıların, inatçıların, kâfirlerin küfür ve inkârlarına rağmen emin ol ki sen, şüphesiz o peygamberlik görevi ile gönderilen, yani Allah'ın tebliğ edilmek üzere emanetini taşıyan ve di n lenilmediği takdirde hesabının sorulması kesinleşmiş elçileri olan hak peygamberlerdensin.

sormak istediğinizi pek anlamadım ama umarım istediğiniz cevaptır.

ADIGÜZEL

El Hakim yapmış olduğu her işi hikmetle yapan veya hakim olan veya hüküm sahibi olan manalarına geldiği gibi.Ayrıca yapmış olduğu her işin gizli manevi boyutlarını bilen yaptığı iş haşa ve kella şöyle yapılsaydı daha iyi olurdu denilemeyecek olan.Görülen yüzün içindeki esrarı kendisi bilen ve bazı mukarrebinden ve ebrardan bilen ama onun bildiği gibi asla bilemeyen zatende bilinmez.Hz Mevlana r.a. şöyle söyler Kuranın bir açık yüzü vardır.birde gizli yüzü vardır.bununda üç tane daha gizli tarafı vardır.en son kısmını ise Allah tan başkası bilmez.Bir düşünceyi izah ederken onu en iyi zıddıyla örnekler vererek açıklayabilirsiniz güneşin varlığını karanlıkta daha net itiraz edilemeyecek şekilde tasvir ederesiniz.Yapmış olduğu işlerin hikmeti yani görünür tarafının izahı yapıldıktan sonra esrarı daha iyi açıklanır.Hakkınızı helal edin Allah razı olsun aradığım tefsiri tefekkür, tasavvuf boyutlu selamun aleykum

adıdagüzel kardeşim güzel bir açıklama yapmışsınız allah razı olsun

Yüce Rabbimizin mukaddes isimlerinden biri olan Hakîm isminin tecellileri bütün cihanı kaplamış ve her var¬lığı nuruyla aydınlatmıştır. Gerçekten de varlıklar âlemine tefekkür ve hikmet gözüyle baktığımızda, hiçbir şeyi abes, anlamsız, faydasız ve gayesiz görmeyiz.
Kâinatı yoktan var eden, dünyayı da kâinatın merkezine yer¬leştiren ve bütün unsurları ile hayata uygun bir düzende yaratan Allah, mükemmel bir düzen kurmuş ve bu düzene mükemmel bir akış ve cereyan vermiştir.
Bütün canlı ve bitkilerin hayat kanunları ayrı, yaratılış gayeleri ayrı, giysileri ayrı, kumanyaları ayrı, hayat süre ve biçimleri ayrı, silahları ayrı ve iç içe olmakla beraber, bin¬lerce ordu gibi maksatlarına doğru hareket etmektedirler.
Sanılanın aksine hayat bir mücadele değil, bir yardım¬laşmadır. Bizlere kendisiyle hayat bahşedilen güneş, bizim hangi gücümüz ve mücadelemizle mesaisine zamanında gelen memur gibi hizmetini sürdürüyor?
Balını yediğimiz arıyı bal yapması için hangi fakültelerde eğittik?
Toprak gibi cansız ve şuursuz bir unsura, binlerce, yüz binlerce bitkiyi bitirmesini kim öğretti? Biz mi onu hizmete zorladık?
Yağmurun meydana gelmesinde bazılarının tabiat, bazı¬larının da doğa kanunları deyip sebebini meçhûle attıkları muazzam rahmet olayını nasıl tesadüfe havale ederiz?
Şimdi düşünelim: Güneş ısıtıyor, su başüstüne deyip bu¬harlaşıyor. Hava unsuru emredersiniz diyor, yerçekiminden izin istiyor, buharı göklere tırmandırıyor. Rüzgâr görevi devralıyor. Buharlaşmış suyu uzaklara taşıyor. Soğuk hava tabakası buharı yoğunlaştırıyor. Bitkilere zarar vermeyecek şekilde oluşan su damlacıkları, yerçekimi sistemi ile adrese postalanmış gibi tarlalara, bağlara, bahçelere iniyor.
Toprak susamış bitkilere hizmet için su, ısı ve ışık ile an¬laşıyor, bitkiye mamalar hazırlayıp afiyetle yediriyor. Ken¬dileri çamur yiyen bitkiler de, bizlere gıdalar, reçeller yedi¬riyor.
Bütün bu olan biten işlere bir kısım insanlar mücadeledir diyor. Biz de müthiş teavün, karşılıklı bir yardımlaşmadır diyoruz.
Hayranlık veren bir nizam, müthiş bir düzen kurulmuş işliyor. Ruhsuz tabiat, kör tesadüf bu işleri böyle düzenleye¬bilir mi?
Benim gözümü yaratan, gözümün görmesi için gerekli ışık kaynağı olan güneşi de yaratmıştır. Çünkü gözüm an¬cak ışık ile görebilir. Öyle ise bütün gözleri ve onların sa¬hip¬le¬ri¬ni de yaratan Odur. Öyle ise bu ışıkla ve bu gözle bü¬tün görü¬nen renkleri, şekilleri ve cisimleri de yaratan Odur. Çünkü her şey, her şey ile bağlıdır.
İşte hikmet dediğimiz olay budur. Allah’ın Hakîm ismi¬nin bütün kâinatta hüküm-ferma olması, bütün varlıkları ku¬şatması budur. Bundan dolayıdır ki, hadis-i şerifte Yüce Pey¬gamberimiz, “Bir saatlik tefekkürün, farzların dışındaki bir senelik nafile, tefekkürsüz ibadetten daha üstün oldu¬ğu¬nu” beyan buyurmaktadır.
Yine bundan dolayıdır ki; bütün renkler, bütün kokular, bütün şekiller, bütün tatlar ve hazlar bize İlâhî birer mesaj¬dır.
Bir Arap şairi, “Kâinat satırlarını iyi düşün ve oku. Çünkü o satırlar sana Allah’ın mektuplarıdır” diye seslen¬mek¬tedir.

Yüce Rabbimizin mukaddes isimlerinden biri olan Hakîm isminin tecellileri bütün cihanı kaplamış ve her var¬lığı nuruyla aydınlatmıştır. Gerçekten de varlıklar âlemine tefekkür ve hikmet gözüyle baktığımızda, hiçbir şeyi abes, anlamsız, faydasız ve gayesiz görmeyiz.
Kâinatı yoktan var eden, dünyayı da kâinatın merkezine yer¬leştiren ve bütün unsurları ile hayata uygun bir düzende yaratan Allah, mükemmel bir düzen kurmuş ve bu düzene mükemmel bir akış ve cereyan vermiştir.
Bütün canlı ve bitkilerin hayat kanunları ayrı, yaratılış gayeleri ayrı, giysileri ayrı, kumanyaları ayrı, hayat süre ve biçimleri ayrı, silahları ayrı ve iç içe olmakla beraber, bin¬lerce ordu gibi maksatlarına doğru hareket etmektedirler.
Sanılanın aksine hayat bir mücadele değil, bir yardım¬laşmadır. Bizlere kendisiyle hayat bahşedilen güneş, bizim hangi gücümüz ve mücadelemizle mesaisine zamanında gelen memur gibi hizmetini sürdürüyor?
Balını yediğimiz arıyı bal yapması için hangi fakültelerde eğittik?
Toprak gibi cansız ve şuursuz bir unsura, binlerce, yüz binlerce bitkiyi bitirmesini kim öğretti? Biz mi onu hizmete zorladık?
Yağmurun meydana gelmesinde bazılarının tabiat, bazı¬larının da doğa kanunları deyip sebebini meçhûle attıkları muazzam rahmet olayını nasıl tesadüfe havale ederiz?
Şimdi düşünelim: Güneş ısıtıyor, su başüstüne deyip bu¬harlaşıyor. Hava unsuru emredersiniz diyor, yerçekiminden izin istiyor, buharı göklere tırmandırıyor. Rüzgâr görevi devralıyor. Buharlaşmış suyu uzaklara taşıyor. Soğuk hava tabakası buharı yoğunlaştırıyor. Bitkilere zarar vermeyecek şekilde oluşan su damlacıkları, yerçekimi sistemi ile adrese postalanmış gibi tarlalara, bağlara, bahçelere iniyor.
Toprak susamış bitkilere hizmet için su, ısı ve ışık ile an¬laşıyor, bitkiye mamalar hazırlayıp afiyetle yediriyor. Ken¬dileri çamur yiyen bitkiler de, bizlere gıdalar, reçeller yedi¬riyor.
Bütün bu olan biten işlere bir kısım insanlar mücadeledir diyor. Biz de müthiş teavün, karşılıklı bir yardımlaşmadır diyoruz.
Hayranlık veren bir nizam, müthiş bir düzen kurulmuş işliyor. Ruhsuz tabiat, kör tesadüf bu işleri böyle düzenleye¬bilir mi?
Benim gözümü yaratan, gözümün görmesi için gerekli ışık kaynağı olan güneşi de yaratmıştır. Çünkü gözüm an¬cak ışık ile görebilir. Öyle ise bütün gözleri ve onların sa¬hip¬le¬ri¬ni de yaratan Odur. Öyle ise bu ışıkla ve bu gözle bü¬tün görü¬nen renkleri, şekilleri ve cisimleri de yaratan Odur. Çünkü her şey, her şey ile bağlıdır.
İşte hikmet dediğimiz olay budur. Allah’ın Hakîm ismi¬nin bütün kâinatta hüküm-ferma olması, bütün varlıkları ku¬şatması budur. Bundan dolayıdır ki, hadis-i şerifte Yüce Pey¬gamberimiz, “Bir saatlik tefekkürün, farzların dışındaki bir senelik nafile, tefekkürsüz ibadetten daha üstün oldu¬ğu¬nu” beyan buyurmaktadır.
Yine bundan dolayıdır ki; bütün renkler, bütün kokular, bütün şekiller, bütün tatlar ve hazlar bize İlâhî birer mesaj¬dır.
Bir Arap şairi, “Kâinat satırlarını iyi düşün ve oku. Çünkü o satırlar sana Allah’ın mektuplarıdır” diye seslen¬mek¬tedir.


Tasavvuf

MollaCami.Com