Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Tophaneli Hakkı, keskin nişancı hanımlar ve eğitimde örnek Çanakkale

Değerli Kardeşlerim;

Çanakkale Destanı”na on yılını vermiş bir yazarımız varken, tutup Çanakkale’yle ilgili yeni baştan yazılar kaleme almak herhalde abes olurdu. Tabir caizse, “Tekerleği yeniden keşfetme”ye kalkışmaktan öte bir şey ifade etmezdi. O bakımdan müsaadenizle, değerli insan, ilim adamı, tarihçi-hukukçu-mütefekkir yazarlarımızdan “Çanakkale Mahşeri”nin müellifi Mehmed Niyazi Bey’in bu mevzudaki bir makaleleriyle yine bu günlerde (Mart 2007) basında yer alan dikkat çekici bazı haber-yorumları aktarmak istiyorum. Saygılarımla… H. E.

Tophaneli Hakkı

Birinci Dünya Savaşı'nda güneş batmayan İngiliz İmparatorluğu'nun Bahriye Bakanı ünlü Churchill şöyle diyor: "Bilgilerime göre dört yüz yıldan beri dünya tarihinde Tophaneli Hakkı'nın yaptığını hiç kimse yapmadı. Yirmi altı mayını Karanlık Liman'a ekmekle bizim Çanakkale Boğazı'nı geçmemizi engelledi.

"Yenilmez donanmamızın üçte biri sulara gömüldü; üçte biri kullanılamaz duruma geldi. Biz boğazı geçemediğimizden savaş iki buçuk yıl uzadı. Bu zaman zarfında sekiz buçuk milyon Avrupalı öldü. Rusya komünist oldu. Rusya komünist olurken otuz milyon insan öldü. Daha sonra Rusya, Çin'i komünist yaptı; Çin komünist olurken elli milyon insan hayatını kaybetti. Biz boğazı geçemeyince, Müslümanlar, diğer Asyalı ve Afrikalı milletler gücümüzden şüphe etmeye başladılar. Şüphe onlara ümit verip harekete geçirdi. Biz Hindistan'ı, Pakistan'ı, Bangladeş'i, Arap ülkelerini elimizde tutamadık. Hollanda Endonezya'yı, Belçika Kongo'yu, hasılı Avrupalılar sömürgelerini kaybetmek zorunda kaldılar. Bu başarısızlık da beni yirmi beş yıl politikanın dışına fırlattı."

Churchill yaşasaydı sözlerine şunları da ekleyecekti: [i]"Biz boğazı geçemedik, Sovyet Rusya dağılma sürecine girdi. Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan, Baltık cumhuriyetleri, Doğu Avrupa ülkeleri de bağımsızlıklarına kavuştular."
Çünkü Sovyet Rusya komünist olmasaydı dağılmazdı. Bismark'ın şu sözü siyaset kitaplarında çok sık yer almaktadır: "Ruslar girdikleri hiçbir tarladan daha çıkmadılar." Fakat Rusya komünizm ile metafiziğe sırt dönünce, yeni nesiller sorumluluk şuurundan mahrum yetiştiler. Onlar için elli ruble, vatan ve millet endişelerinin üstüne çıktı. Hayatlarının parçası haline gelen rüşvet, suiistimal onları bölünmenin eşiğine sürükledi. Komünizmin açtığı yara Ruslar'da devam edecektir. Günümüzde Rusya on yedi milyon kilometrekareyi kontrol ediyor. Bu toprakları da elinde tutamayacağını söylemek kehanet değildir. Gün ışığına çıkacak yeni devletlerde de Çanakkale'yi geçemeyişlerinin, dolayısıyla Tophaneli Hakkı'nın payı bulunacaktır. Çanakkale'deki şehitlerimizin kanı ne kadar mübarek ki sonuçları hâlâ devam etmekte, daha uzun süre de devam edeceğe benzemektedir.

Tophaneli Hakkı ne yaptı? Kısa bir süre önce kalp krizi geçirdiğinden, Kumandan Cevat Paşa, bu görevi bir başka subayın yerine getirmesi gerektiğini söyledi. Ama boğazda dokuz sıra mayınımız bulunuyordu. Bunların nerelerde olduğunu en iyi Tophaneli Hakkı biliyordu. Görevi yerine getirme şansı arkadaşlarından yüksekti; gönüllü talip oldu. Nusret Mayın Gemisi'yle 17 Mart'ı 18 Mart'a bağlayan gece Çanakkale şehrinin önünden demir aldı. Rumeli kıyısına yanaştı. Mayınların bulunmadığı yerlerden güneye inmeye başladı. Bu sırada boğazı tarayan projektörlerimiz, orada nöbet bekleyen iki büyük İngiliz zırhlısına döndürüldüler. Onlar da projektörlerini bizimkilere çevirdiler. Projektörler birbirlerine çakışınca, husule gelen karanlıktan yararlanan Tophaneli Hakkı, Anadolu kıyısına geldi. Karanlık Liman'a yirmi altı mayını dört metre arayla iki metre derinliğe ekip geri döndü. Dönerken kalp krizi onu tekrar yakaladı; ruhunu teslim etti. Mübarek naşı İstanbul'a getirildi. Fatih Camii'nde namazı kılındı. Kasımpaşa'daki Kulaksız Mezarlığı'na defnedildi.

Bazıları, güya bilim adına, Tophaneli Hakkı'nın o akşam değil de, on gün önce mayınları döşediğini iddia etmektedirler. On gün önce, on gün geç döşese, hizmetinde bir eksiklik olmaz. Fakat Amiral De Robeck 18 Mart sabahı hücumu planlayınca, bir gün önce, Türklerin oraya yine mayın döktürüp döktürmediğini tespit ettirmek için denizden ve havadan resimlerini çektirtti. Onların mayınları tespit edememeleri felaketimize sebep oldu diye, iki yüzbaşıyı kurşuna dizdirdi. 1950 yılında bu iki yüzbaşının resimleri çektiğinde suların temiz olduğu, dolayısıyla hizmette kusurları bulunmadığı anlaşıldı. Bunun üzerine İngiliz hükümeti ailelerinden özür diledi ve onlara maaş bağladı.

Tophaneli Hakkı'nın mezarı kaybolmaya yüz tutmuştu. Torunu Nedim Karamürsel'in çalmadığı kapı kalmadı. En sonunda bu milli görevi İGDAŞ üstlendi. Hatırasına layık bir mezar yaptırdı. Geçtiğimiz perşembe günü de merasimle açıldı. Toprağımızın bir ferdi olarak İGDAŞ'a ve onun genç genel müdürü Kemal Levent Tüfekçi'ye ne kadar şükranlarımızı arz etsem, azdır.
*****

Çanakkale'de keskin nişancı kahraman Türk kadınları

Kahramanlık destanının yazıldığı Çanakkale Savaşları'nda Türk kadın savaşçılar Gelibolu Yarımadası'nın her karış toprağında yatan Mehmetçiklerin yanında göğüs göğüse çarpıştı.

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Öğretim Üyesi Prof.Dr. A. Mete Tunçoku, yaptığı açıklamada, daha önce inceleme fırsatı bulduğu Avustralya ve Yeni Zelanda arşivlerinde bu konuyla ilgili pek çok belgeyle karşılaştığını söyledi.

Özellikle o dönemde askerlerin ''Keskin nişancı Türk kadınları'', ''Türk kadın savaşçıları'' konularını anlatan mektup ve günlükleriyle karşılaştığını anlatan Tunçoku, Avustralya Piyade Er J.C. Davies'in annesine yazdığı şu mektupta kahraman Türk kadın savaşçılarından bahsedildiğini anlattı:

''Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü keskin nişancı bir Türk kızı, pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyunca ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak gün batmadan bir Avustralyalı tarafından vurulmasına gene de üzüldüm. Güzel, yapılı ve tahminen 19-21 yaşlarında bir genç kızdı. Ölü ele geçirdiğimizde, yanında başka bir Türk'ün ölüsünü de bulduk. Genç kızın bedeninde tam 52 kurşun yarası vardı.''

Prof. Dr. Tunçoku, Mısır'da yayınlanan ''The Egyptian Gazette'' adlı gazetede yer alan ve bir askerin İskenderiye'den ailesine yazdığı mektubunda, Türk kadın savaşçılardan şöyle bahsedildiğini söyledi:

''15 Ağustos 1915 pazar günü savaşa katıldık ve büyük bir tepeyi ele geçirme görevi aldık. Bu arada çok can kaybı verdik. Şarapnel parçaları, makineli tüfek mermileri yanı sıra, pusuda ateş eden keskin nişancı Türk kadın savaşçıların ateşi altında adeta cehennemde ilerlemek gibi bir şeydi bizimkisi. Burada çarpışanların çoğu kadın ve kız. Kendilerini yeşile boyayıp, ağaç ve bodur bitkilerle uyum sağlamış.''

Yeni Zelanda'dan savaşmak için gelen Otago Birliği'ne mensup bir askerin de savaştan sonra ülkesine döndüğünde, kendisiyle yapılan ses kayıtlı görüşme sırasında, ''Bir keskin nişancı Türk savaşçısını yakalamak için operasyon düzenlediklerini, bu nişancıyı ele geçirdiklerinde şaşırıp, kadın olduğunu gördüğünü'' söylediğini ifade eden Tunçoku, tüm bu örneklerin Çanakkale Savaşları'nda bazı kadın savaşçıların da rol aldığını, bunun bireysel bir kaç olaydan çok örgütlü bir eylem olduğu kanısına varıldığını kaydetti.
*****

Japonlar, Özal'a Çanakkale'yi nasıl örnek gösterdiler?

Papatya Yayınları 'Destanlaşan Çanakkale' kitabının yeni baskısını yayınladı. Japonların kendi çocuklarına nasıl bir milli şuur kazandırdıklarının da anlatıldığı bu kitaptan çarpıcı bir Çanakkale olayı aktarmak istiyorum bugün sizlere.İnanıyorum ki bu mesaj yüklü olayı siz de benim gibi merakla okuyacak, uzun zaman düşünmekten kendinizi alamayacaksınız. Bir zihniyetin yasaklamaya kalkıştığı Çanakkale ziyaretlerini Japon eğitimciler, nasıl bir milli şuur kazanma mekânı olarak tavsiye etmekteler Özal'a bir görelim.

Mustafa Turan'ın 'Destanlaşan Çanakkale' kitabından aynen özetlediğim olay şöyle cereyan eder:

- Eğitim alanında uzman Japon heyeti, zamanın Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler'in de içinde bulunduğu bir heyetle Başbakan Turgut Özal'ın huzuruna çıkar ve davet üzerine geldikleri ülkemizde inceledikleri eğitimimizin gençlerimiz üzerindeki verimsiz sonuçlarını şu soğuk cümle ile ifade ederler:

- Gençlerinizde milli şuur eksiktir! Bu eğitimle gençlerinize milli şuur vermeniz de mümkün değildir!.

Şok etkisi yapan bu tespitten sonra sorular arka arkaya gelir.

-Siz Japonlar gençlerinize milli şuuru nasıl veriyorsunuz, nasıl bir eğitim programı uyguluyorsunuz? Bizimkinden çok mu farklı?. Japon heyetinin sözcüsü şu bilgiyi verir:

-Biz der, eğitime şok testler uygulayarak başlarız. Önce çocukları uçak kadar hızlı giden trenlere bindirir ve çok katlı yollardan geçiririz. En üstün teknolojiyi gösterir, robotlarla çalışan dev fabrikalarımızı gezdiririz. Bu baş döndürücü teknoloji karşısında sarsılan ve şoke olan çocuklarımıza deriz ki:

-İşte gördüğünüz bu hızlı trenleri ve üstün teknolojiyi sizin atalarınız yaptı. Eğer siz daha çok çalışırsanız daha hızlı giden ulaşım araçları yapar, daha üstün teknoloji meydana getirir, daha modern fabrikalar kurarsınız... Sonra çocuklarımızı Hiroşima ve Nagazaki'ye götürüp düşmanın harap ettiği bölgelerimizi gezdirir ve bu defa da deriz ki: Bakın, eğer siz birlik beraberlik içinde çalışmazsanız, işte düşmanlar sizin ülkenizi yakar, yıkar, bu hale getirirler. Ama birlik beraberlik içinde çalışırsanız, güçlü olursunuz, düşmanlarınız size saldırmaya cesaret edemezler. Artık birlik beraberlik içinde çalışmak ve çalışmamak konusunda kararınızı siz verin...

Bu örneklerle çocuklarımız kendilerine gelerek iyi ve çalışan bir Japon genci olma yolunda milli bir şuur ve heyecanla okumalarını sürdürürler..." Japonların bu tespitlerini sundukları sırada geriden bir ses duyulur:

-İyi de bizim sizin gibi Hiroşima ve Nagazaki'miz yoktur ki.. demek isterler.

Japon eğitimci hemen cevap verir:

-Sizin Hiroşima ve Nagazaki gibi yerleriniz bizimkilerden çok daha etkilidir, dedikten sonra şunları ilave eder:

-Bir metrekareye bin merminin düştüğü Çanakkale Zaferi'nin kazanıldığı tarihî savaş alanları sizde. Çocuklarınızın ve gençlerinizin şoke olması için yeter de artar bile. Dünyanın en gelişmiş ve güçlü ordularına karşı Türkler olmazları olduruyor ve bütün dünyayı hayretler içerisinde bırakan bir zafer kazanıyorlar. İşte sadece bu olay, bu bölge ve bu zafer dahi gençlerinizin milli şuur kazanmalarına yetecek örneklerle doludur. Bu sebeple gençlerinizi Çanakkale'ye götürüp gezdirmelisiniz. Bölgeyi bilerek gezmeli, atalarının ne olmazları başardığını gururla görmeli, iftiharla öğrenmelidirler.. Daha sonra onlara demelisiniz ki: Sizler de birlik beraberlik içinde çalışmazsanız, düşmanlarınız yine gelirler, Çanakkale'yi işgal etmeye kalkışırlar, yurdunuzda özgür yaşamayı size layık görmezler... Ama çalışır, teknolojiyi yakalarsanız, ülkenizi kalkındırır, ilerleyen ülke haline getirirseniz, düşmanlarınızın sizi etkileri altına alma cesaretleri yok olur. Özgürlüğünüzü korursunuz.. İki büklüm değil, başınız dimdik yaşarsınız!..

Mesaj yüklü birçok olayı 'DESTANLAŞAN ÇANAKKALE' kitabında okuyucusuna duyurmuş bulunan Mustafa Turan Bey, verdiği çarpıcı örneklerle takdire layık bir hizmette bulunmuştur, diye düşünmekteyim.

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!"
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da zuldür bu rezil istilâ!
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.


Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.


Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlâhî o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme" dedi.
Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.


Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.


Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.


Mehmet Akif Ersoy

Çanakkale’den Sakarya’ya, Kore'den Kıbrıs'a kadar askerimizin bulunduğu, muharebe ettiği birçok savaşta fevkalâdelikler (sıradışı olaylar) yaşanmıştır. Çanakkale savaşının en çok konuşulan olayı ise, bulutların namaz kılan askerlerimizi örtmesidir. Ruhları şâd, mekânları cennet olsun. Mevlam şefaatlarına nail eylesin.

Askerleri örten bulutlar / Video

Aşağıdaki link'i tıklayarak seyredebilirsiniz.

http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=227787

Çok teşekkür ediyorum :'(

Şehitlerimize layık olamadı sonraki nesil, bu toprakların kıymetini bilemedik :'(

Mevlam Çanakkale şehitlerimizin şefaatinden mahrum eylemesin, bize bu topraklara layık evlatlar olabilmeyi nasip eylesin. Amin. :'(

------------------------------------------------------------------------------
"Yağmurlardan sonra büyürmüş başak; meyvalar sabırla olgunlaşırmış..."

Churchill: "Türkler insan değil gaz kullanılabilir!"

Çanakkale savaşında Kızılay bayrağı çekmiş yaralı taşıyan bir gemimiz, keza bir hastanemiz vurulmuştu.

Halbuki biz Kızılhaç gemilerine ateş etmiyorduk. Yine cephede gaz kullanarak kural tanımamışlardı.


Devamı için lütfen linki tıklayın:

http://ailem.zaman.com.tr/?bl=113&hn=5469

İlk ve tek yorumcu olman hasebiyle ben teşekkür ederim sevgili BAŞAK...

Güzel dualarınızın kabulünü niyaz ederim Yüce Rabbimizden.

Mevlam gerek o pâk ecdada ve gerekse bu güzel topraklarda tavattun etmeye liyakat nasip eylesin.

Selam ve dua ile...

Çanakkale'nin kitaplara girmeyen kahramanları

Araştırmacı-yazar Mehmet Niyazi'nin kaleme aldığı ve 45'inci baskıya ulaşan ''Çanakkale Mahşeri'' adlı romanda okul kitaplarına girmeyen gizli kahramanların gözyaşartan hikayeleri anlatılıyor:
http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=227964

Hocam Hz.Allah razı olsun, Destanlaşan Çanakkale' yi çoçuklarıma geçen sene Çanakkale'yi ziyarete gitmeden önce almıştım, çok etkilendim, en kısa zamanda Mehmed Niyazi'nin kitabını okuyacağım inşallah..
Teşekkürler..
Cenab-ı Hak bizleri aziz şehitlerimizin hatıralarına sahip çıkan kullarından eylesin..
Selametle..

ALLAH razı olsun emeğinize sağlık.ne yazıkki onlara layık olamıyoruz.rabbim bizi affetsin bizi bu topraklardan ayırmasın.ALLAH a emanet olunn

Anzak hemşirenin gözüyle Türkler

"Sanırım ben de yakında müslüman bir kadın gibi giyinmek zorunda kalacağım. Onlar yüzlerini tamamen örtüyorlar. ... Benim de korunmak için yüzümü örtmem gerekecek"

Haberin tamamı için lütfen linki tıklayın.

http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=228178

ALLAH RAZI OLSUN YAZINIZI GÖZLERİM DOLARAK OKUDUM .C.H HER KARESİNİN KANLA ALINDIĞI BU GÜZEL VATANIMZIN KIYMETİNİ BİLMEYİ NASİB ETSİN.

Teşekkür ederim TUNAHANHAKAN kardeşim. Ancak hatırlatmakta fayda görüyorum: Buradaki yazıların hemen hiçbirisi bana ait değil... Başta Niyazi Bey'in makalesi olmak üzere diğerleri de farklı kişilerin çalışmalarından naklidir. Hepsine teşekkürler.

Bilvesile selam ve hayır-dualarımla...


Blog Paylaşımları

MollaCami.Com