Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Zikir ve Zikrullah Nedir, Kaç Türlü Zikir Vardır?

Halis ECE

Zikir ve Zikrullah Nedir, Kaç Türlü Zikir Vardır?


Zikir lûgatte; anmak, hatırlamak, yâd etmek manalarınadır.

Tasavvuf ıstılâhında ise zikir; Allâh'ı anmak ve hatırlamak, O'nu unutmamak ve gaflet halinde olmamak demektir.

Bir başka ifadeyle zikir; "Allah" lafza-i celâlini veya "Lâ ilâhe illallâh" kelime-i tevhidini söylemek, sıkça tekrarlamaktır.

Keza zikir; tasavvuf erbabının belli mefhum ve terkipleri muayyen zamanlarda, belirtilen sayıda ve anlatılıp öğretilen âdapla her gün düzenli olarak gerek dil ve gerekse kalple söylemeleri, yerine getirmeleridir.
***

Zikir muhabbet-sevgi alâmeti ve eseridir... "Bir şeyi seven onu çokça anar", Dervişin fikri neyse zikri de odur" gibi hikmetli sözler, bunu anlatmaktadır.

Sık sık sevdiklerimizi hatırlayıp, onları anmak, iyiliklerini ve güzelliklerini başkalarına da anlatmak isteriz. İçimizden, onların meziyetlerini bir bir sayıp dökmek, dilimizden hiç düşürmemek gelir. Kalbimizdeki sevginin terennümünü dile getirirken, bunu başkalarının da duymasını ve bize ortak olmasını isteriz.

İşte, sevginin-muhabbetin bir tezâhürü olan hatırlamak, anmak, anlatmak, yâd etmek zikir kelimesi-mefhumu zımnında toplanmıştır.

Mahlûkat ve mevcudât içerisinde zikirden uzak bir varlık düşünülemez. İstisnasız hepsi; âlemlerin yegâne hâlikı, sahibi-mâliki, zikredilmeye lâyık olan Rabb'lerini kendi dillerince-hallerince zikredip tesbih ederler. Nitekim bir âyet-i celilede, “Hiçbir şey yoktur ki, Allâh'ı tesbih etmesin. Fakat siz onların tesbihlerini anlayamazsınız”(1) buyuruluyor.
***

Varlık âleminin tamamını içine alan zikirden, gâyet tabii ki insanı tecrid etmek mümkün değildir. O da diğer varlıklar gibi, her şeyiyle muhtaç ve bağlı olduğu Rabb'ini zikretmekle mükelleftir. Her an muhtaç olduğumuz şeyleri bize meccânen ikrâm ve ihsân eden, bizi hiçbir zaman unutmayan Allâh'ı zikretmek, insanın en mühim vazifelerinden bir tanesidir.

İnsan burada, rahat zamanda Rabb'ini daima zikrederse, muhakkak ki Allah Teâlâ da onun darda kaldığı, muhtaç olduğu zamanda imdâdına yetişecek, rahmet rüzgârlarını gönderecek, yalnız ve çaresiz bırakmayacaktır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur:

“Siz beni zikredin ki, ben de sizi yâd edeyim. Bana şükredin, nankörlük etmeyin.”(2)
***

İKİ TÜRLÜ ZİKİR VARDIR

1. Zikr-i cehrî,

2. Zikr-i hafî.


Zikr-i cehrî yani alenî zikir, dille ve sesli olarak (sadece kendisinin işitebileceği tarzda) yapılan zikirdir. Dille-sesli yapılan zikri esas alan tarikatlare, cehrî tarikat denir.

Zikr-i hafî ise gizli yapılan zikirdir. Buna zikr-i kalbî de denir. Kalbî zikirde dil dahil hiçbir aza müdahil değildir, hareketsizdir; mezkûru (Allah'ı) sadece kalp zikreder. O kalp de bildiğimiz kan dolaşımını temin eden yürek değil, onun içinde keyfiyetsiz/şekilsiz olarak mevcut olan, Âlem-i Emr'e bağlı ve onun bir enmûzeci/misali bulunan manevi kalptir. Kalbi zikreden zâkir, kalbinin "Allah-Allah-Allah..." dediğini işitir.

Kalbî zikirle meşgul olan kişi, zikredilenden (Allah'tan) başka her şeyden geçer... O'ndan başka hiçbir şeyi hatırlamaz. Şayet başka şeyler kalbine gelecek-girecek olursa, derhal zikri bırakıp rabıtayla mâsivâyı attıktan sonra ancak zikre devam eder, edebilir. (3)
***

Mutlak zikir her hâlükârda yapılabilirse de, usûl ve âdâbına uygun kalbî zikir için öncelikle zikre hazırlık babında yapılması gereken hususlar vardır ki, bunları da, o zikre mezûn (ehil) olan kişi zaten bilir ve yerine getirir. Bununla birlikte o yapılması gereken şeyleri maddeler halinde şöyle hulasa edebiliriz:

a) Tam bir taharet-temizlik-abdest... Yani kişinin gerek şahsı ve gerekse zikirde bulunacağı mahallin temizliği şart...

b) Ayrıca zikir mekânının tenha olması, kalbi meşgul edecek her türlü dış tesirlerden olabildiğince uzak bulunması gerekir.

c) Vesâtat-ı aliyye (mürşidi ve silsilesi) ile irtibatı temin için, bir Fatiha üç İhlâs-ı şerif okuyup onların mübarek ruhlarına hediye...

d) Zikrin mahalli olan kalbin temizliği için istiğfar...

e) Yine zikre hazırlık için kalbin salavât-ı şerifeyle süslenmesi...

f) Allah'tan gayri her şeyi (mâsivâyı) unutup kalbin zikredecek kıvama gelebilmesi için belli bir süre râbıta...

g) Sonrasında da zikir.
***

ZİKRİN YERİ VE ZAMANI

Zikrin yeri burasıdır, yani içinde yaşadğımız bu âlem... Zamanı da bize verilen ömürle sınırlıdır; öldükten sonra zikirle meşgul olmak imkânsız. Her şey gibi zikir de, zamanında ve zemininde yapılırsa makbul... Yoksa, hiçbir fayda temin etmiyor.

Tarîk-ı Nakşibendiye'nin Silsiletü'l-Müceddidîn kolu silsilesinin 33. ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) hazretleri, bu hususu beyan sadedinde buyurmuşlardır ki: "Kıyamet gününde mahşerin dehşetinden, herkes orada zikretmeye başlar... Melâike-yi kirâm da onlara, 'Zikrin yeri geçti; o, dünyada olacaktı!' derler."

Velhâsıl, unutmayan unutulmayacaktır; ne dünyada, ne de ukbâda... Unutan ise, unutulmaya mahkûmdur; hem de hatırlanmaya en çok muhtaç olduğu anda...
***

Yapmakla mükellef bulunduğumuz ibâdetlerin edâsı için bazılarında zaman, bazılarında hem zaman hem de mekân şartı olduğu halde, mutlak zikir için belli bir zaman ve belli mekân bahis mevzuu değildir.

Mutlak zikrin ne muayyen bir zamanı, ne de husûsi bir mekânı vardır. Her yerde, her zaman ve –tâbiri câizse– her pozisyonda yapılabir. Nitekim bu husus Kur‘ân-ı Kerim'de, “Onlar (mü'minler), ayakta dururken, otururken, yanları üzerinde yatarken hep Allâh'ı zikrederler...”(4) diye beyan olunmaktadır.


DİPNOTLAR
(1) Kur’ân-ı Kerim, İsrâ sûresi, 17/44.
(2) Kur’ân-ı Kerim, Bakara sûresi, 2/52.
(3) Serrâc, Ebû Nasr, el-Luma’, Kahire, 1960, s. 290; Kuşeyrî, Abdülkerim b. Havâzin, er-Risâle, Kahire, 1966, s. 464; Gazâli, Ebû Muhammed b. Muhammed, İhyâu Ulûmiddîn, Kahire 1339, 1, 301; Tehênvî, Muhammed b. Ali, Keşşâf-ı Istılâhât-ı Fünûn, İstanbul, 1318, 1, 563; Risâle-i Kibrît-i ahmer, li-Muharririhî, Şirket-i Mürettibiyye Matbaası, yyyy. s. 5.
(4) Kur’ân-ı Kerim, Âl-i İmrân sûresi, 3/191.

Allah razı olsun kardeşim, Resulullah (s.av)hadisi şerflerinde buyurdular ki "İnsanın cesedinde bir parça et varki o felah olursa bütün beden felah olur ,o fesada giderse bütün azalar fesada gider" tasavvufi yönden kalp Allahı zikrederse diğer azalar bundan gafil olurmu

Aklın ve ruhun inkişafı içün rabıta-i şerife ve zikri kalbi zaruridir.(sahibi zaman S.H.T)

Sevgili NUSRET429;

Yerinden ve hakiki menşeinden yapmış olduğun katkılardan dolayı teşekkür ederim.

Rabbim Zatının, Rasûlü'nın, varislerinin sözlerini sadece nakille kalmayıp hayatımızın her safhasına tatbik edebilmeyi cümlemize nasip ve müyesser kılsın. Gerek Kitabımız, gerek Sünen-i seniyye ve gerekse zahiri ve batıni içtihatlar, keşif ve müşahedeler, hakikat ve marifetler üzerinde tefekkür ve tezekkürle sahih terkipler yapabilmeyi lûtfetsin.

Selam ve muhabbetlerimle...

Cümlemize

"Esnâ-yı zikirde nefsin hâtıratından men'i için birçok usûl vardır.

"En kolayı, bütün havâsla cânib-i kalbe teveccühtür.

"Bu teveccüh perîşân olunca, kalbe teveccühü tekrar ve temerküz ettirmeğe devam lazımdır.

"Fakat, lâtîfe-i kalp velâyet-i suğrâ'ya vâsıl olmadıkça, kalbin tamamen hâtırattan selâmetine imkân yoktur."
(Süleyman Hilmi Silistrevî k.s., Mektuplar, s. 34)
***

Bugünkü dille (mealen, kırık-dökük) şöyle ifade edebiliriz:

Zikir esnasında nefsin hâtıralarından-vesveselerinden kurtulmanın, onlara mâni olmanın birçok usûlü-erkânı, yolu-yöntemi vardır. Bunların en kolay olanı ise, hayâl, vehim, hâfıza, hiss-i müşterek-ortak duyular gibi bütün duygularla kalp tarafına yönelmektir.

Bu yönelme dağınık ve karışık hâle gelince, kalbe yönelmeyi tekrar etmek; derlenip toparlanma, dikkati aynı noktada toplama işine devam etmek lazımdır.

Fakat lâtîfe-i kalp yani maddî anlamdaki kalple ilgisi bulanan, onun içinde keyfiyetsiz-şekilsiz bir halde olan manevi-hakiki kalp, velâyet-i suğrâ'ya (veililiğin ilk basamağına, makamına) kavuşmadıkça, kalbin tamamen hâtıralardan-vesveselerden kurtulması mümkün değildir.
***
"Kavlen, fiilen, amelen, havâtıran estağfirullâhe'l-azıym ve etûbü ileyk min cemîi mâ keriha'llâh"

Kavlen, fiilen, amelen, havâtıran estağfirullâhe'l-azıym ve etûbü ileyk min cemîi mâ keriha'llâh" ....... BU BÜYÜK İSTİĞFARI TEKRAR HATIRLATTIĞINIZ İÇİN TŞK. ALLAH RAZI OLSUN ....

Sevgili ZEYD kardeşim; Rabbim cümlemizden râzı olsun. Topyekün harekât ve sekenâtımızı rızâ çizgisinin dışına taşırmasın.

Dediğiniz gibi, bazı şeyleri -özellikle de çok önem arzeden hususları- mü'minlerin, zaman zaman biribirlerine hatırlatmalarında mutlaka büyük yarar var. Hatta bilmediklerimizi öğrenmek kadar önemli... Zira unutulmaya yüz tutan, kafamızdan-kalbimizden silinmese de üzeri küllenen nice bilgiler mevcut. Yazmanın da sohbetin de asıl maksadı-hedefi bu değil mi zaten...

Rabbim; mukadder olan ömrümüz süresince bildiklerimizle amil, amellerimizde muhlis, bilmediklerimizi de öğrenmeye talip olmaktan mahrum bırakmasın.

Selam ve muhabbetler...

"Kıyamet gününde mahşerin dehşetinden, herkes orada zikretmeye başlar... Melâike-yi kirâm da onlara, 'Zikrin yeri geçti; o, dünyada olacaktı!' derler."
Allahu taala gaflette bırakmasın, zamanında zikre gönül verenlerden eylesin..
Hocam ellinize sağlık.

Sevgili kardeşim arifus...

İlgin, duan ve kısa bir iktibasla yaptığın güzel değerlendirmen için şükranlar...

Selam ve muhabbetlerimle...


Blog Paylaşımları

MollaCami.Com