Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Cevşen Sahih Değil!

Merhabalar,
Sayın Cevşen Münekkidleri,
Cevşenin rivayeti hususundaki endişelerinizi saygıyla karşılıyorum. Şia kaynaklı olan bu eserin evvela başta kendim olmak üzere çok çok daha fazla okunması gerektiğine inanıyorum. Benim yaklaşım tarzım şu: Dua içerisinde geçen ifadeler/bilgiler bizim ( Ehli Sünnetin ) sahih olarak kabul ettiği kaynaklarla çelişip çelişmediği... Şayet burada herhangi bir muhalif bilgi yoksa rahatlıkla okunabilir. Yani bu durum kişinin imanı seviyesi açısından bir sakınca doğurmaz. Aksine Allah'ın yüce sıfatlarını bir arada toplamış bunun gibi bir duayı tekrarlamak bence kulun terakkiyatı açısından artısı bile vardır. Deniyor ki Peygamberimizden ravi başka dualar da var. Hiç bir kimsenin o duaları yapıp bu duaları yapılmaması gerektiği hususunda bir lakırdı sarf etmemiştir.
Arkadaşlar; lütfen şu zor zamanlarda bizlerin mümkün olduğunca daha fazla münacaat etmemiz gerekirken şu dualar sahih, şunlar sahih değil diye ayırımcılığı biraz daha körüklemek...Gene tekrar ediyorum... yapılan amel sahih rivayete muhalif mi değil mi. Değilse lütfen. cevşen okuyupta dua etme alışkanlığı olanların aklına şüphe sokmayalım.
Selametle.....

Pardon ama DİNLER ARASI DİYALOG nedemek bu sorunun cevabını alabilrmiyim. Ya da kalsın ben siz cevşen savunucuların vereceği cevabı gayet iyi biliyorum. Yazık ki böle bir mesele günümüzde gündemden düşmemekte. Ne vasat ki Allahın (CC) tek dinin İSLAM olduğunu söylediğini bildikleri halde bazı Müslümanlara karşı örğütlenmiş gruplar insanları kandırabiliyor. Ve bazılarımızda bu söylenenlere inanabiliyor. HZ MUHAMMET (SAV) dünyaya teşrif ettiğinde ve İslam dinini getirdiğinde ve Kuranı Kerimin bizlere kitap olrak indiğini söylediğinde diğer bütün kutsal kitapların ve bazı uydurma dinlerin hükmü kalkmıştır. Biz diğer kutsal kitaplarada diğer bütün peygamberelrede inanıyoruz. Ama "La İlahe İllallah Muhammeder Resullullah" dan Muhammeder resullullah kısmını çıkartırsak aslında heğimizin inandığı şeye gelmiş oluruz diye söyleyen ve müslümanım diyen F.Gülen beyefendiye haddini bilmesini söylemek gerekir. Okim oluyorki bu tevhidi bölme cüretinde bulunuyor ve Cevşen ne oluyorki Kurandan üstün tutuluyor. Burada yanlışları söylemek Nurculara karşı gelen birşeyse kusura bakmayın arkadaşlar. Yanlış birşey yapılıyorsa bu her yerde dile getirilmelidir. SAYGILARIMLA. (DİNLER ARASI DİYALOG KİTABINI LÜTFEN HERKEZ OKUSUN)

SÜRÇİ LİSAN ETTİYSEM AFFOLA

(BU ARADA YAZILARIMDAN BİRİ OLAN KALBİN MÜHÜRLENMESİ Nİ OKUYUN.
ALLAH U TEALA BİZLERİN KALPLERİNİ İMANLA MÜHÜRLESİN:))

''Dua müminin silahıdır''hadisi şerifini hatırlatarak bunca polemiğe girilmenin anlamsız olduğunu düşünerek,zaman birlik zamanı ,müslümanın uyanış zamanı olduğunuda hatırlataraktan bu tip provokasyonlara meyil vermeyin kardeşler...Din mantık dini ise cevşenin cüzi akla aykırı bir muhteva içermediği gayet ayan...Halis niyetler ve güzel dualarla...

cenab-ı hak bir kitap göndermiş ve peygamber efedimiz sadece kuranı okutup eğretmiştir.

Din ararsanız size islam yeter, kitap arariseniz size kuran-ı kerim yeter.

ayrıca K.kerim haricinde hiçbir kitabı okumak sevap değildir ve hiçbir kitabın hatimi olmaz sizler cevşeninde bir hatimi olduğunu duyduğumdaki hayretimi bir bilseniz.

arkadaşlar duaya lafımız yok fakat cevşen K.kerimlemi yarışıyor allah korusun yaa tamam dua kitabi okunur fakat bence hiçbir kitap K.kerimden daha fazla olamaz yoksa K.kerimbizlerden yarın ahirette şikayetçi olur.bu kitap hangisi olursa olsun ne kitabı olursa olsun.

tekrar yazıyorum maksadımız
kimseye çamur atmak leke kılmak değil
kimsenin duasına karrışmak değil o allah ile kul arasında olan bir şey.

biz yalnışları dile getiriyoruz eğer bizler yannış biliyorsak lütfen düzelin bizleri..


ADIGÜZEL

Demişsiniz ki:
zaman birlik zamanı ,müslümanın uyanış zamanı

Değerli kardeşim ne güzel ifade etmişsiniz...
Evet,zaman birlik zamanı müslümanın uyanma vakti.
Çünkü bu gaflet yüzünden pekçok değerini kaybetti...

Peki kim bozuyor bu birliği?
Ehl-i Sünnet alimleri bildirmediği halde,Kutub-u Sitte'de onca sahih dua
duruken "Cevşen"'i dayatanlar mı?

Yoksa Peygamber Efendimiz'i “sallallahü aleyhi ve sellem”,Eshab-ı Kiram'ı,
Tabiin'i,Tebe-i tabiin'i..........kendilerine rehber edinmiş Ehl-i Sünnet alimlerinin
takipçileri mi?

Selçuklu...Osmanlı...İşte bu temiz ecdat,Ehl-i Sünnet Alimlerini
kendilerine baştacı ederek yükseldiler....
Onlar "cevşen" okumadı!

Evet,müslümanın uyanma vaktidir!
O halde UYAN MÜSLÜMAN!
Dinde reformcuların,mezhepsizlerin,din yobazlarının,fen yobazlarının senin
kanına girerek akıttıkları zehirden kurtulmak istiyorsan;
bir buçuk asırdır en saf haliyle sana ulaşan Ehl-i Sünnet itikadına yapış.

Süslü sözlerle,ağlayan gözlerle imanını çalmaya yeltenenleri reddet!
O zaman göreceksin ki:"Tüm müslümanlar BİR!"

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İnsanların en hayırlısı asrımdaki müslümanlar [Eshab-ı kiram]dır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tabiin] dir. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tebe-i tabiin] dir. Artık bunlardan sonra yalan yayılır. Bunların [Eshabımın yolunda olmayanların] sözlerine ve işlerine inanmayınız!)
[Buhari]

(Bid'atler yayıldığı, sonra gelenler, öncekilere lanet ettiği zaman, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Doğruyu bilip de gücü yettiği halde, doğruyu bildirmeyen kimse, Allahü teâlânın Muhammed aleyhisselama indirdiği Kur'an-ı kerimi gizlemiş olur.) [İbni Asakir]

Değerli kardeşim,eğer ana yazıyı dikkatlice okursanız cevşen'in içeriğinden çok onunla
ilgili sahte rivayetler üzerinde durulmuştur.

Ehl-i Sünnet itakında olan biri bilir ve inanır ki:
Herhangi bir savaşta Cebrail aleyselam Peygamber Efendimize "cevşen" adlı bir dua
GE-TİR-ME-MİŞ-TİR!
Bu duanın herhangi bir duaya herhangi bir üstünlüğü YOK-TUR!


***********************************************
*****************
******
***
*
Demişsiniz ki:
.....Din mantık dini ise...

İslamiyet nakil dinidir ve selim akla uygundur. Dinde aklın önemi büyüktür. Ancak yalnız akla uyup, yalnız ona güvenip yanılan kimseye felsefeci denir. Aklın erdiği şeylerde ona güvenen, aklın ermediği yanıldığı yerlerde, İslam ışığı altında akla doğruyu gösteren büyük zatlara, İslam âlimi denir. Akıl göz gibidir. İslamiyet de ışık gibidir. Göz karanlıkta cisimleri göremez. Görmesi için ışık gerekir.
Bunun için Hz. Ali, (Din, akıl ve görüş ile olsaydı, mestin üstünü değil de altını meshetmek gerekirdi) buyurmuştur.


***********************************************
*****************
******
***
*
Demişsiniz ki:
....Halis niyetler ve güzel dualarla...

Böyle konularda iyi niyet yeterli değildir.Bilmemek özür değildir.

Hadis-i şerifde buyuruldu ki:
"Cehennem iyi niyetlilerle doludur."

Essleamu Aleykum... Değerli Kardesim Yazında

"başta kendim olmak üzere çok çok daha fazla okunması gerektiğine inanıyorum." ve

"Şayet burada herhangi bir muhalif bilgi yoksa rahatlıkla okunabilir." Şeklinde belirtmişsin.

Öncelikle Sunu biliyoruz ki İslamın, Kitap ve Sünnetle belirlediği İbadetler bütün müslümanlarca kesin ve acık sekilde
bilinmekte ve Rasulullah (s.a.v.)'in bizzat uyguldığı biçimlerde bu ibadetler bütün dunya muslumanları tarafından yaklasık
1400 yılı askın bır suredır Uygulanmaktadır. Rasullullahın (s.a.v) Uyguladıgı bu İbadetler Kur'an ve sünnette Sahih
Delilleriyle subut bulmustur. Rasulullah (s.a.v.) Bu İbadetleri Kendi Heva ve hevesinde göre degil Kendisine Vahyolunana
tabi olmus Ne bir adım One gecmis Nede geri kalmıstır.

Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır; 'Emirden sana ait hiçbir şey yoktur." yalnız Allah'ındır." (Ai-i imran. 3/154), "De ki: 'Ben size yanımda Allah'ın hazineleri vardır, demiyorum. Ben gayb'ı da
bilmem, şüphesiz ben bir meleğim de demiyorum. Ben ancak bana vahyolunana uyarım.'" (En'âm-50)"Peygamberler üzerinde apaçık
tebliğden başka bir görev var mı?" (en-Nahl, 16/35); "Eğer yüz çevirirlerse sana düşen ancak açıkça bir tebliğden ibarettir."
(en-Nam, 16/82); "O'na itaat ederseniz, hidayet bulursunuz. Peygambere düşen de ancak apaçık tebliğdir." (en-Nur, 24/54);
"Peygambere de itaat edin, eğer yüz çevirirseniz peygamberimize düşen ancak apaçık tebliğdir." (et-Teğabun, 64/12)
O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz.O(nun konuşması kendisine ) vahyedilenden başkası değildir.(Necm 53/ 3-4)

Bu ayetleri çoğaltmak mumkundur ancak aklı selim olan Rasullah (s.a.v.)'in bildirdiği herseyin vahiy yoluyla oldugunu
anlaması güç olmaz. Sahih eselerde Kendisine sorulan sorularda kımı zaman sukut etmesi de dogrusunu soylemek ıcın vahiy
beklemsinden kaynaklanır. ,

Şimdi Rasulullah (s.a.v.) Dahi kendi hevasından konusamıyor ise bizde, bu bence soyledir kanımca boyle olmalı gıbı bos olan
seyler soyleyemeyız. Bu tür Söylşemleri usul kabul etmez ve hiç bir ilme dayanmaz. Çünkü bu din Kimsenin Zannınca yada kanaatince olusmamıstır. Oyleyse Peygemberlere verilen kitaplara
şeriatlere ne gerek vardı!!!! Şeriat koymak beşerin değil alemlerin Rabbinin hakkıdır. Şayet şeriat koymak insanlara
bırakılsaydı, şeriat nsil olmaz, peygamber gönderilmezdi. Bu yüzden dinde bid'at koyan, kendini Allah'a denk görmüş olur.
böylece ihtilaf kapısınıda açar.

Bu gibi Kelamlar Dini derinden zedeleyen konusmalardı. Öyleyse Dunya uzerındekı Her İnsan Kanınca bir seriat koysaydı
yeryüzünde ortaya çıkan dınleri saymak ıcın muhasebecıler tutmak zorunda kalırdık.

islamda bir seyin mesru oldugunu anlamak ıcın kitap ve sünnetten baska bas vuruluacak yol yoktur.
Ayrıca Bu din akıl yoluyla degıl nakılle gelmıstır. Aklı Naklı anlamak ıcın kullanırız. Aklı naklın onune gecırmeyız.
Oyle olsaydı abdest alırken gıydıgımız mestlerın altını mes ederdık ama Rasulullah sadece uzerını mes etmıstır.

Konuyu daha ıyı kavramak ıcın sahih kaynaklarda ki bu Ehli sünnet alimlerinin ittifakı ve tum muslumanların ıcma ile kabul
ettıklerı alimlerin eserlerine basvurmaktan baska yol yoktur. Çünkü onlarda Rasulullah,Raşid Halifeleri, Sahabi, Tabiin,ve
tebau-Tabiin
olan En hayırlı nesıllerden Beslenmıslerdır. Sonra cıkan sapık fırkalardan degıl. Rasulullah.


Allah (c.c) Maide suresinde şöyle buyurmaktadır,

Bu gün size dininizi ikmal ettim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için islamı beğendim. (Maide 5/3)
buyurmaktadır.

Yani o gün din ne ise bu günde aynıdır. Aksini idda eden Allah rasulu(s.a.v.)'in dini tebliğ etmedigini bu dini eksik
bırakarak dini tamamlamadan onda eksiklikler bırakarak vefat ettiğini söyleyerek büyük bir iftira ile rasullah'a dil
uzatmıs olur.Zira maide suresi 3. ayeti kerimesine iman eden her müslüman dinin kemale erdiğine iman etmiş, aksini
soyleyen de buyuk bir sapıklıkla sapmış olur.Boyle bir durumdan Allah'a sıgınırız. çünkü Allah azze ve celle " Ey rasul!
Rabbinden sana indirileni tebliğ et.Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. ( Maide 5/67) buyurmaktadır.

Allah rasulu bir hadisinde soyle buyurmaktadır "benden öncekiler içinde hiç bir peygamber yoktur ki, ümmetine bilmedikleri
hayrı göstermek ve bilmedikleri kötülüklerden sakındırmak üzerine vazife olmasın"(Sahih-i Müslim)

Aklı selim her müslüman bu hadisden bilir ve anlarki Rasulullah (s.a.v.) kendsisinden Önceki Rasullerin yaptıklarından
beri degildir. O rasullerin en faziletlisi ve seçkinidir. ayrıca Başka bir hadsinde de "Sizi cennete yaklaştıracak herşeyi
ve sizi cehennemden uzaklaştıracak herşeyi size açıkladım. (Taberani) ve "Sizleri geceside gündüzü gib olan bir aydınık
yolda bıraktım. Benden sonra kim bu yoldan saparsa helak olur." (İbn Mace)

Anlasılyorki Rasulullah (s.a.v) Kendisine Vahyedileni tebliğ etmis faziletli herbir ibadet ve ameli öğretmeden ümmetinin
arasından ayrılmamıstır.

Ve Allah azze ve celle Kur'an-ı kerimde Rasulu (s.a.v.)'e Ümmetine şöye söylemesini buyurmuştur. "Şüphesiz bu benim
dosdoğru yolumdur.Bana uyun (başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ı yolundan ayırır.(En'am 153)

RAsulu ekrem (s.a.v.)'de Sonradan uydurulup Dine sokulan her türlü yenilikten ve sapıklıktan ümmetini sakındırmıştır.
Konu yanlış anlaşılmaması için şöyle bir hatırlatma yapalım. Günlük hayatta Yeni buluşlar ortaya çıkarmak ve insanların
yararına sunmak ki (Teknolıji ve diğer alanlarda) bu dinimizde mubahtır.çünkü günlük hayatta yeni şeyler ortaya çıkarmkta
asıl olan, mubah oluştur. Dinde Yeni şeyler ortaya çıkarmak ise, Haramdır.Çünkü dinde asıl olan, Kur'an ve sünnetle sabit
olmasıdır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.)' de şöyle buyurmaktadır. "Her kim, bu işimizde (Dinimizde) olmayan birşeyi ona
ihdas ederse,o şey kendisinden reddolunur."Dine sonradan sokulan yeniliklerden sakının. zira dine sonradan sokulan her
yenılık bid'adtir ve her bid'at de sapıklıktır.
Her sapıklık da ateştedir( Ebu Davud-Tirmizi) HAdislerden anlaşıldığı üzere de İbadet ve itikatta yapılan bid'atler Haramdır.

Ayrıca Bid'atleri Hasene yada seyyie diye ayıran kimse yanılgı ve hataya düşmüş ve Peygamber (s.a.v.)'in " Ve her bid'at
sapıklıktır(dalalettir)." Emrine aykırı davranmıştır. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) bütün bid'atlerin dalalet olduğuna
hükmetmiştir.


Kur'an ve sünnette sabit bu naslardan da anlaşılacağı üzere İslamda bir şeyin meşruluğu bu şekilde bilinmektedir.
Bunun dışında kalanlar dine sonradan sokulmuş Bid'atler hurafeler ve sapıklıklardır. Her sapıklıkta ateştedir.

Şimdi kendi kendimize şunu soralım. Rasulullah'a(S.A.V) Cevşen geldiyse delilleri Nerede. Şia'nın Hadis külliyatının ana
Kaynağı olan Kutub-i Erbeada bile bulunmayan bu uydurma hadisi Niçin Seçkin Muhaddislerin bırakın birinci derece sahih
olanları ikinci derece olanlarında bile bulamıyoruz. Ayrıca Cevşen diye uydurulan bu dua Rasullah(s.a.v.) gelmiş olsa
Niçin Aynı savaşta çift zırh gıyınerek Savaşmaya devam etti. O kadar koruyucu idi madem Niçin Allah Rasulu (s.a.v.)'in
vucudu Yaralar içinde kaldı ve mübarek dişi kırıldı. Niçin Hiç bir sahabeden bu duayla alakalı tek bir nakil yok. Varsa nerede.
Kendisini Ehli sünnet sınıfına Koyanlar Niçin Hala aklı selim düşünmüyorlar. Heva ve heveslerine uyuyorlar. Kim Allahın indirdiği
ve Rasulunun bildirdiginden baskasıyla amel ederse o reddedilmiştir. Fettullah Gülen'in konu hakkında sorulan soruya verdiği
şÖyleyse denilir ki Kim olursa olsun Şeriatten üstün olamaz.Kim bunu iddaa ederse Deccalin ta kendisidir.
ve Allah Subhanehu ve Teala Şöyle buyurmaktadır. "Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha
sapık kim olabilir? Elbette Allah zalim kavmi doğru yola iletmez.(Kasas 28/50) Cevşenin içinde Allah azze ve celle
ye ait lafızlar bulunması onun uydurma bir bid'at oldugunu değiştirmez. Cevşenle ilgi olarak, Buhari, Muslim, Ebu Davud,
Tirmizi, İbn Mace,Beyhaki ve daha bir çok seçkin Alimlerin hiçbirinde bu konuda nakil yoktur. Uydurma olduğu ayan beyan
ortadadır. Bu uydurma Hadisin bir şia Uydurması olduğunu soylemekte başka nakli bile caiz olmasa gerek.... ESselamu Aleykum

Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır; 'Emirden sana ait hiçbir şey yoktur." yalnız Allah'ındır." (Ai-i imran. 3/154), "De ki: 'Ben size yanımda Allah'ın hazineleri vardır, demiyorum. Ben gayb'ı da
bilmem, şüphesiz ben bir meleğim de demiyorum. Ben ancak bana vahyolunana uyarım.'" (En'âm-50)"Peygamberler üzerinde apaçık
tebliğden başka bir görev var mı?" (en-Nahl, 16/35); "Eğer yüz çevirirlerse sana düşen ancak açıkça bir tebliğden ibarettir."
(en-Nam, 16/82); "O'na itaat ederseniz, hidayet bulursunuz. Peygambere düşen de ancak apaçık tebliğdir." (en-Nur, 24/54);
"Peygambere de itaat edin, eğer yüz çevirirseniz peygamberimize düşen ancak apaçık tebliğdir." (et-Teğabun, 64/12)
O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz.O(nun konuşması kendisine ) vahyedilenden başkası değildir.(Necm 53/ 3-4)

Bu ayetleri çoğaltmak mumkundur ancak aklı selim olan Rasullah (s.a.v.)'in bildirdiği herseyin vahiy yoluyla oldugunu
anlaması güç olmaz. Sahih eselerde Kendisine sorulan sorularda kımı zaman sukut etmesi de dogrusunu soylemek ıcın vahiy
beklemsinden kaynaklanır. ,

Essleamu Aleykum...

Öncelikle Sunu biliyoruz ki İslamın, Kitap ve Sünnetle belirlediği İbadetler bütün müslümanlarca kesin ve acık sekilde bilinmekte ve Rasulullah (s.a.v.)'in bizzat uyguldığı biçimlerde bu ibadetler bütün dunya muslumanları tarafından yaklasık 1400 yılı askın bır suredır Uygulanmaktadır. Rasullullahın (s.a.v) Uyguladıgı bu İbadetler Kur'an ve sünnette Sahih Delilleriyle subut bulmustur. Rasulullah (s.a.v.) Bu İbadetleri Kendi Heva ve hevesinde göre degil Kendisine Vahyolunana tabi olmus Ne bir adım One gecmis Nede geri kalmıstır.

Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır; 'Emirden sana ait hiçbir şey yoktur." (en-Nam, 16/82); "O'na itaat ederseniz, hidayet bulursunuz. Peygambere düşen de ancak apaçık tebliğdir." (en-Nur, 24/54); "Peygambere de itaat edin, eğer yüz çevirirseniz peygamberimize düşen ancak apaçık tebliğdir." (et-Teğabun, 64/12)
O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz.O(nun konuşması kendisine ) vahyedilenden başkası değildir.(Necm 53/ 3-4)

Bu ayetleri çoğaltmak mumkundur ancak aklı selim olan Rasullah (s.a.v.)'in bildirdiği herseyin vahiy yoluyla oldugunu anlaması güç olmaz. Sahih eselerde Kendisine sorulan sorularda kımı zaman sukut etmesi de dogrusunu soylemek ıcın vahiy beklemsinden kaynaklanır. ,

Şimdi Rasulullah (s.a.v.) Dahi kendi hevasından konusamıyor ise bizde, bu bence soyledir kanımca boyle olmalı gıbı bos olan seyler soyleyemeyız. Bu tür Söylşemleri usul kabul etmez ve hiç bir ilme dayanmaz. Çünkü bu din Kimsenin Zannınca yada kanaatince olusmamıstır. Oyleyse Peygemberlere verilen kitaplara şeriatlere ne gerek vardı!!!! Şeriat koymak beşerin değil alemlerin Rabbinin hakkıdır. Şayet şeriat koymak insanlara bırakılsaydı, şeriat nsil olmaz, peygamber gönderilmezdi. Bu yüzden dinde bid'at koyan, kendini Allah'a denk görmüş olur.böylece ihtilaf kapısınıda açar.

Bu gibi Kelamlar Dini derinden zedeleyen konusmalardı. Öyleyse Dunya uzerındekı Her İnsan Kanınca bir seriat koysaydı yeryüzünde ortaya çıkan dınleri saymak ıcın muhasebecıler tutmak zorunda kalırdık.

islamda bir seyin mesru oldugunu anlamak ıcın kitap ve sünnetten baska bas vuruluacak yol yoktur.Ayrıca Bu din akıl yoluyla degıl nakılle gelmıstır. Aklı Naklı anlamak ıcın kullanırız. Aklı naklın onune gecırmeyız. Oyle olsaydı abdest alırken gıydıgımız mestlerın altını mes ederdık ama Rasulullah sadece uzerını mes etmıstır.

Konuyu daha ıyı kavramak ıcın sahih kaynaklarda ki bu Ehli sünnet alimlerinin ittifakı ve tum muslumanların ıcma ile kabul ettıklerı alimlerin eserlerine basvurmaktan baska yol yoktur. Çünkü onlarda Rasulullah,Raşid Halifeleri, Sahabi, Tabiin,ve tebau-Tabiin olan En hayırlı nesıllerden Beslenmıslerdır. Sonra cıkan sapık fırkalardan degıl. Rasulullah.

Allah (c.c) Maide suresinde şöyle buyurmaktadır; Bu gün size dininizi ikmal ettim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için islamı beğendim. (Maide 5/3)
buyurmaktadır.

Yani o gün din ne ise bu günde aynıdır. Aksini idda eden Allah rasulu(s.a.v.)'in dini tebliğ etmedigini bu dini eksik bırakarak dini tamamlamadan onda eksiklikler bırakarak vefat ettiğini söyleyerek büyük bir iftira ile rasullah'a dil uzatmıs olur.Zira maide suresi 3. ayeti kerimesine iman eden her müslüman dinin kemale erdiğine iman etmiş, aksini
soyleyen de buyuk bir sapıklıkla sapmış olur.Boyle bir durumdan Allah'a sıgınırız. çünkü Allah azze ve celle " Ey rasul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et.Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. ( Maide 5/67) buyurmaktadır.

Allah rasulu bir hadisinde soyle buyurmaktadır "benden öncekiler içinde hiç bir peygamber yoktur ki, ümmetine bilmedikleri hayrı göstermek ve bilmedikleri kötülüklerden sakındırmak üzerine vazife olmasın"(Sahih-i Müslim)
Aklı selim her müslüman bu hadisden bilir ve anlarki Rasulullah (s.a.v.) kendsisinden Önceki Rasullerin yaptıklarından beri degildir. O rasullerin en faziletlisi ve seçkinidir. ayrıca Başka bir hadsinde de "Sizi cennete yaklaştıracak herşeyi ve sizi cehennemden uzaklaştıracak herşeyi size açıkladım. (Taberani) ve "Sizleri geceside gündüzü gib olan bir aydınık yolda bıraktım. Benden sonra kim bu yoldan saparsa helak olur." (İbn Mace)

Anlasılyorki Rasulullah (s.a.v) Kendisine Vahyedileni tebliğ etmis faziletli herbir ibadet ve ameli öğretmeden ümmetinin arasından ayrılmamıstır. Ve Allah azze ve celle Kur'an-ı kerimde Rasulu (s.a.v.)'e Ümmetine şöye söylemesini buyurmuştur. "Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur.Bana uyun (başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ı yolundan ayırır.(En'am 153)

Rasulu ekrem (s.a.v.)'de Sonradan uydurulup Dine sokulan her türlü yenilikten ve sapıklıktan ümmetini sakındırmıştır.Konu yanlış anlaşılmaması için şöyle bir hatırlatma yapalım. Günlük hayatta Yeni buluşlar ortaya çıkarmak ve insanların
yararına sunmak ki (Teknolıji ve diğer alanlarda) bu dinimizde mubahtır.çünkü günlük hayatta yeni şeyler ortaya çıkarmkta asıl olan, mubah oluştur. Dinde Yeni şeyler ortaya çıkarmak ise, Haramdır.Çünkü dinde asıl olan, Kur'an ve sünnetle sabit olmasıdır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.)' de şöyle buyurmaktadır. "Her kim, bu işimizde (Dinimizde) olmayan birşeyi ona ihdas ederse,o şey kendisinden reddolunur."Dine sonradan sokulan yeniliklerden sakının. zira dine sonradan sokulan her yenılık bid'adtir ve her bid'at de sapıklıktır.Her sapıklık da ateştedir( Ebu Davud-Tirmizi) Hadislerden anlaşıldığı üzere de İbadet ve itikatta yapılan bid'atler Haramdır.

Ayrıca Bid'atleri Hasene yada seyyie diye ayıran kimse yanılgı ve hataya düşmüş ve Peygamber (s.a.v.)'in " Ve her bid'at sapıklıktır(dalalettir)." Emrine aykırı davranmıştır. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) bütün bid'atlerin dalalet olduğuna hükmetmiştir.

Kur'an ve sünnette sabit bu naslardan da anlaşılacağı üzere İslamda bir şeyin meşruluğu bu şekilde bilinmektedir.
Bunun dışında kalanlar dine sonradan sokulmuş Bid'atler hurafeler ve sapıklıklardır. Her sapıklıkta ateştedir.

Şimdi kendi kendimize şunu soralım. Rasulullah'a(S.A.V) Cevşen geldiyse delilleri Nerede. Şia'nın Hadis külliyatının ana Kaynağı olan Kutub-i Erbeada bile bulunmayan bu uydurma hadisi Niçin Seçkin Muhaddislerin bırakın birinci derece sahih olanları ikinci derece olanlarında bile bulamıyoruz. Ayrıca Cevşen diye uydurulan bu dua Rasullah(s.a.v.) gelmiş olsa Niçin Aynı savaşta çift zırh gıyınerek Savaşmaya devam etti. O kadar koruyucu idi madem Niçin Allah Rasulu (s.a.v.)'in vucudu Yaralar içinde kaldı ve mübarek dişi kırıldı. Niçin Hiç bir sahabeden bu duayla alakalı tek bir nakil yok. Varsa nerede. Kendisini Ehli sünnet sınıfına Koyanlar Niçin Hala aklı selim düşünmüyorlar. Heva ve heveslerine uyuyorlar. Kim Allahın indirdiği ve Rasulunun bildirdiginden baskasıyla amel ederse o reddedilmiştir. Fettullah Gülen'in konu hakkında sorulan soruya verdiği cevaplar aynen şöyledir. "-Evet sahih delil yoktur, -Evet olmayabilir ancak üstadın okuması bizim için yeterlidir." İşte bu cevap heva ehlinin vereceği ve Sünnette olup olmadığı umrunda bile olmayan bir yerlere bir şeylere taassubla körükörüne tutunanların vereceği bir cevaptır.) Öyleyse denilir ki Kim olursa olsun Şeriatten üstün olamaz.Kim bunu iddaa ederse Deccalin ta kendisidir. ve Allah Subhanehu ve Teala Şöyle buyurmaktadır. "Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir? Elbette Allah zalim kavmi doğru yola iletmez.(Kasas 28/50) Cevşenin içinde Allah azze ve celle ye ait lafızlar bulunması onun uydurma bir bid'at oldugunu değiştirmez. Cevşenle ilgi olarak, Buhari, Muslim, Ebu Davud,Tirmizi, İbn Mace,Beyhaki ve daha bir çok seçkin Alimlerin hiçbirinde bu konuda nakil yoktur. Uydurma olduğu ayan beyan ortadadır. Bu uydurma Hadisin bir şia Uydurması olduğunu soylemekte başka nakli bile caiz olmasa gerek.... Esselamu Aleykum

Cevşen Kudsi Bir Peygamber Münacaatıdır

Türkiye Gazetesi 23/7/1996 tarihindeki sayısında “Bir bilene soralım” köşesinde Ali Güler ismindeki sahıs, çok fahiş bir hata işlemiştir ki, Cevşen-ül Kebir adındaki Kur’anın zübde ve hülâsası, kâinat ve insanın yaradılış gayelerinin neticesi olan Tevhid-i Hâlık vazifesini en ekmel bir tarzda ifade eden ve binbir esma ve sıfat-ı İlâhiyenın nuranî ve kudsî dizisi olan Münacat-i Peygamberiye (A.S.M.) çok basit bir anlayışla ve âmiyane bir görüşle ve son derece sakat bir takım bahanelerle ilişmek istemiştir. Oysa ki, kudsî olan Cevşenin hakikatları ve bunların tecelli ve tezahürleri Risale-i Nur’un eserlerinde nuranî semereler vermesiyle meydandadır. Cevşen-ül Kebir münacatına ilişmek isteyen münekkid zâtın ileri sürdüğü başlıca bahaneleri şunlardır.

1-Cevşen Duası daha çok Şiîler arasında yaygın olmakla birlikte bir kısım Sünnîlerle müşterek tarafı var olduğu..

2-Ne Ehl-iSünnetin, ne de Şia’nın hadis kitaplarında yer almayışı..

3-Cevşen-ül Kebir duasının fazilet ve hâsiyetleri hakkında gelen rivayetlerde mübalağaların bulunduğu..

4-Cevşen-ül Kebir rivayet yoluyla geldiği halde kelimelerinin zaptında son derece bir titizlik içerisinde kayıt edilmesiyle hafızlardan nakledilen rivayetli hadislere benzemediği..

5-Cevşen duası herkesin vâkıf olabileceği bir açıklık içerisinde literatüre geçtiği için gizli tutulmasının imkânsızlığı ki; rivayetteki ifadeye zıt olduğu..

İşte kendini her şeyi bilir edası içerisinde bir köşe yazarı olarak takdim eden zat, basit bir akılcılık tufanına kapılarak kendi basit görüşüne, anlayışına yukarıda sıraladığımız vâhi bahaneleri âdeta bir ilmî kaide tarzında görmüş, ona göre davranmış ve çok yersiz bir ilim furuşluk yapmak istemiştir. Oysa ki; “Ben biliyorum, ben âlimim” diyenin cahilliğini ilân eden hadis-i şerif vardır.

Biz bu kabil davranışı ve sakat görüşü Türkiye Gazetesinin ağırbaşlılık, ilmî vakar ve tasavvuf anlayışıyla kabil-i telif göremedik. Az sonra arzedeceğimiz mes’eleyi açıklığa kavuştumuş olacağız inşâallah...

CEVAPLARA GEÇİYORUZ

1- Cevşen-ül Kebir duası gibi daha pek çok mes’elelerde Şialarla, Ehl-i Sünnetin müşterekliği vardır. Şiaların iştirak ettiği her bir mes’eleyi alıp ilim ve irfan kütüphanemizden söküp atarsak, bir çok mes’ele ve hakikatları kaybetmiş oluruz.

Meselâ: Mehdi Mes’elesinde şialarla Ehl-i Sünnet esasta müşterektirler. Lâkin Şialar mes’eleyi mübalağalı ve hurafeli bir zemine götürmüşlerdir.

Hem meselâ: Hazret-i Ali’nin (RA) yüksek kemalâtı hakkında peygamberimizin yüksek senâları ehl-i sünnetin bütün hadîs kitablarında mevcuttur. Fakat şialar mes’eleyi başka maksad ve gayelere yönlendimişlerdir.

Yine meselâ; bütün sahih hadîs kitaplarımızda: “Dağda, kırda, bayırda her yerde temiz toprak üstünde rahatlıkla secde edilip namaz kılınabileceği” manasında bir hadis-i şerif mevcuddur. Şialar ise bu hadîsi başka bir mecraya çekerek kiremitten secdelik taşlar yaptırarak, sadece onun üstünde secde edilebileceği manasında uygulamişlardır.

İşte Cedvşen-ül Kebir Duası da böyledir. Şialar onun hakkında bir çok mübağalalar uydurmuş ve gayr-i murad yanlış tatbikatlar yapmış olabilirler. Kefenlerine özel tarzda Cevşeni yazdırabilirler; ki aslında Gümüşhanevî Şeyh Ahmed Ziyauddin Hazretlerinin “Mecmuat-ül Ahzab” isimli eserinin cild 1 sahife 243’ün kenarında yazılı buluna, Cevşen-ül Kebir’in hasiyetleri hakkındaki bölümde: “Kefenin üstüne Cevşenin metni yazılır.” diye bir şey yoktur. Belki “Kâfur ve misk ile bir kaba yazılsa kabdaki yazılar su ile eritilip o su ölünün kefenine serpilse” diye yazılıdır.

2- Cevşen-ül Kebir duası hadîs kitablarımızda hattâ şiaların da meşhur hadîs mecmualarında kayıtlı değildir diyerek gayr-i sahihliğine delil gösterilmiş.

Cevap: Cevşen-ül Kebir gibi daha bir çok hususi mes’ele ve büyük dualar meşhur hadîs müdevvenatı olan kitaplarımızda mevcut olmaması, sahih olmadığına delil değildir. Sadece Cevşen-ül Kebir değil, Kur’an’ın bazı sure ve âyetleri bir münacaat duası olan “Kenz-ül Arş” duası gibi bir çok mühim dua ve münacatlar kat’iyen menba-ı Risaletten gelmiş oldukları halde meşhur hadîs kitaplarımızda kayıtlı değildir. Yine bu neviden olarak koskoca Nakşibendiye Tarîkatı’nın esasının hafi zikir tarzında Peygamberimiz (A.S.M.) tarafından Hazret-i Ebubekir-i Sıddık’a (R.A.) mağara içinde hususî bir tarzda talim edildiği Başta İmam-ı Rabbanî (R.A.) “Mektubat’ında”, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri “Marifetname’sinde”, daha birçok tasavvuf kitaplarında önemle kayıtlı olduğu halde, meşhur hiçbir hadîs kitabında yer almamaktadır. Bu durumda ve münekkid zatın kaidesine göre acaba hepsi kâmilîni ulema olan sâdat-ı Nakşibendiyenin kutup ve pirlerinin o tarz görüş ve telâkkileri asılsız bir hurafe midir? Ben bu mes’eleyi özellikle Türkiye Gazetesi’nin ve umumiyetle tasavvufçu müessislerine soruyorum ve cevabını istiyorum. Her ne ise...

3- Kudsî ve emsalsız ve hârika bir münacat-i Peygamberî olan Cevşen-ül Kebir duasının fazilet ve hasiyetleri hakkında gelen rivayette aşiri bir mğbalağanın soz konusu olduğu mes’elesine cevabımız ise:

Evvelâ: Ehl-i sünnet’in ve bunlardan özellikle ehl-i tahkik bir mutasavvıf ve büyük bir veli, ayni zamanda hadîs usûlü ilmine âşina ve bu yolda te’lifatı var olan meşhur Şeyh Ahmet Gümüşhanevî Hazretleri’nin “Mecmuat-ül Ahzab” eseri birinci cilt sahife 243’te yazılı olan rivayetteki ifadelerde; ehl-i sünnetin akıl ve ilim kâidelerine ve sair hâdislerdeki peygamberimizden (A.S.M.) mervi bazı dua ve Kur’an sureleri hakkında gelmiş rivayetlerdeki beyan tarzına hiçde bir mugayereti ya da bir ziyadeliği diye bir şey yoktur.

Sözünü ettiğimiz rivayetlerde makam-ı tergibin icabından olan ve mübalağa gibi görünen bazı sözlerinin ve kelimay-ı Nebeviyenin aksamının vaziyetine âşınalığı olan kimselerin, Cevşen-ül Kebir hakkında varid olmuş rivayeti de uygun bulacakları muhakkaktır.

Kaldı ki, Peygamber (A.S.M.) Cevşen ve emsali duaların fazilet ve sevaplarını evvelâ ve birinci derecede kendi hakkında vaziyetlerini görmüş öylece ifade buyurmuşlardır.

Risale-i Nur bu mes’eleyi ve daha benzer birçok mes’eleleri kökten ve esastan halletmiştir. İsteyenler 24. sözün 3. dal’ının 12 asillarına ve hususiyle Emirdağ Lahıkası sahife 162’deki Hazret-i Üstadın (R.A.) hârika izahatına bakabilirler.

Bütün bu izahatla beraber şiaların içinde ve şia kaynaklı Cevşenler hakkında bazı ziyadelikler ve mübalağakâr ifadeler veya garip tatbikatlar bulunmuş olabilir. Şiaların o tip mübalağaları elbette Cevşenin asliyetine ve metninin i’cazdarlığına ve ehl-i sünnetin onun hakkında müstakim makbul ve mutedil telâkkilerina bir zarar îras etmez.

4- Rivayet yoluyla geldiği halde Cevşenin kelimelerinin büyük bir titizlikle aynı aynısına, eksiksiz olarak kaydedilmesiyle hafızlardan nakledilen sair rivayetli hadislere benzemediği için uydurulmuştur.

Cevap: Herşeyi biliyorum diye arz-ı endam eden bîçare münekkid zât anlaşılıyor ki; asrı saadette bir çok mühim hadîslerin ve i’caza dair bazı rivayetlerin, anında veya hemen akabinde yazi ile kaydedildiğinden haberi yoktur.Cevşen-ül Kebir gibi vahy-i zımnî ile gelmiş fevkalade mühim bir duanın Hazret-i Ali’ye (R.A.) menba-i Risaletten intikal edildiğine imam-ı Ali (R.A.) tarafından hemen yazi ile kaydedilmiş oduğuna neden ihtimal vermiyor?.

Bilmiyoruz.

Bu Hakikatla beraber münekkid olan zat bir gaflet ile kendikendine tenakuza düşüyor. Diyor ki: “Şifa kaynaklı Cevşenlerle Sünnilerin tabettirdikleri nüshalarda bazı eksiklikler veya farklılıklar vardır.” Eğer düğüm böyle ise, münekkid zâtın az üsteki ifadesinde: “Onun kelimeleri titizlikle zaptedilmiş.” İle kendisinin tesbit etmiş olduğu o ziyadelikler veya eksiklikler vaziyeti; kendisini derince cerh etmekte oduğunun farkında değildir. Kaldı ki her bir dua veya sahih hadîslerin de mutlaka nusha farkları bulunmaktadır. Cevşeninki de öyledir. Bazı farkları vardır; ve bunlar “Mecmuat-ül Ahzab”ın ilgili yerinde işaretlenmişlerdir.

5- Cevşen-ül Kebir duasındaki mânâlar herkesin anlayabileceği bir ifade ile geldiği için onun gibi bırakılmasına imkân yoktur.

Cevap: Bu mes’elede bu münekkid zât, bilmediği halde biliyorum hülyasıyla kendi canibinden bir hükme varmış; amma bilmezliğini itiraf ederek arayıp da bir bilene sormayı ihmal etmiş.

Evet, Cevşen-ül Kebir gibi daha birçok dualar ve sırlı hususi mes’eleler var ki ilk başlarda hususi ve mahrem tutulmuşken lâkin zamanla hususilik ve mahremiyet tarafları naehil insanlar yüzünden zedelenmiş, herkese gösterilmiş, şuyu’ bulmuştur. Haliyle o dualardaki miknatis gibi hâsiyetler de gaib olmuşlardır. Buna göre Cevşen’in asıl mahrem tutulan yanı is herkes tarafından kolayca anlaşılabilen onun muazzam metni değil; belki fazilet, sevab ve hasiyetleridir. Veya bunlar hakkında gelen rivayet şeklidir.

Evet, Kur’anla beraber umuma bakan ve her vakiy herkese lâzım olan âyetleri, hadîsleri veya sahabenin tefsirlerini herkese bildirmek ve yaymak lâzım ve vâcib bir vazife olduğu gibi, İslâm ailesinin hususi ve mahrem ve ancak ehline gösterilebilir sırlı ve özel bazı dua ve rivayet kısımlarının varlığı da muhakkaktır. Bu mevzua Hazret-i Ebu Hüreyre’nin (R.A.) ve İmam-ı Ali’nin (R.A.) söyledikleri ve dikkat çekdikleri sözleri kat’î delildir. Başka sahabelerin aynı mevzuda ayrı sözleri de vardır.

İşte Hazret-i Ebu Hüreyre (R.A.) bu hususta şöyle der: “Ben Resulullah’tan (A.S.M.) iki kab ilim hıfzedip aldım. Bunlardan birisini neşrettim, amma ikincisini ise eğer neşretsem şu boyun (kendi boynunu göstererek) kesilir”. Buhari cilt 2.sahife 185

Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) ise derki: “Ben Ebü-l Kasım’ın (Resulullah’ın) ağzından her işittiğimi size söyler, ifşa edersem, sizler benim yanımdan ayrıldığınızda “Ali yalancıların yalancısı, fâsıkların fâsıkıdır diyeceksiniz.” (Ruh-ul Beyan, Burusevi, cilt 4. sahife 270)

Demek ki sırlı, mahrem ve hususi rivayetler, dualar ve işler vardır ki, bunların meşhur ve umuma açık hadîs kitaplarına geçmemeleri ile asıllarının gayr-ı mevcudluğuna hiçbir delil olamaz.

NETİCE Cevşen-ül Kebir adındaki en meşhur ve Kur’andan sonra en mübarek ve en kudsî münacat-ı Peygamberî merfû ve muttasıl ve mütevatir senedi “Mecmuat-ül Ahzab’ın 1. cildinin 234. sahifesinde mevcuttur. Rivayet silsilesi, sâdat-ı ehl-i Beytten müteşekkildir. Ve şimdiye kadar hiçbir muhaddis veya nekkad-ı muhaddisinden hiçbir müteşeddit; cerh ve tâdil kitaplarında Cevşenin senedine ilişmemiş, hiçbir şey dememiştir. İşte meydan, bütün cerh, nekd ve tadil kitapları ortada ...

Ayrıca, Cevşen-ül Kebir münacatı hakkında tahkikli bir araştırmamızın kısaca bir özeti “Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları” adlı eserimizin 412 sahifesinde mevcuttur.

Ve böylece, ehl-i hak ve hakikatın yanında mes’ele gündüz gibi aydınlanmıştır.

Şüphe ve vesveselerin, sivrisineklerin sakat vızıltıları, şu gök gürültüsü gibi olan sâdânın yanında hiçbir değeri yoktur. Ve her zaman da sönmeye ve susmaya mahkumdur.

Kaynak: Abdülkadir Badıllı

saidnursi.de/cevsen/index.html

a. Rivâyet yönüyle yapılan tenkit:
Bu konudaki tenkit: "Cevşen’in Sünnî kaynaklarda bulunmaması, Şiîler’ce muteber kabul edilen Kütüb-ü Erbaa’da bulunması, bunun uydurma olduğunu gösterir"2 şeklindeki iddiadır.

Cevşen ile ilgili rivâyetlerin, hadîs usûlünde kabul edilen rivayet usulleri ve özellikle hadîsin kabulünü gerektiren mütevâtir, sahih, hasen kategorileri içerisinde olmaması, Cevşen’in sıhhatine gölge düşürmüştür. Üstelik bunun Musâ el-Kâzım - Ca’fer es-Sâdık - Muhammed el-Bâkır - Zeynelâbidîn - Hz. Hüseyin ve Hz. Ali tarîkıyle Hz. Peygamber’e isnâd edilmesi, yani hep Şiâ’nın sahip çıktığı şahsiyetler yoluyla intikali, Sünnî dünyanın bu rivayeti göz ardı etme neticesini vermiştir. Yalnız bu husus, sened tenkidi açısından yapılan bir değerlendirmedir. Bunun ise Cevşen’in mana ve muhtevasına menfî yönden bir tesirinin olması düşünülemez. Ayrıca, Hz. Ali veya ondan sonraki dönemler içinde çıkan Sünnî-Şiî ihtilâfı sadece Cevşen değil, sayılamayacak kadar çok sahih hadislerin gerek Sünnî, gerekse Şiî kaynaklarında yer almamasına neden olmuştur. Öyleyse bazılarının ortaya çıkıp "Cevşen’in Sünnî kaynaklarda bulunmayıp, sadece, Şiîler’ce muteber kabul edilen Kütüb-ü Erbaa’da bulunması, bunun uydurma olduğunu gösterir"3 demelerinin aklî, mantıkî ve islâmî bir temeli olmasa gerektir. Bu konuda Sünnî ve Şiî dünyasının hadîs usûl kitapları, hadîsi kabul (ahz-ı hadîs) şartları açısından incelense ve elde edilen bilgiler ışığında hadîs kitapları mukâyese edilse, karşımızda Cevşen örneğinde olduğu gibi birçok sahih hadîsin çıkacağı muhakkaktır. Fakat ne yazık ki, Şünnî-Şiî ihtilâfı ve mezhep taassubu bu tür bilgilerin sadece Sünnî veya sadece Şiîler’in malı olmasını sağlamıştır.

Bu konuda son olarak şunu söyleyebiliriz; Gümüşhanevî hazretlerinin Mecmûatü’l-Ahzâb adlı eserinde Cevşen’i nakletmesi ve Bediüzzaman hazretlerinin de bu duâyı Mecmûatü’l-Ahzâb’ın içinden çıkartıp talebelerine vird ü zebân etmelerini emretmesi, bu zatların senet açısından yukarıda ifade edilen olumsuzluklara rağmen, bunu kabullendiklerini gösterir.4
Metin tenkidinde bulunanlara da kısaca şöyle diyebiliriz; acaba Cevşen’in metninde Kur’an’a zıt birşey var mıdır? Hayır, bilâkis, Bediüzzaman’ın ifadesiyle Cevşen’in Kur’an’a zıt olması bir yana, o bizzat Kur’an’dan alınmış bir duâdır. "Yani, bin bir esmâ-i ilâhiyeye sarîhan ve işâreten bakan ve bir cihette Kur’an’dan çıkan bir hârika münâcat olan ve marifetullahta terakkî eden bütün âriflerin münâcâtlarının fevkinde bulunan...(bir duadır)."5

b. Fazîletiyle ilgili Uydurma Rivâyetler Yönünden Tenkit:
Şiî kaynaklarına dayalı olarak rivâyet edilen Cevşen’in faziletine dair bazı hadisler, ehl-i sünnet’in prensipleri doğrultusunda kabule şâyan değildir. Meselâ, "Cevşen’i okuyan dört semavî kitabı okumuş gibi olur", "Bunu okuyan asla Cehennem’e girmez" veya "Üzerinde Cevşen yazılı kefenle gömülen kişi kabir azabı görmez"... gibi. Yalnız bu ve benzeri rivayetlerin hepsinin Allah Rasûlü’ne isnad edilmemekte olduğunu da bilmekte fayda vardır. ihtimal bunları bu duâya kudsiyet kazandırma düşüncesiyle -ehl-i beyt imamları kanalıyla geldiği için- bazı ifratkâr kişiler uydurmuş olabilir. Fakat Cevşen’in fazîletine ait aşırı dozda kabul edilebilecek bu şeyler Cevşen’in aslına, mahiyet ve muhtevasına yani onun hâlis duâ olma özelliğine halel verecek değildir. Bir diğer ifadeyle fazileti hakkında söylenen bu sözler dolayısıyla "Cevşen uydurmadır" demenin hiçbir mantıkî ve islâmî dayanağı yoktur.6

c. Bu Kadar Uzun Bir Duânın Ezberlenerek Rivâyet Edilmesi Mümkün Değildir iddiası:
Bu husustaki tenkit ise: "Hz. Peygamber (s.a.s.)’e nisbet edilmiş bir hadîs olarak rivayet edilen yaklaşık on beş sayfalık metnin sahih olması mümkün görünmemektedir. Zira bu metin, bilinen bir olayı, bir kıssayı veya tarihî bir vakayı anlatan, hafızada tutulması kolay metinlerden farklı olarak her kelime ve cümlesinin büyük bir titizlikle zaptedilip tekrarlanması, Hz. Peygamber’den alınıp rivayet edilmesi imkânsız denecek kadar güçtür"7 şeklindeki iddiadır.

Bu konu ile alâkalı uzun açıklamalarda bulunulabilir. Ezcümle: Hadîs rivayetinde kabullenilen prensipler açısından, sahabe-i kirâm’ın öncelikle hassasiyeti, öte yandan hepsinin birer hafıza dahisi olduğu, şifahî kültür diye adlandırabileceğimiz bir şekilde, metinlerin aynıyla nesilden nesile intikali -ki bunların hepsi en ince ayrıntılarına kadar hadîs usûlü kitaplarında ele alınmış ve anlatılmıştır- açısından Cevşen ilmî bir incelemeye tabi tutulabilir. Buna göre Cevşen’in metin yönüyle sahih olamayacağına gerekçe olarak getirilen bu sözlerin, islâmî bir temeli yoktur. Bu konuda vak’alar kendi dilleriyle bu gerekçeyi yalanlamaktadır. Zira hadis kitaplarında, kelimesi kelimesine aynı çıkan nice farklı ravilerin rivayet ettikleri hadisler vardır. Bunlardan hareketle Cevşen’i de içine alacak şekilde bir genelleme yapmak elbette doğru olmaz. Fakat bu durum meseleye en azından ihtiyatlı bir şekilde yaklaşmamızı icab ettirir. Ezbere yapılacak olan bu tür indî ve şahsî yorumlar, tahminler, kanaatler ilmî usûl ve adaba yaraşmayan şeylerdir.8

Ayrıca, hadisleri bize rivayet eden devâsâ kametler, aynı zamanda maneviyat âlemlerinin sultanları -derece farkı mahfuz- hükmündedirler. islâm’ın derunî hayat adına getirdiği prensipleri, hiç ödün vermeden tatbîk eden bu insanların "geceleri gündüz" kadar aydındır. Bizim idrak ufkumuzun çok ötesinde bu büyük insanlar, Allah Resûlü ile manevî bağlarını daima muhafaza etmişlerdir. Değil rüyada, yakazaten Nebiler Sultanı ile defaatla görüştüklerini, sıhhati üzerinde şüphe edilen bir hadîsi Efendimiz’e arz edip, cevap aldıklarını bizatihi kendileri bizlere ifade etmişlerdir. Yalnız hemen belirtelim, bu tür bilgiler, islâm’ın genel geçer kaidelerine göre objektif değil, sübjektiftir. Yani bunların inanç ve amel platformunda bağlayıcılıkları bahis mevzuu değildir. inanan inanır, gereğine göre amel eder; inanmayan da günaha girmez ama büyük bir hayır kapısını kendi elleriyle kendi hakkında kapatmış olur.9

Cevşen’in uzunluğundan dolayı kelimesi kelimesine ezberlenip rivayetini uzak görenlerin gözden kaçırdıkları bir konu da; Cevşen’den çok daha uzun olan ve genellikle küçük yaşta Kur’an’ın ezberlenmesi meselesidir. Bu kadar uzun bir metni âdeta noktası ve virgülüne kadar, bir harekesini dahi yanlış okumadan -hatta kurrâ olanlarının kıraât farklılıklarına varıncaya kadar- ezberlemeleri ve genellikle unutmamaları; bir çok yeri itibariyle Kur’an metnine benzerlik arz eden ve Kur’an’dan âyetler olan Cevşen gibi uzunca bir duânın da rahatlıkla ve daha kolay bir şekilde ezberlenebileceğinin açık bir delilidir.

Dipnotlar:
2- İslâm Ansk, Cevşen md.
3- İslâm Ansk, Cevşen md.
4- Ahmet Kurucan, Duâ İkliminde CEVŞEN, Zaman Gazetesi, 2 Ağ. 1996.
5- Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, İstanbul 1996, I,872 (3.Şua, son paragraf); I,973 (11.Şua, Onuncu Mesele); I,1128 (15.Şua, Beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci küllî şehadetler);
6- Ahmet Kurucan, agm.
7- T.D.V. İslâm Ansk, Cevşen md.
8- Ahmet Kurucan, agm.
9- Ahmet Kurucan, agm.

Kaynak: Prof. Dr. Davut Aydüz / Yeni Ümit - 51. Sayı

hemre kardeşim yazının sonunda bu şekilde yazmışsın :

Cevşen’in uzunluğundan dolayı kelimesi kelimesine ezberlenip rivayetini uzak görenlerin gözden kaçırdıkları bir konu da; Cevşen’den çok daha uzun olan ve genellikle küçük yaşta Kur’an’ın ezberlenmesi meselesidir. Bu kadar uzun bir metni âdeta noktası ve virgülüne kadar, bir harekesini dahi yanlış okumadan -hatta kurrâ olanlarının kıraât farklılıklarına varıncaya kadar- ezberlemeleri ve genellikle unutmamaları; bir çok yeri itibariyle Kur’an metnine benzerlik arz eden ve Kur’an’dan âyetler olan Cevşen gibi uzunca bir duânın da rahatlıkla ve daha kolay bir şekilde ezberlenebileceğinin açık bir delilidir.

fakat bir hususu hatırlatmak isterim kıyasıyasınız kuran-ı kerim dir zaten kuranı kerimin ezberlenmesi zor değil ve ezberledikten sonra da uzun yıllar unutulmaması ilahi sırrından kaynaklanmaktadır.
zaten kuranı kerimden başka harfi harfine ezberlenen ve bu kadar çok okunan bir kitap da yoktur.
bu sebepler ile cevşen ile kuran-ı kerimi kıyas etmek mümkün olmasa gerek.


ADIGÜZEL

ehli olana kücük bir malumatla cevsen konusunda farkli bir aci sunmakta fayda görüyoruz.

Bircok evrad vird ve zikirler günümüze kadar islam litaratüründe belirli bir manevi olgunluga gelmeden okunmasinasina izin verilmez hatta okutulmazdi. Ehli olmiyan bir kisinin böyle bir girisimi de o kisiye yarar degil zarar verdigi islam kaynaklarinda gecmektedir.

Cevsen icin icinde dualar var kurandan ayetler var diyenler herkese tavsiye edip herkesin okumasi icin tesvik etmektelerde o kisilerin hangi manevi olgunluga eristiklerini yahut bu tür dualari tavsiye edebilecek selahiyet ve yetkiye sahip olup olmadiklari gündeme bile gelmemektedir.

* * *

Duanin korsani olur mu diye soran olursa, gözünü kirpmadan cevseni gösterenler derlerki korsan kitaplarin icindede orjinal kitabta olanlar vardir lakin bu kitap illagal yollarla tezgaha gelmistir.. kaynagi mechuldür. Senin satin aldigin tezgahtar ne kadar iyi ve samimi insan olsada satin aldigin eserin korsanligini örtbas edemez. eserin icindeki yazilarda bunun korsanligini yalanlayamaz.. hani nerde bunun üzerinde orjinallik damgasi? hani nerede islam tarihinde bir eserin sahihlik ve nakil takip uslüne uyusu?


* * *

Niyetimiz kimseyi inciltmek yahut kirmak degildir. tartisma yapmak asla degildir. Hak karsisinda susmayi bilmek erdemliktir.

selam sevgi ve dua ile

Biraz hızımı alamayacağım ama şu yazıda
http://www.mollacami.com/konu/abdulhamit-han-i-rahmetle-aniyoruz-11894.html en sonlarda yazdığım, Abdulhamis hanın tahtan indiren güruhun başında bulunan alim zatlardan biri dediğim zatı Risalelerde bi incelesseniz diyorum özellikle tarihçeyi hayat ta .... Ben bunu anlayamıyorum.

Zamanında İmamı Azam Efendimize, o günün halifesi zulüm ettiği vakit, İmamı Azam Efendimize talebeleri gelip Halifeye karşı ayaklanma teklif etmişlerdir. Ama İmamımız bunu asla kabul etmemiş ve bazı nakli kaynaklardan (burada uzatmak istemiyorum) bunun şer'an yanlış olacağını beyan ederek talebelerini sukünete davet etmiştir. Hal böyle iken benim tarihçeyi hayattta okuduğum ve malesef tarihi gerçek olan bazı hadiseleri Alim bir insan nasıl böyle bir hataya düşmüş????
Lütfen bu mevzuyu okuyup açıklarmısınız? Bence sanki bazı şeyler bize yutturuluyor...

Son söz : "Evliyaullah, mezarına sahip çıkar" Evliyaullah sözü...

"Abdulhamid hanı anlamak demek, herşeyi anlamak demektir." NFK

Bazıları anladı ama nolur bazılarıda anlasa bari....

o "adam"bu çirkin hakaretleri için tövbe etmemiştir.
Hatta bu "adam"'ın fanatikleri onu bu yönüyle kahraman olarak görürler.
Hâlbuki Riza Tevfik Bölükbaşı,
Süleyman Nazif gibiler tövbe etmişler ve tövbelerini de dile getirmişlerdi.

Mesela Rİza Tevfik Sultan Abdülhamid han için diyor ki:

Tarihler adını andığı zaman,
Sana hak verecek hey Koca Sultan,
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyasi padişahına.

Süleyman Nazif de diyor ki:
Padişahım gelmemişken yâda biz
İşte geldik senden istimdâda biz
Öldürürler başlasak feryâda biz
Hasret olduk eski istibdâda biz


Fıkıh & ilmihal

MollaCami.Com