Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Mektubat-ı İmam Rabbanî k.s.’den

Cennet Kapısının Anahtarı

Ayetlerin çoğunda cennete girmeye vesile olduğu bildirilen salih ameller ile ne kast edildiği konusunda bir tereddüdüm vardı. Yani salih amellerin hepsi birden mi, yoksa bunların bazıları mı cennete vesiledir? Eğer hepsi kast olunuyorsa bunu yerine getirmek gerçekten çok zor. Böyle yapabilenlerin sayısı çok az. Eğer bir kısmı kast olunuyorsa da hangileri olduğu belli değil. İşte bu konularda tereddüt yaşıyordum.

Sonunda Cenab-ı Hak inayetiyle bana şunu ilham etti: Ayetlerde geçen salih amellerden maksat İslâm’ın beş temel esasıdır. Bu beş esas gerektiği gibi yerine getirilirse kurtuluş ve felâh umulur. Çünkü bu beş esas asıl salih amellerdir. Kötülük ve günahlara engeldir. Şu ayet-i kerime bu mananın açık delilidir. “Hiç şüphesiz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebut, 45)

Kişi bu beş esası yerine getirebilirse, şükür görevini de yerine getirmiş olması umulur. Şükür gerçekleşince de azaptan kurtuluş sağlanır. “Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size niye azap etsin? Allah şükrün karşılığını veren ve her şeyi bilendir.” (Nisa, 147)

O halde, insan bu beş esası yerine getirebilmek, özellikle de dinin direği olan namazı dosdoğru kılabilmek için bütün gücüyle çalışmalıdır. İmkanlar ölçüsünde namazın en küçük bir edebini dahi terk etmemelidir. Namaz ibadetini tam yapan kişi, İslâm’ın temel direklerinden çok önemli birini yapmış olur. Kurtuluş için sapasağlam bir ipe tutunmuş, selâmete erme yoluna girmiş olur.

Namaz müminin miracı olduğu için, Miraç Gecesi Rasulullah s.a.v. Efendimiz’i şereflendiren kelimelerin namazın sonunda okunması emredilmiştir. O halde namaz kılan kişi namazını miraca çevirmeli ve namazda Allah Tealâ’ya son derece yakın olmayı istemelidir. Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur: “Kulun Rabbine en yakın olduğu an (namazda) secdede olduğu andır.” (Müslim; Ebu Davud; Nesaî; Tirmizî)

...

Namazı şartlarına ve edeplerine uygun olarak kılmak gerekir. Daha sonra da samimi bir şekilde, güzel zikirlerle kusurlar telafi edilmelidir. Bu nimeti eda etmeye muvaffak kıldığı için Allah Tealâ’ya şükredilmeli ve ibadetin O’ndan başka kimsenin hakkı olmadığı düşünülmelidir. İşte o zaman bu namazın Hak Tealâ’nın kabulüne layık, kılanın da kurtuluşa ermiş bir kişi olması umulur.

Allahım, Peygamberlerin Efendisi hürmetine bizi namaz kılarak kurtuluşa erenlerden eyle.

Allah’ın Ahlâkını Edinmek

Bilmek gerekir ki; velâyet sahibi olmak için Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak gerekir. Hâce Muhammed Pârisâ k.s. ‘Tahkîkât’ adlı kitabında bu ölçüyü açıklarken şöyle der:

“Allah’ın bir sıfatı da ‘Melik’tir. Manası, her şey üzerinde istediğini yapma gücüne sahip olan demektir. Tasavvuf yolcusu da eğer kendi benliği üzerinde yönlendirme gücüne sahip olup onu yenmeyi başarırsa, bu gücü kalbi için de geçerli olur ve bu sıfatla sıfatlanmış olur.

Bir diğer sıfat ‘Semî’ yani işitendir. Eğer tasavvuf yolcusu hak sözü duyar, kimden gelirse gelsin kibirlenmeksizin kabul eder ve can kulağı ile dinleyerek gaybî sırları ve mutlak hakikatleri anlarsa bu sıfat ile sıfatlanmış olur.

Bir diğer sıfat da ‘Basîr’ yani görendir. Eğer Hak yolcusunun basiret gözü açıksa, ferâset nuru ile kendi benliğinin tüm kusurlarını görür, başkalarının da ermişliğine tanıklık eder. Yani herkesin kendisinden daha üstün olduğuna inanırsa... Yaptığı her şeyi Hak Tealâ’nın kabulüne layık şekilde yapma konusunda kendine Rabbini gören ve gözetleyen olarak seçerse bu sıfatla vasıflanmış olur.

Bir başka sıfat da ‘Muhyî’ yani diriltendir. Bu yoldaki Hak yolcusu, insanların artık yapmadığı sünneti yaşayarak diriltirse bu sıfatla vasıflanmış olur.

Bir diğer sıfat ‘Mümît’ yani öl-dürendir. Eğer kişi sünnetin yerini almış bid‘atleri ortadan kaldırırsa bu sıfatla vasıflanmış olur. Diğer sıfatlar da bu ölçüye göre anlaşılmalıdır.”

Sûfilerle Muhabbet

Bu tasavvuf yolunun mensupları öyle kimselerdir ki, onlarla oturan kötü talihli olmaz. Onlarla yakınlık kuran hayırlardan mahrum kalmaz. Aralarında bulunan ümitsizliğe düşmez. Onlar Allah Teâlâ’nın dostlarıdır. Onları görmek Allah Tealâ’yı hatıra getirir. Onları tanıyan Allah’ı bulur. Bakışları ilaç, sözleri şifa, sohbetleri ise nur ve ışıktır. Onların dış görünüşlerine bakan aldanır. İç dünyalarını gören kurtulur, felah bulur. Şu sözü söyleyen ne güzel söylemiştir:

“Allahım! Dostlarına verdiğin ne büyük bir bahtiyarlık! Onları tanıyan seni buluyor, seni bulamayan onları tanıyamıyor.”

Yani onları tanımak ve seni bulmak birbirinden ayrılmayan bir bütün gibidir. Öncelik ise bir bakımdan tanımaya, bir bakımdan da bulmaya verilmiştir. Bu sözü söyleyenin tercihi, Allah dostlarını tanımanın öncelikli olduğudur. Zira başlangıç onlarladır. Oradan başlamak daha uygun ve önceliklidir.

Soru - Cevap

Soru: Kur’an hatmi, nafile namaz, tespih ve kelime-i tevhidle meşgul olmak gibi ibadetlerin sevabını ana-babamıza, hocalarımıza ve kardeşlerimize bağışlamamız mı daha iyidir, yoksa hiç kimseye bağışlamamamız mı daha iyidir?

Cevap: Doğrusu bunların sevabını onlara bağışlamak daha iyidir. Zira bu hem sana hem de başkasına fayda sağlamaktadır. Sevabı bağışlamama durumunda bunların faydası sadece bunları yapan kimseyle sınırlıdır. Ayrıca sevabı bağışlanan amelin, bağışlanan kimselerin bereketiyle kabul edilmesi umulur.


Genel Konular

MollaCami.Com