Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Onunla tanismamiz...

Onunla tanismamiz...

sene 88'ler... ankara'da hukuk talebesiyiz. idealizm had safhada, memleketi biz kurtaracagiz. donanim yüksek, enerji o biçim! fikren astigimiz astik, kestigimiz kestik günler... ene'nin evereste günde üçbes kez çikip indigi zamanlarimiz.

havamiz fiyakamiz statümüz özgüvenimiz fevkaladenin fevkinde...

bunlari böylece tasvirimizi lütfen mazur görünüz, hasa enaniyet kabarmasi adina degil, halet i ruhiyemize ayna tutmazsak sözün sonu nakis kalacak... ve bu uslubu yazi boyunca çok farkedeceksiniz, pesin özürümü lütfen dikkate alin...

üst düzey bürokratlarla oturup kalkiyoruz. bazi siyasi organizasyonlarda önemli bir vasiftayiz. kafamiz zehir gibi çalisiyor.

konumsuz kimse ile muhatabligimiz yok. selvi boylu endamimiz cazibe merkezi. fikirlerimiz ates yakiciliginda, konustugumuzda yüzlerce insan soluksuz dinliyor.

o günlerde

birkaç bürokrat abi, bize bir tören havasinda özel bir davette bulundular:

'isparta'da bir alim var. bir filozof.. cümleleri ruhu deliyor... siz donanimli insanlari seviyorsunuz, tanismak ister misiniz?'

'tabi ki! neden olmasin! programini yapin, programimizla kesismeyen uygun bir zaman gidelim'

organize edildi, bir özel araba ile 6 saat süren bir yolculuktan sonra isparta'da ayazma'da üstaz'in evine vardik.

dar bir merdivenden üst kata çiktik, bize yol gösteriyorlar, önümüzü açiyorlar. üst katta ilk dikkatimi çeken, herbirinin simasinda tevazu eseri tebessümler olan birbirine ne kadar da benziyorlar dedigim insanlar oldu.

neresi burasi? kim bunlar?

bizi bekletmediler, dar merdivenle çiktigimiz dar koridordan hemen normal genislikte bir odaya aldilar bizi ve orasi tiklim tiklim diz üstü oturmus baslari yerde insanlarla dolu.

sessizlik!

derin bir sukut hali...

onlarca insan baslari yerde elleri dizlerinde kim gelmis, ne olmus umursamazliginda beklesiyorlar. ..

beraber geldigimiz insanlar halka halka oturmus kalabaligin dar aralarindan onlari incitmeksizin basi sarikli, uzun entarili, ince isçilikli bir yelekli, uzun sakallli, elleri enfes zariflikte bir zata yöneldiler.

önüne vardiklarinda dizlerini kirip,elini öpüyorlar! o da merhaba hos geldiniz diyor....

bana da bas isaretiyle 'haydi! siz de' anlaminda imalarini gördüm ve normalde o sene ismini vermeyecegim çok ünlü bir siyasinin bile elini öpmeye tenezzül etmeyen ben! sanki kirk yillik el öpme uzmani gibi,fiyakami siyirip cüssemden vardim elini öptüm ve hemen yanibasina beni oturttu.

saskinim! ben ne yaptim? bunlar kim? burasi neresi? ya asil nerede filozof! bu yanibasimdaki kim?

sessizlik!

devam ediyor,kimse konusmuyor!

o basladi konusmaya...

dizleri üstünde oturan ve dizlerinin üstüne küçük bir yastik,o yastiga dirseklerini dayamis halde gözleri feza derinliginde nazarlarla tesbihinin tanelerine bakan o zat konusmaya basladi.

ne konusuyor,ne anlatiyor ne söylüyor bir kelime bile anlamiyorum.ne oluyor? bu nasil bir hava? benim ne isim var bu sikisiklikta? neden darlik hissetmiyorum ama? neden dinleyemiyorum onu? geçelim bunlari...

bir özelligim vardir.çabuk toparlanirim.duygularimi kontrol etmede eger lazimsa hissizlik acil bir kisa devre mekanizmasi çalisir iç bünyemde.

toparladim kendimi.

kulak verdim,dinlemeye basladim; siveli bir osmanlica cümle dizgisi ile konusuyor. kelime seçimleri ve uslubu bana çok yabanci geldi.tane tane anlatiyor,heyecanlanmiyor; ama cümleler akiyor... dalga dalga okyanus...ahengi dinledim, kelimeleri degil...
ve sonra kelimelere verdim kendimi, ne söylü ora!

bahsettigi mevzuyu dinlemeye basladim.bildigim seyler; ama aman Allah'im neden sanki ilk defa duyuyormusum hissine kapiliyorum! neden kontrol edemiyorum kendimi,neden heyecanlaniyorum! hey sen ismail kendine gel,ne oluyorsun yahu! silkin ismail, dön! nerede senin özgüvenin,apisip kaldin! saskinlik senin yasamayi hiç ummadigin bir duygu haliydi hani! neler oluyor?..ne oldu da böyle oldu?..

anlatmakta zorlandigim anlar...

ifade edemiyorum o anlarimi...

belki bir saat diz üstü oturarak onu dinledim.

beraber geldiklerimizden birkaçi yerinden kalkti, o konusuyor,bana isaret ettiler,ben de kalktim. sersemim...dar koridora geçtik.öyle sikisik ki...insanlar insanlarin üstünde derler ya,istif istif..o yogunlukta.'hayirdir,neden çiktik?' 'ama senin sorularin olabilir, konusmak istersin,usulu bu zatin,soru sormak istersen ona sorularini arz etmek' 'bir hava al istedik,buyrun girelim!'

içeri girdigimizde ne oldu, biliyor musuinuz?

ayakta beklediler! oturmadilar hemencecik.. .

o,eliyle isaret etti onlara oturdular.ben biraz daha sagdaydim.beni görmedigini düsündüm ve bana oturma izni vermedigi zihnimde yankilandi.

ama hey ne oluyor? kim bu ya! ben nasil olur da,onun otur komutunu beklemek zorunda kalacakmisim ki!?

bana bu muameleyi nasil yapar? ne saniyor kendini?

insanlar onu dinliyor,baslar yerde,kus konmus sanki tepelerine,kipirdamiyorlar. .. çoklar...çok insan var...çok; ama tek gibiler...

o an, bu bir tezgah mi? bir kurgu mu? burada olagelen yoksa yoksa hani su tarikat dedikleri sey mi? sorgusuna basladi beynim...

o kadar hizli düsünüyorum ki,bunu tasvir için küçük bir misal vermem lazim:

üniversite imtihaninda 132 sözel sorusu sorulmustu,kirk dakikada hepsini çözmüstüm ve 131 net dogru birakmistim.

o hizi bese katlayin...

ona hatta...

neler geçmedi ki o an beynimden...dünya kurdum dünya yiktim,tastim,azap oldum, köpürdüm, sakaklarim zonkladi...

ve

dinlemeye basladim yeniden...

on dakikadir belki ayaktayim!

dinlemeye yeni basladim...

benden sonra gelenlere otur isareti veriyor,oturuyorlar,ben ayaktayim!

biraktim sorgu,sual,düsünce,düzmece faslini ve dinlemeye basladim,sakinlestim.. .

dinlerken onu mu dinliyorum,o mu beni bilemiyorum:

kalbimden su geçti:

ismail! sen su cümleleri bir saat dinledin! hayatin boyunca seni senfonisiyle etkileyen hiçbir sey dinlemedin! derinlik hissini bu kadar aldigin bir ortamin olmadi.bu adam bos biri degil,bu sana ceza kesiyor,hani senin o çok sevdigin alt tabakaya kestigin cezalardan bir ceza...

seni ayakta bekletmesi,seni seninle yüzlestirme adina...

yüzlestin,dalgalandin ve duruldun...

simdi

bu cezayi böyle çekme! tek ayagini da kaldir da adam gibi çek! ilkokulda öyleydi hatirla...sen sen sen...ne alemsin sen...

bana bakti!

onbes dakikadir orda miyim degil miyim umursamazligindaki o,bana bakti, gözlerime dikti gözlerini ve:

otur ahi! otur! dedi.

yok,burada kelime kalmadi…

nereden bildi? bildi mi? yok canim,nasil bilebilir ki! ben kendi kendimleyim. o, benim muhasebemi nasil algilamis olabilir…

yoo evet algilamis,hatta kelime kelime çözmüs olmali ki,tam da tek ayagimi kaldiracagim anda,baska bir anda degil, bana: otur ahi! otur dedi.

kafami yere egdim,birinci raund kroki durumdayim.oturdum; ama çok beklemedim, çiktim disari.bu sefer yanimdakiler yok.kapinin hemen yaninda duvara yaslanmis haldeyim.sonradan ahbabim, can abim,ruh amcam olacak terzi mehmed,elinde çay tepsisi,yanima geldi.dik dik yüzüme bakti ve.‘sen niye geldin buraya? tarikat almadin mi hala? ne bekliyorsun girsene içeri’ hasinligi ile hiç tanimadigi huyunu suyunu bilmedigi benim gögsüme bir yumruk vurdu ki sormayin.o yumrukla,kapinin yanindayim zaten, dengemi kaybettim ve içeri tabiri caizse ‘ yuvar andim’

nereye?

tam önüne!

bana bakti ve ne o? hayirdir? tarikat mi alacaksin? dedi.ben öyle enteresan bir hale büründüm ki,seytanin isyani ile teslimin zirvesini ayni anda yasadim abartisiz!

elini tuttum.bana, dediklerimi söyle dedi.ya Rabbi! ya Rabbi..ben pismanim,ben pismanim...yaptigim günahlarimdan, yaptigim günahlarimdan...keske yapmasaydim, keske yapmasaydim...insaAllah bir daha yapmam,insaAllah bir daha yapmam...... (burasini yazma hakkim yok...)

ne oldu simdi ismail?

bu neydi?

ne yaptin sen?

niye yaptin?

bu sorularin katmerlileri beynimde; bögürtü halinde bir milyon seytan nasil olur çilginligi ile her hücreme saldiriya geçmis durumdalar...ama kalbimde de bir ferahlama,bir rehavet...aman sende hali...

karsisindayim...

düsünemiyorum.düsünmemeyi düsünmek dedikleri bu olsa gerek.zaman akmiyor, mekan yok,ben yokum,ne oldu ne bitti kavrama telasim yok..bosluk...

bir ses yankilandi:

sorusu olan var mi?

karsi ses yok!

onbes yirmi dakika belki daha az daha fazla bombosum,sohbet var mi? konusuyor mu? dinliyorlar mi? suskunluk mu var,bilmiyorum.. .

tekrar bir ses: sorusu olan var mi?

bombos...

ses yok...

disari çikin dedi.

onlarca insan,daracik koridora nasil sigacagiz sorusu komik bir muziplikle zihnime düstü o an...asli komedi yasadiklarimdaydi halbuki...

ayaga kalkarken, bana: sen dur! dedi.

otur!

bosaliyor oda...ayaga kalkanlar geri geri yüzleri ona dönük bosaltiyorlar odayi...

ne demek sen dur!

ama niye ben duracagim...

dur sen...konusuyorum ben,benimle...

ve kimse kalmadi...

sadece o ve ben:

yaklas dedi...

sokuldum yanina.

söyle dedi.

ne söylememi istiyorsunuz?

söyle sen...

aklim keskinlesti,seytanim zirhini büründü ve:

bir sey sordum. (söylemem)

sorumu makulce cevapladi.ama o makuliyet beni rahatlatti. oh be! ben yanilmisim demek ki...bu kalplerden geçenlerden zerre haberdar degil! artik kozlar elimde...

ikinci sorumu sordum:

firaset nedir?

dedi ki: firaset, karsindakinin yalan söylemedigini bilmendir...tipki biraz önce senin durumun gibi!

ismail azizim,birbirimize samimi olalim.birak simdi aklini bir tarafa beni dinle...

ve konustu

ve ben dinledim..

mahrem olmayan mahrum olur kaidesince söylemeyecegim ne konustugumuzu; ama emin olun bin yil konustuk...bin mekan konustuk...

hakikaten konustuk...

ve ben sanki bin yildir onu seviyormusum gibi,her itirazimi orada terk ettim...

halen de itirazsizim irsadina...mürsidligine...

olamam...

kendimi inkar ederim,o anlari ve sonrasindaki hususi anlarimizi asla inkar edemem...

Hak-dilaram- 2007

Selam Sevgi ve Dua Ile


Hikayeler ve Kissalar

MollaCami.Com