Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim
“İnşikâk-ı kamer” mu‘cizesi ve ay zeminindeki çatlak
Halis ECE
“İnşikâk-ı kamer” mu‘cizesi ve ay zeminindeki çatlak
“İnşikâk-ı kamer”, Ay'ın ikiye ayrılması demektir. Rasûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.) mu‘cizelerinden biridir. Bu mu‘cizenin meydana gelişi, tarih ve siyerlerde kısaca şöyle anlatılır:
Rasûlüllah Efendimiz'in (s.a.v.) , dolunaya bir işarette bulunması üzerine, ay derhal ikiye bölündü. Her iki parça da birbirinden ayrılıp uzaklaştı ve kısa bir müddet sonra da tekrar yan yana gelip birleştiler.
Bu muazzam mu‘cize, müşriklerin isteği üzerine Mekke'ye pek yakın bir mesafede Minâ'da, aydınlık bir gecede vukûa gelmiştir. Kur‘ân-ı Kerim'in bize haber verdiği en büyük ve en parlak mu‘cizelerden birisidir.
Nübüvvetin sekizinci yılında, Hicret'ten beş yıl evvel meydana gelmiştir. Kamer sûresinin 1'inci âyetinde, “Kıyâmet yaklaştı ve ay yarıldı” buyurulmuştur. Pek çok sahâbeden gelen rivâyetlerin, Buhârî'de geçen şekli ile hulâsası şöyledir:
“Biz Rasûlüllah (s.a.v.) ile Mekke civarında Minâ'da bulunuyorduk. Ay iki parçaya bölündü. Bir parçası dağın arkasında, öbür parçası da önünde idi. Rasûlüllah (s.a.v.), ‘Şâhid olunuz!’ buyurdu.” Mu‘cizeyi bizzat gören müşrikler, Rasûlüllah (s.a.v.)'ı kastederek, birbirlerine, “Bu size büyü yaptı” dediler. İçlerinden biri:
— Eğer Ay'a büyü yaptıysa, büsbütün dünyayı tutacak değil ya! Siz, gelen yolculardan bir sorunuz bakalım, görmüşler mi? Eğer bu hâdiseyi onlar da sizin gördüğünüz gibi gördüklerini söylerlerse, Muhammed'in (s.a.v.) nübüvvet iddiâsı doğrudur. Aksi takdirde bu bir sihirdir, dedi. Ve sorduklarında ise yolcular:
— Evet, gördük; ay ikiye bölündü, demişlerdir.
***
Müslim'in Sahîhi'nde geçen hadislerden birkaçı ise şöyledir:
Abdullah b. Mesûd (r.a.), Rasûlüllah (s.a.v.) zamanında ay iki parçaya bölündü de Allah’ın Rasûlü: "Şahid olunuz!" buyurdu, demiştir. (Müslim, Sahîh, Hadis No: 5010)
Enes b. Malik'in (r.a.) anlattığına göre, Mekke halkı Rasûlüllah’tan (s.a.v.) kendilerine bir mucize göstermesini istemişler. O da onlara, ayın yarılmasını iki kere göstermiştir. (Müslim, Sahîh, Hadis No: 5013)
İbn Abbas (r.a.) da Rasûlüllah’ın (s.a.v.) zamanında ay yarıldı demiştir. (Müslim, Sahîh, Hadis No: 5015)
***
Ayrıca bu mu‘cizenin vukûuna dair başka deliller de vardır. Şifa Şerhi'nde Aliyyülkârî (rh.)'nin, Muvazzah İlm-i Kelâm'da Ömer Nasuhi Bilmen merhumun bazı tefsirlere atfen bildirdiklerine göre, Hindistan'da bulunan bir heykelin üzerinde, ‘Kamer (ay) ikiye bölündüğü yıl yapılmıştır” diye yazmaktadır.
***
“İnşikâk-ı kamer” mu‘cizesi mevzuunda, günümüzde ay etrafında dolaşan ve Sputnik adı verilen uydulardan alınmış –dünyadan çekilebilen fotoğraflara nazaran mesafeleri daha çok yaklaştıran– ay yuvarlağı ile alâkalı fotoğraflarda, ay sathının tam ortasında yukarıdan aşağıya uzanan bir çatlak görülmektedir. Bu çatlak, takriben bir buçuk kilometre genişliktedir. Amerikalılar bu çatlağa ‘Radley Rille’ adını vermişlerdir. Bu çatlakla alâkalı olarak Apollo–15 ile gerçekleştirilen derinliğine araştırmalar, bugüne kadar halka açıklanmadığına göre anlaşılan, bundan sonra da açıklanmayacaktır.
Nitekim dünyaca meşhur İngiliz gazetesi The Guardian’ın, 29 Temmuz 1971 tarihli nüshasında yayınlanan yorum-haber, Batı’nın bu işten korktuğunu ortaya koymuştur. Orada çıkan yazıda, Müslümanlar'ın daha şimdiden bu fotoğraflara dayanmak suretiyle, ‘İslâm Peygamberi'ne (s.a.v.) atfedilen ‘ay'ın ikiye bölünmesi’ mu‘cizesinin gerçekliğine dair isbat yoluna girdikleri... tarzında açıklamalara yer verilmişti.
Acaba bir gün, ilim nâmusu ağır basan insaflı astronotlar çıkıp, bu yarığın aslı ve esası mevzuunda insanlığa ışık tutacak, bunun, inşikâk-ı kamer mu‘cizesinde meydana gelen çizginin bir kısmını teşkil ettiğini açıklayabilecekler mi?..
Ne dersiniz?
Apollo 11 olayına tepkim var...Bu gibi olayların "islamı yüceltmek" adına kullanılmasının yanlış olduğu kanaatindeyim. Ama lisanım pek latif değildir. Söylemek istediklerimi açıkça izah edemeyebilirim. Bu mevzuda yazılmış bir makaleyi benim görüşümü yansıttığı için aynen aktarmak istiyorum. Yalnzı bu nihai görüşüm değildir. Sizlerin de yorumlarınızı merak ediyorum:
Makalenin bazı yerlerini renkli ve bold yapmak istiyorum ama benim PC'mde bu seçenekler yok... Moderatörarkadaşlar hallederse bi zahmet...
_______
Yumurtadan Tanrı Çıkarsa Ne yapmalı?
-Credo quia absurdum est!-
Bir gazete haberi... Bilimadamları 7 bin ışık yılı uzaklıkta yeni bir nebula keşfetmiş. Nebulanın kartala çok benzemesi münasebetiyle bu uzay bulutuna 'Kartal Nebulası' adı verilmiş. Yeni keşfin resmini de yayınlamış gazete, bakıyoruz el hak, hayvanın cinsine has haşin bakışıyla, açılmış asil gagasıyla, haşmetli kanatlarıyla hatlar şaşırtıcı bir kusursuzlukla kartalı andırıyor. Bu mahz-ı ibret fotoğrafı görenin "Kuru dallara can veren Rabbim, şuursuz bir gaz ve toz bulutunu idraksiz beyinlere ders olsun diye ne güzel de halketmiş!" diyerek "Allahû Ekber!" nidâsıyla secdeye gitmemesi imkansız. Nitekim haberin sahibi kendini tutamamış ve şöyle demiş: "...İnsan bu manzarayı gördükten sonra duygularını tanımlamak için 'hayret' kelimesinin az geldiğini hissediyor. İçindeki şaşkınlığı ve hayranlık duygusunu tatmin etmek ve 'Büyükler Büyüğünü' ifade etmek için ister istemez dilinden 'Allahû Ekber!' tekbiri çıkıyor."
Fakat 'kartalın ayağının' öyle olmadığını, heyecanla haberi gazeteden sayfalarına taşıyan bir internet sitesinin sonraki açıklamasından öğreniyoruz. Meğer 'Kartal Nebulası' diye konulan resim 'visual art' tekniğiyle icrâ edilen 'sanatsal bir yorumdan' başkaca bir şey değilmiş. Orijinal resme bakıyoruz, kartala benzer bir tarafını bulmak zor. Bildiğiniz 'muhteşem' bir nebula resmi. Ama bizim yine de vecd ve istiğrak halinde, galaksileri ihtizaza getirecek "Allahû Ekber!" diye ünlememizde bir beis yok. Hatta bana kalsa iki rekat nafile namazı kılınsa sezâ, o kadar da hârika bir görüntü aslında...
***
Eskilere, şuurumun yeni yeni kıpırdamaya başladığı çocukluk-yeniyetmelik yıllarına gittim haberi okuyunca bir anda. "Ne çok meraklıydım bu haberlere..." diye düşündüm içimden... Hatırlarsınız 'Zafer' diye bir dergi vardı, kâinatta Allah'tan direkt mesaj arama ekolünün bu gayûr temsilcisi her sayısında büyük bir 'araştırmacı gazetecilik' iştiyakıyla ortaya çıkardığı bir 'ilahî gerçeği', metafizik gerilim hassaları fazlaca gelişmiş okurlarına sunardı biteviye. Bir sayısında insan kalbinin üzerine sinir ve damarlarla 'nakşedilmiş' olan 'Allah' lâfzını keşfeder, bir diğer sayısında Kızıldeniz sahillerinde bulunan secde halindeki bozulmamış bir naaşı "İşte son nefesinde imana gelen Firavun!" diye sunardı. Uzayda ezan sesi duyup sonra aynı sesi dünyada işitince 'Oh my God!' diyerek os'saat şahâdet getiren Neil Armstrong efsanesini de o dergide okuduğumu hatırlıyorum. Cebelitarık Boğazı'nda Akdeniz ve Büyük Okyanus sularının birleşmediğini görüp Kurân'ı Kerim'de de bu hadisenin geçtiğini "Oh mon dieu!" çığlıkları eşliğinde öğrenerek hak dinle şereflendiği söylenen Kaptan Kusto'nun gerçekliği 'okyanus götürür' hikâyesini bilmeyenimiz var mı? Ha bir de Hz. Peygamber'in Şakk-ı Kamer mûcizesini 'doğrulayan' Apollo 11 ekibi vardı; astronotlardan biri ay sathında kilometrelerce uzanan dev bir yarıktan bahsediyordu, vay anasınıydı, bir mûcize daha ilmen ispat edilmişti...
Böyle bol miktarda 'fevkalâde hadisenin' geçtiği dergi sayfalarını itinayla fotokopide coğaltıp arşivlemiştim bile hatta. Ara sıra bu arşiv dosyasını kütüphane rafından indirip okuyarak 'iman tazelemek' rutinden olmuştu benim için. Evet, Allah vardı, işte bunlar da en açık delilleriydi, endişeye mahal yoktu, şükürler olsun herşey yolundaydı... Ta ki o güne kadar...
Bir gün arkadaşın biri elinde atlasla geldi, dünya haritasını açıp önüme koydu. Parmağını Akdeniz'i çevreleyen kara parçasının üzerinde gezdirerek şöyle dedi "Aha burada Allah yazıyor..." Bir haritaya bir de arkadaşa bakıp gördüğünden hiç de tatmin olmamış bir edâyla "Hadi len ordan!" dediğimi hatırlıyorum...
Evet, işin tadı kaçmıştı artık... O sıralarda da büyümüş olmalıyım...
***
Bu ibresi şaşmış 'ontolojik pusula' haberlerine, internet icat olunup mertliğin daha da bozulmasıyla sık sık karşılaşır olduk şimdilerde. "Allah!" diye kükreyen aslandan (Hey mübârek hayvan!) Arabistan'da arkeologlar tarafından bulunup Kur'an'dan ayetler gösterilerek -güya- Hz. Adem'in iskeleti diye sunulan bilmem kaç metrelik dev insan iskeletine kadar, kıyl u kal nev'inden bir yığın 'spam' mâlumata denk gelince müstehzi bir gülümseme beliriyor dudağımın kenarında. Artık âdiyattan olup günaşırı karşımıza çıkan çıkan, 'Domatesi dikine kestim Allah yazısı çıktı', 'Patlıcanı böldüm içinde kelime-i şâhadet yazıyordu' haberleri bu müstehzi gülümsemeyi acı bir kahkaya da dönüştürebiliyor bazen. Arada makaraları koyverdiğim 'millî' misallerine rastlamak da mümkün bunların. Geçenlerde bir gazetede, üzerinde ay-yıldız deseni olan bir ineğin fotoğrafı vardı mesela. Bu da 'yükselen milliyetçilik' için pekâlâ bir delildir; gazete köşelerinde "Hepimiz Türk'üz! Hepimiz faşistiz!" sosyal analizleri attıranlara iyi bir tahlil malzemesi bence...
***
Hani şu meşhur kıssayı da anmadan geçmeyelim: Zâtın biri Allah dostlarından birinin yanına "Eureka eureka! Allah'ın ispatının 1000 çeşit yolunu buldum!" diyerek varır. Muhterem de cevaben "Hey ahbap, yoksa 1000 tane şüphen mi vardı?" diyerek lafı doksana takar...
***
Yazdım bunları ama -hâşâ- şekten süpheden arınmış som imana sahip birinin rahatlığıyla değil tabii... Hatta bir gün salata yapmak için hıyarı enlemesine kestiğimde dilimin üzerinde "Titre ve kendine gel!" cümlesini okuyabilmeye ne çok ihtiyacım var bir bilseniz!
Ali BABÜR
_______
"Allahümme sebbit kalbi ale dinike ve ta'atike-l islam"
Değerli kardeşim MSEVGİLİ;
Bu mevzudaki düşünce ve değerlendirmelerine aynen katılıyorum. Yukardaki makaleyi kaleme alırken niyetim, -hâşâ- "İslâm'ı yüceltmek" gibi filan bir gayeye matuf değildi. Olamazdı da… Zira İslâm zaten yücedir, bizim gibilerin yüceltme gayretlerine ihtiyacı yoktur.
Aktardığın makaleden anladığım kadarıyla, zannederim senin maksadın, söylemek istediğin de o değil; Ali BABÜR beyin ironik bir üslupla ortaya koyduğu noktadır. Yani birtakım zorlama delillerle Allah’ın varlığını-birliğini, kuvvet ve kudretini, yegâne Yaratıcı olduğunu isbat gayreti ya da gayretkeşliği… Hatta diyebilirim ki, bir noktadan sonra bu gibi çabalar, gülünç bir hal alıyor… Dolayısıyla bırakın fayda temin etmeyi, zarar verir hale bile gelebiliyor. Sebepleri malum...
Söz konusu çabalar, eserden müessire doğru isbat metodu, hatta yukarıda da belittiğimiz gibi bu metodun zorlanmasıyla ortaya konulmaya çalışılan neticelerdir. Benim de hiç mi hiç tasvip etmediğim bir yoldur. Fakat yazıda geçen bilgilerin doğruluğu noktasında tereddüdüm bulunmadığı… ve bazı –hadi “zayıf” demeyelim de- icmalî iman sahibi mü’minlerin inançlarını teyit etmesi açısından yararlı olabileceği mülahazasıyla bunları naklettim. Yoksa düşündüğünüz manada değil.
***
Bilindiği üzere Kelâm ilminde istidlâl, yani bir şeyin isbatı için delil getirip o delillerden hüküm çıkartmanın iki yolu vardır:
1. Burhan-ı limmî
2. Buhan-ı innî.
Burhanı- limmî; müessirden esere, sebeplerden neticelere doğru yapılan istidlâl, yani delile dayanarak sonuca varma metodu...
Mesela; merhametli bir zâtın şefkatinden, cömertliğinden söz ediyorsunuz ve böyle bir zât elbette fakirlere ve düşkünlere yardım elini uzatacaktır diyorsunuz. Burada, müessirden esere intikal etmiş oluyorsunuz.
Buhan-ı innî ise, eserden müessire, neticelerden sebeplere gidilerek yapılan istidlâldir.
Mesela, Süleymaniye’yi bütün yönleriyle inceliyor, ondaki sanata hayran kalıyor ve sonunda, “Böylesine muhteşem bir eserin mimarı, elbette büyük bir dâhi, eşsiz bir sanatkârdır” hükmüne varıyorsunuz. Yani eserden müessire, neticeden sebebe bir istidlâl bahis mevzuudur.
Her iki istidlâl metoduna müşterek bir misal vermek gerekirse, ateşin dumana olan delaleti, müessirden esere yapılan istidlâle, dumanın ateşe olan delaleti de, eserden müessire olan istidlâle güzel bir örnektir.
Kur’ân-ı Kerîm’de her iki istidlâlin de örnekleri çoktur. Mesela Fâtiha sûresinin hemen başında yine her iki delile de işaret edilmiştir.
Şöyle ki:
“Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur” buyrularak önce âlemlerin durumuna dikkat çekilmiş ve ‘bu düzeni yapan Zâtın her türlü hamde ve senaya lâyık olduğu’ hükmü getirilmiştir. Burada eserden müessire istidlâl vardır.
Daha sonra Rahman ve Rahîm isimleri zikredilerek, Allah’ın ‘din gününün sahibi olduğu’na dikkat çekilmiştir. “Mademki Allah, Rahman ve Rahim’dir, elbette din gününü getirecek ve bu rahmet ve inayetini ahirette de devam ettirecektir” mânâsı gösterilmekle, müessirden esere, sebeplerden neticeye bir istidlâl yapılmıştır.
Yine Kur’ân-ı Kerim’de;
- İnsanın yaratılışına defalarca yer verilmesi…
- Arz ve semanın vaziyetlerine, mükemmelliklerine dikkat çekilmesi…
- Deveden arıya, hatta sivrisineğe kadar nice hayvanların yaratılışlarına dikkat çekilmesi…
... bütün bunlar, ‘eserden Müessire’ gidilen usûldür. Yani bürhan-ı innî’dir. Akıl sahiplerini Allah’ın varlığına-birliğine, eşi-benzeri olmadığına inanmaya götüren delillerdir. Her bireri hidayet vesilesidirler.
Gerek Kur’an’ın ve gerekse onun mübelliği olan Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) tefekkür üzerinde ısrarla durması da, kuşkusuz bu sebeptendir.
***
Özetlersek; bu noktadaki görüşlerimiz anladığım kadarıyla esasta paralellik arz ediyor.
Her iki isbat yolu da yerine ve gereğine göre meşru olmakla birlikte, tercih ettiğimiz usûl, eserden Müessir’e değil, Müessir’den esere doğru isbattır. Yani burhan-ı innî metodu değil, burhan-ı limmî metodudur. Tafsilî iman sahiplerinin, hele hele tasavvuf erbabının yolu da budur. Onlar, zaten en küçük bir şüpheleri bulunmadığı için delillerle meşgul olmayı zait-lüzumsuz addederler. Ali Beyin makalesindeki menkabede de işaret olunduğu gibi…
Tabi bu meyanda bir de ilmü’l-yakîn, aynü’l-yakîn, hakku’l-yakîn ve hakikatü hakkı’l-yakîn vardır ki, nisbeten bahs-i diğer sayılır… İnşallah bir başka yazımızda ele almaya çalışırız.
Katkılarınız için teşekkürler, bilvesile selamlar…
Aleyküm selam,
Halis hocam, tafsilatlı cevabınız ve hiç üşenmeden yazıp bizi aydınlattığınız değerli bilgiler için şükranlarımı arz ederim.
Selam eder, hürmetlerimi sunarım...
__________
"Allahümme sebbit kalbi ale dinike ve ta'atike-l islam"
Mukabil selam ve saygılar, şükranlar MSEVGİLİ kardeşim...
Allah'a emanet olun.
Şu hâdise, gece vakti herkes gatlette iken, âni bir sûrette vukù bulduğundan, etrâf-ı âlemde elbette görülmeyecek Bâzı efrâda görünse de, gözüne inanmayacak. İnandırsa da, elbette böyle mühim bir hâdise, haber-i vâhid ile tarihlere bâkî bir sermâye olmayacak.
Bâzı kitaplarda, "Kamer, iki parça olduktan sonra yere inmiş" ilâvesi ise, ehl-i tahkik reddetmişlerdir. "Şu mu’cize-i bâhireyi kıymetten düşürmek niyetiyle, belki bir münâfık ilhak etmiş" demişler.
Hem meselâ, o vakit, cehâlet sisiyle muhât İngiltere, İspanya’da yeni gurûb; Amerika’da gündüz; Çin’de, Japonya’da sabah olduğu gibi, başka yerlerde başka esbâb-ı mâniaya binâen elbette görülmeyecek. Şimdi bu akılsız mûterize bak; diyor ki, "İngiltere, Çin, Japon, Amerika gibi akvâmın tarihleri bundan bahsetmiyor. Öyle ise vukù bulmamış." Bin nefrin onun gibi Avrupa kâselislerin başına!
İnşikâk-ı kamer kendi kendine, bâzı esbâba binâen vukù bulmuş, tesâdüfì, tabiî bir hâdise değil ki, âdi ve tabiî kânunlarına tatbik edilsin. Belki, şems ve kamerin Hâlık-ı Hakîmi, Resûlünün risâletini tasdik ve dâvâsını tenvir için, hârikulâde olarak o hâdiseyi îkâ etmiştir. Sırr-ı irşad ve sırr-ı teklif ve hikmet-i risâletin iktizâsıyla, hikmet-i Rubûbiyetin istediği insanlara ilzâm-ı hüccet için gösterilmiştir. O sırr-ı hikmetin iktizâ etmedikleri, istemedikleri ve dâvâ-i nübüvveti henüz işitmedikleri aktâr-ı zemindeki insanlara göstermemek için, sis ve bulut ve ihtilâf-ı metâlî haysiyetiyle, bâzı memleketin kameri daha çıkmaması ve bâzılarının güneşleri çıkması ve bir kısmının sabahı olması ve bir kısmının güneşi yeni gurûb etmesi gibi o hâdiseyi görmeye mâni pekçok esbâbâ binâen, gösterilmemiş. Eğer, umum onlara dahi gösterilse idi, o halde ya işaret-i Ahmediyenin (a.s.m.) neticesi ve mu’cize-i nübüvvet olarak gösterilecekti: o vakit, risâleti bedâhet derecesine çıkacaktı, herkes tasdike mecbur olurdu, aklın ihtiyârı kalmazdı; iman ise, aklın ihtiyâriyledir; sırr-ı teklif zâyi olurdu. Eğer sırf bir hâdise-i semâviye olarak gösterilse idi, risâlet-i Ahmediye (a.s.m.) ile münâsebeti kesilirdi ve onunla husûsiyeti kalmazdı. (Risale-i Nur'dan)
________________________________________________________________________
Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.
Ateşin dumana olan delaleti gibi, müessirden esere yapılan istidlale "bürhan-ı limmi" denildiği gibi; dumanın ateşe olan delaleti gibi eserden müessire olan istidlale de "bürhan-ı inni" denir. Burhan-ı inni, şüphelerden daha salimdir. (Risale-i Nur'dan)
Kelime-i şehâdetin bürhanı içindedir
Kelime-i şehâdet: Vardır iki kelâmı. Birbirine şâhiddir, hem delil ve bürhandır.
Birincisi sânîye bir bürhan-ı limmîdir. İkincisi evvele bir bürhan-ı innîdir. (Risale-i Nurdan)
Halis Hocam,
Meseleyi anlamak adına, bürhan-ı inni şüphelerden daha salim ise; bürhan-ı limmi neden tercih sebebidir.??
Teşekkür ederim..
__________________________________________________________________
Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.
Buradaki bir açıklama yazımızı bulma zahmetine katlanan değerli kardeşimiz Faruk beye şükranlarımı sunuyorum. Selam ve dualarımla...
Soruyu öyle sor ki; ne kendine utanç, ne de sorulana azap olsun.