Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Allah vardır ve birdir

ALLAHÜ TEÂLÂ VARDIR VE BİRDİR, ONDAN BAŞKA BÜTÜN VARLIKLAR YOK İDİ, YİNE YOK OLACAKLARDIR

Etrâfımızdaki varlıkları his organlarımız ile tanımakdayız. Duygu organlarımıza te’sîr eden şeylere (Varlık) [mevcûd] denir. Varlıkların beş duygu organımıza yapdıkları etkilere, te’sîrlere (Özellik) veyâ (Sıfat) denir. Varlıklar, birbirlerinden, özellikleri ile ayırd edilmekdedir. Zıyâ, ses, su, hava, cam, birer varlık ya’nî (Mevcûd)dur. Vezni, ya’nî ağırlığı ve hacmi olan, ya’nî boşlukda yer kaplıyan varlıklara (Cevher) veyâ (Madde) denir. Maddeler birbirlerinden, sıfatları, hâssaları ile ayırd edilirler. Hava, su, taş, cam, ayrı birer maddedir. Zıyâ, ses ise, madde değildir. Çünki, ışık ve ses, yer kaplamaz ve ağırlıkları yokdur. Her varlık, (Enerji) ya’nî (Kudret) taşımakdadır. Ya’nî, iş yapabilir. Her madde, sulb, ya’nî katı ve mâyi’ ya’nî sıvı ve gaz olmak üzere üç hâlde bulunabilir. Katı maddelerin şekli vardır.Sıvı ve gaz hâlindeki maddelerin, kendilerine mahsûs belli şeklleri yokdur. Bunlar, bulundukları kabın şeklini alırlar.Maddenin şekl almış hâline (Cism) denir. Maddeler hep cism hâlinde bulunur. Meselâ, anahtar, iğne, maşa, kürek, çivi, başka başka cismlerdir. Ya’nî şeklleri başka başkadır. Fekat, hepsi demir maddesinden yapılmışdır. Cismler ikiye ayrılır: Basît cism, Bileşik cism.

(Âlem mütegayyirdir) ya’nî, her cismde dâimâ değişiklik olmakdadır. Meselâ hareket ederek yer değişdirir. Büyür, küçülür. Rengi değişir. Canlı ise, hasta olur, ölür. Bu değişmelere (Olay) veyâ (Hâdise) denir. Dışarıdan bir te’sîr olmadan, maddede hiçbir değişiklik meydâna gelmez. Bir hâdise meydâna geldiği zemân, maddenin yapısı bozulmaz ve özü değişmezse, buna (Fizik olayı) denir. Kâğıdın yırtılması, bir fizik olayıdır. Bir maddede fizik olayı meydâna gelmesi için, bu maddeye bir kuvvetin te’sîr etmesi lâzımdır. Maddenin yapısını bozan, özünü değişdiren olaylara (Kimyâ olayı) denir. Kâğıdın yanıp kül olması kimyâ olayıdır. Bir cismde kimyâ olayı meydâna gelmesi için, buna başka bir maddenin te’sîr etmesi lâzımdır. İki veyâ dahâ çok maddenin birbirlerine te’sîr ederek, her birinde kimyâ olayı meydâna gelmesi işine (Kimyâsal tepkime) veyâ (Kimyâ reaksiyonu) denir.

Maddelerin kimyâ reaksiyonuna girmeleri, ya’nî birbirine te’sîr etmeleri, en küçük parçaları ile olur.Maddelerin bu en küçük parçalarına (Cevher-ül-ferd) veyâ (Atom) denir. Her cism atomlardan yapılmışdır. Ya’nî, atom yığınıdır. Atomların yapısı birbirine benzer ise de, büyüklükleri ve ağırlıkları farklıdır. Bundan dolayı, bugün yüzbeş dürlü atom biliyoruz. En büyük atom bile, en kuvvetli mikroskopla görülemiyecek kadar pek küçükdür. Birbirlerine benziyen atomların biraraya gelmesinden (Basît cism) veyâ (Element) hâsıl olur.Yüzbeş dürlü atom olduğu için, yüzbeş dürlü basît cism vardır.Demir, kükürt, cıva, oksijen gazı, kömür birer elementdir. Başka başka atomların biraraya gelmesinden (Bileşik cism) veyâ (Mürekkeb cism) hâsıl olur. Yüzbinlerce bileşik cism vardır.Su, ispirto, tuz, kireç, mürekkeb cismlerdir. Mürekkeb cismler, iki veyâ dahâ çok basît cismin birbirleri ile birleşmesinden hâsıl olmakdadır. Basît cismlerin birleşmeleri, atomlarının birbirleri ile birleşmelerinden hâsıl olur.

Bütün cismler, meselâ dağlar, denizler, her dürlü bitki ve hayvanlar, hep yüzbeş elementden meydâna gelmekdedir. Canlı, cansız her cismin yapı taşı, hep bu yüzbeş elementdir. Bütün cismler, bu yüzbeş elementden birinin veyâ birkaçının atomlarının biraraya gelmesinden hâsıl olmakdadır. Hava, toprak, su, ısı, ışık, elektrik ve mikroblar, bileşik cismlerin parçalanmalarına veyâ cismlerin birleşmelerine sebeb oluyorlar. (Sebebsiz hiçbir değişiklik olmaz.) Bu değişmelerde, elementler, ya’nî bu varlıkların yapı taşları, cismden cisme yer değişdiriyor veyâ bir cismden ayrılarak serbest hâle geçiyorlar. Cismlerin yok olduklarını görüyoruz.Gördüğümüze göre hükm ederek aldanıyoruz. Çünki, yok oluyor ve var oluyor dediğimiz bu görünüş, maddelerin değişmelerinden başka bir şey değildir. Bir cismin, meselâ mezârdaki ölünün yok olması yeni cismlerin, meselâ suyun, gazların ve toprak maddelerinin var olmaları şeklinde oluyor.Bir değişmede, var olan yeni maddeler, duygu organlarımıza te’sîr etmezlerse, bunların meydâna geldiklerini anlıyamıyoruz.Bunun için, değişikliğe uğrıyan birinci maddeye yok oldu diyoruz.

Yüzbeş elementden herbirinin şekllerinin değişdiğini, her elementde fizik ve kimyâ olayı olduğunu da görüyoruz. Bir element, bir bileşiğin yapısına katılınca, iyon hâline geçer. Ya’nî, atomları elektron verir veyâ alır. Böylece bu elementin çeşidli fizik ve kimyâ özellikleri değişir.Her elementin atomları, bir çekirdekle, (Elektron) denilen çeşidli mikdârlarda, dahâ küçük parçalardan yapılmışdır. Çekirdek, atomun ortasındadır. Hidrojenden başka, bütün atomların çekirdekleri (Proton) ve (Nötron) denilen dâneciklerden yapılmışdır. Protonlar, pozitif elektrik yüklüdür.Nötronlar, elektrik yükü taşımaz. Elektronlar, eksi elektrik dânecikleridirler ve çekirdek etrâfında dönerler. Elektronlar, her ân yörüngelerinde döndükleri gibi, yörüngelerini de değişdirmekdedirler.

Atomların çekirdeklerinde de, değişmeler, parçalanmalar olduğu, (Radyoaktif) denilen elementlerden anlaşılmakdadır. Çekirdeklerin bu parçalanmasında, bir elementin başka elemente döndüğü, maddelerin yok olarak, enerji (Kudret) hâline döndüğü de anlaşılmış, bu değişme (Aynştayn)[1] tarafından hesâb bile edilmişdir. Demek ki, bileşik cismlerde olduğu gibi, elementler de, hep değişmekde, bir hâlden başka hâle dönmekdedir. (Canlı cansız her madde değişmekde, ya’nî eskisi yok olup,yenisi var olmakdadır.) Bugün, var olan her canlı, (her bitki, her hayvan) önce yok idi. Başka canlılar vardı. Bir zemân sonra da, şimdiki canlılardan hiçbiri kalmıyacak, başka canlılar var olacakdır. Cansız varlıkların hepsi de böyledir. Canlı cansız her varlık, meselâ bir element olan demir veyâ birkaç cism karışımı olan taş, kemik, bütün maddeler, bütün zerreler hep değişmekdedirler. Ya’nî eskileri yok olmakda ve başkaları var olmakdadır. Var olan madde ile, yok olan maddenin özellikleri birbirine benziyorsa, insan bu değişikliği anlamıyor, maddeyi hep var sanıyor.Sinemada, hareket eden film şeridinde, objektif önüne, her ân başka resmler gelip gitmekde iken, seyrciler bunu anlamayıp, aynı resm perdede hareket ediyor sanmaları gibidir. Kâğıd yanıp kül olunca bu değişikliği anladığımız için, kâğıd yok oldu, kül var oldu diyoruz. Buz eriyince, buz yok oldu, su var oldu diyoruz. Modern madde bilgisi, (Se’âdet-i ebediyye) kitâbında, 546, 971 ve 1041.ci sahîfelerde de geniş yazılıdır. Lütfen oralardan da okuyunuz!

(Şerh-i akâid) kitâbının başında diyor ki, (Bütün varlıklar, Allahü teâlânın varlığına alâmet olduğu, Onun varlığını gösterdiği için, mahlûkların hepsine (Âlem) denir. Varlıkların bir cinsden olanlarına da birer âlem denir. Meselâ, insanlar âlemi, melekler âlemi, hayvanlar âlemi, cansız maddeler âlemi denir. Yâhud, her bir cism, bir âlemdir.

(Şerh-i mevâkıf)[2] kitâbının dörtyüzkırkbirinci sahîfesinde diyor ki, Âlem, ya’nî herşey, hâdisdir, ya’nî mahlûkdurlar. Ya’nî yok iken, sonradan var olmuşdurlar. [Her zemân, birbirlerinden de var olduklarını yukarıda bildirdik.] Cismlerin maddesi de, sıfatları da, hâdisdir. Burada dört şey düşünülebilir:

1 — Müslimânlara, yehûdîlere ve nasârâya ve mecûsîlere göre, cismlerin maddeleri de, sıfatları da hâdisdir.

2 — Aristoya ve onun yolunda olan felsefecilere göre, cismlerin maddeleri de, sıfatları da kadîmdir. Ya’nî ezelîdir, hep vardır derler. Bu sözün yanlış olduğunu, modern kimyâ bilgisi kesin olarak bildirmekdedir. Böyle inanan ve söyliyen, müslimânlıkdan çıkar. Kâfir olur. İbni Sînâ[1] ile Fârâbî[2] de kadîm demekdedir.

3 — Aristodan önce olan felesoflara göre, maddeleri kadîm olup, sıfatları hâdisdir derler. Bugün, fen adamlarının çoğu da böyle yanlış düşünmekdedir.

4 — Maddenin hâdis, sıfatların kadîm olduğunu söyliyen olmamışdır. Calinos bu dördünden hiçbirine karar verememişdir).

Müslimânlar, maddelerin ve sıfatlarının hâdis olduğunu birkaç yoldan isbât etmekdedir. Birinci yol, maddeler ve bütün zerreleri hep değişmekdedir. Değişmekde olan şey, kadîm olamaz. Hâdis olması lâzımdır. Çünki, her maddenin, kendinden öncekinden meydâna gelmesi işi, sonsuz öncelere kadar gidemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı olması, ya’nî ilk maddelerin, yokdan var edilmiş olmaları lâzımdır. Yokdan var edilmiş olan ilk maddeler bulunmasaydı, ya’nî sonraki maddenin kendinden önceki maddeden hâsıl olması işi sonsuz öncelere gitseydi, maddelerin birbirlerinden meydâna gelmelerinin bir başlangıcı olmazdı ve bugün hiçbir maddenin var olmaması lâzım gelirdi. Maddelerin var olmaları ve birbirlerinden hâsıl olmaları, yokdan var edilmiş ilk maddelerden üremiş olduklarını göstermekdedir.

Ayrıca deriz ki, gökden düşen bir taşa, sonsuzdan geldi denemez. Çünki sonsuz, başlangıcı, ucu yok demekdir.Sonsuzdan gelmek, yokdan gelmek olur.Sonsuzdan geldiği düşünülen şeyin, gelmemesi lâzım olur. Gelen birşeye, sonsuzdan geldi demek, akla, fenne uymıyan ve câhilce bir söz olur. Bunun gibi, insanların birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz öncelerden gelemez. Yokdan yaratılmış olan bir ilk insandan başlıyarak üremeleri lâzımdır.Yokdan var edilmiş olan ilk insan olmayıp, insanların birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz öncelerden gelmekdedir denirse, hiçbir insanın var olmaması lâzım olur.Her varlık için de böyledir. Maddelerin, cismlerin birbirlerinden hâsıl olmaları için, (Böyle gelmiş böyle gider. Yokdan var edilmiş ilk maddeler yokdur) demek, akla ve fenne uymıyan, câhilce sözdür.Değişmek, sonsuz olmağı değil, yokdan yaratılmış olmağı, ya’nî (Vâcib-ül-vücûd) olmağı değil, (Mümkin-ül-vücûd) olmağı göstermekdedir.

Süâl: Bu âlemi yaratanın kendisi ve sıfatları kadîmdir, ezelîdir.Bu âlemin de kadîm olması lâzım gelmez mi?

Cevâb: Kadîm olan yaratıcının, maddeleri, zerreleri, çeşidli sebeblerle değişdirdiğini, ya’nî yok edip, bunların yerine başkalarını yaratmakda olduğunu, her zemân görüyoruz.Kadîm olan yaratıcı, irâde etdiği, dilediği zemân, ya’nî her zemân maddeleri birbirlerinden yaratmakdadır. Âlemleri, her maddeyi, her zerreyi sebeblerle yaratdığı gibi, irâde etdiği zemân, sebebsiz, vâsıtasız olarak, yokdan da yaratır.

Âlemlerin hâdis olduğuna inanan, fânî olduklarına, ya’nî, tekrâr yok olacaklarına da inanır.Yok iken sonradan yaratılmış olan varlıkların yine yok olabilecekleri meydândadır. Birçok varlıkların yok olduklarını, şimdi de görüyoruz.

Müslimân olmak için, maddelerin ve cismlerin, ya’nî her varlığın, yokdan var edilmiş olduklarına ve tekrâr yok olacaklarına inanmak lâzımdır. Cismlerin yok iken sonradan var olduklarını ve tekrâr yok olduklarını, ya’nî şekllerinin ve özelliklerinin kalmadığını görüyoruz. Cismler yok olunca, maddeleri kalıyor ise de, bu maddelerin de ezelî olmadıklarını, çok öncelerde, Allahü teâlâ tarafından yaratılmış olduklarını ve Kıyâmet gününde hepsini tekrâr yok edeceğini yukarıda bildirdik. Zemânımızın fen bilgileri, buna inanmağa mâni’ değildir. İnanmamak, fenne iftirâ etmek ve islâm düşmanı olmak demekdir. İslâmiyyet, fen bilgilerini red etmiyor.Din bilgilerini öğrenmemeği ve ibâdet vazîfelerini yapmamağı red ediyor. Fen bilgileri de, islâmiyyeti inkâr etmemekdedir. Hattâ, onu te’yîd ve tasdîk etmekdedir.

Âlem hâdis olunca, bunu yokdan bir yaratan vardır. Çünki, hiçbir olayın kendiliğinden olamıyacağını yukarıda bildirdik. Bugün fabrikalarda binlerce ilâc, ev eşyâsı, sanâyı’ ve ticâret maddeleri, elektronik âletler, harb vâsıtaları yapılıyor. Bunların çoğu, ince hesâblardan, yüzlerce tecribeden sonra elde ediliyor. Bunlardan birine dahî, kendi kendine var oldu diyorlar mı?Bunların, bilerek ve istiyerek yapıldıklarını söyliyorlar ve hepsinin bir yapıcısının bulunması lâzımdır diyorlar da, canlılarda, cansızlarda görülen ve her asrda, dahâ yenileri, dahâ inceleri keşf edilen ve çoğunun yapısı henüz anlaşılamayan milyonlarca maddenin ve hâdisenin kendi kendilerine tesâdüfen var olduklarını söyliyorlar. Bu iki yüzlülük, koyu bir inâddan veyâ açık bir ahmaklıkdan başka ne olabilir?Görülüyor ki, her maddeyi, her hareketi var eden tek bir yaratıcı vardır.Bu yaratıcı (Vâcib-ül-vücûd)dur. Ya’nî, yok iken sonradan var olmuş değildir. Hep var olması lâzımdır. Var olması için hiçbirşeye muhtâc değildir. Hep var olması lâzım olmaz ise, (Mümkin-ül-vücûd) olurdu. Âlemler gibi hâdis, ya’nî mahlûk olurdu. Mahlûk, başka bir mahlûkun değişmesinden veyâ yokdan var edilir. Onu da yaratan lâzım olur. Böylece sonsuz yaratanlar lâzım olur. Mahlûklardaki değişmelerin sonsuz olamıyacağını yukarıda bildirdiğimiz gibi düşünürsek, yaratıcıların da sonsuz olamıyacağı, yaratmanın birinci bir yaratıcıdan başlıyacağı anlaşılır. Çünki, yaratıcıların biribirlerini yaratmaları sonsuz olarak gider denince, hiçbir yaratıcının bulunmaması lâzım olur. İşte, yaratılmış olmıyan birinci ilk yaratıcı, mahlûkların tek yaratıcısıdır. Ondan önce ve sonra, başka bir yaratıcı yokdur. Yaratıcı yaratılmaz. O, hep vardır. Bir ân yok olsa, her şey yok olur. Vâcib-ül-vücûd, hiçbir bakımdan hiçbir şeye muhtâc değildir. Yerleri, gökleri, atomları, canlıları, düzenli, hesâblı yaratanın kudretinin, kuvvetinin sonsuz olması, âlim olması, dilediğini hemen yapması, bir olması, onda hiç değişiklik olmaması, lâzımdır.Kuvveti sonsuz olmasa ve âlim olmasa, böyle düzenli, hesâblı mahlûkları yaratamaz. Bu yaratıcı birden çok olursa, birşeyin yaratılmasında, istekleri uymayınca, istediği yapılmıyanlar yaratıcı olamazlar ve yaratılan şeyler karma-karışık olur.Dahâ çok bilgi almak için Alî Ûşînin[1] yazdığı (Emâlî Kasîdesi)nin arabî ve türkçe şerhlerini lütfen okuyunuz!

Mesele çok hassas...Anlaşılması için dikkatle okunması yanında; bu konuda temel bazı bilgilerin bilinmesi gerekiyor.
İnşaallah,zihnimin daha sakin bir anında dikkatle okuyup anlamaya gayret edeceğim. Takıldığım noktaları ise;sormak isterim.
Selam ve dua ile.....
___________________________________________________________________
Andolsun Zikirden sonra Zebur'da da :''Yeryüzüne salih kullarım varis olacaktır'' diye yazmıştık.(Enbiya,105)

Muhakkak ki, göklerde ve yerde müminler için Allah’ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine işaret eden deliller vardır. (Casiye Suresi: 3.)

Zeminin yüzünü yaz zamanında temâşâ edip görüyoruz ki, icâd-ı eşyada müşevveşiyeti iktizâ eden ve intizamsızlığa sebep olan nihayetsiz sehâvet ve bir cûd-u mutlak, gayet derecede bir insicam ve intizam içinde görünüyor. İşte zemin yüzünü tezyin eden bütün nebâtâtı gör.

Hem, mîzansızlığı ve kabalığı iktizâ eden icâd-ı eşyadaki sürat-i mutlaka dahi kemâl-i mevzuniyet içinde görünüyor. İşte, zemin yüzünü süslendiren bütün meyvelere bak. Hem, ehemmiyetsizliği, belki çirkinliği iktizâ eden kesret-i mutlaka dahi kemâl-i hüsn-ü san’at içinde görünüyor. İşte yeryüzünü yaldızlayan bütün çiçeklere bak.

Hem, san’atsızlığı, basitliği iktizâ eden icâd-ı eşyadaki suhûlet-i mutlaka dahi nihayetsiz derecede san’atkârlık ve maharet ve ihtimamkârlık içinde görünüyor. İşte yeryüzündeki ağaç ve nebâtât cihazâtının sandukçaları ve programları ve tarihçe-i hayatlarının kutucukları hükmünde olan bütün tohumlara, çekirdeklere dikkatle bak.

Hem, ihtilâf ve ayrılığı iktizâ eden uzaklık ve bu’d-u mutlak dahi bir ittifak-ı mutlak içinde görünüyor. İşte bütün aktâr-ı zeminde zer’ edilen her nevi hububâta bak.

Hem, karışmayı ve bulaşmayı iktizâ eden kemâl-i ihtilât, bilakis kemâl-i imtiyaz ve tefrik içinde görünüyor. İşte bütün yeraltına karışık atılan ve madde itibâriyle birbirine benzeyen tohumların sümbül vaktinde kemâl-i imtiyazları; ve ağaçlara giren muhtelif maddelerin yaprak, çiçek ve meyvelere, kemâl-i imtiyaz ile tefrikleri; ve mideye giren karışık gıdâların muhtelif âzâ ve hüceyrâta göre kemâl-i imtiyazla ayrılmalarına bak, kemâl-i hikmet içinde kemâl-i kudreti gör.

Hem, ehemmiyetsizliği, kıymetsizliği iktizâ eden gayet derecede mebzûliyet ve nihayet derecede ucuzluk dahi, yeryüzünde masnuâtça, san’atça nihayet derecede kıymettar ve pahalı bir keyfiyette görünüyor. İşte o hadsiz acâib-i san’at içinde, yeryüzünün Rahmânî sofrasında yalnız kudretin şekerlemeleri olan dutların nevilerine bak, kemâl-i rahmeti kemâl-i san’at içinde gör.

İşte, bütün rûy-i zeminde gayet kıymettarlık ile beraber hadsiz ucuzluk; ve hadsiz ucuzluk içinde hadsiz ihtilât ve karışıklık ile beraber hadsiz imtiyaz ve tefrik; ve hadsiz imtiyaz ve tefrik içinde gayet uzaklık ile beraber son derece muvâfakat ve benzeyiş; ve son derece benzemek içinde gayet derecede suhûlet ve kolaylık ile beraber gayet derecede ihtimamkârâne yapılış; ve gayet derecede güzel yapılış içerisinde sürat-i mutlaka ve çabuklukla beraber gayet derecede mevzun ve mîzanlı ve israfsızlık; ve gayet derecede israfsızlık içinde son derece çokluk ve kesret ile beraber son derecede hüsn-ü san’at; ve son derece hüsn-ü san’at içinde nihayet derecede sehâvet ile beraber intizam-ı mutlak, elbette, gündüz ışığı, ışık güneşi gösterdiği gibi, bir Kadîr-i Zülcelâlin, bir Hakîm-i Zülkemâlin, bir Rahîm-i Zülcemâlin vücûb-u vücuduna ve kemâl-i kudretine ve cemâl-i rubûbiyetine ve vahdâniyetine ve ehadiyetine şehâdet ederler.(Risale-i Nur,33.Söz)
______________________________________________________________________

Andolsun Zikirden sonra Zebur'da da :''Yeryüzüne salih kullarım varis olacaktır'' diye yazmıştık.(Enbiya,105)


Fıkıh & ilmihal

MollaCami.Com