Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Hüzünler Nereden Doğar?

“Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı” söyleyişi yankılanır kulaklarında Yunus’un. Bir anlam veremezsin, nedenler çoğalır zihninde. İki ayrı dünya taşıyorsun iki ayrı yanında. Yani sen bu görünenden öte bir varlıksın, anlamıyorsun. Bedeninle evinde olsan da, ruhunla gurbettesin.

Beklenmeyen, umulmadık bir anda, ansızın bir rüzgârın esmesi... O rüzgâra kapılan sarı bir yaprağın gökyüzünde savruluşu... Gün ortası suların sararması, gökyüzünün kararması... Uzak sularda, küreksiz bir sandalın başıboş salınışı... En içten gülüşlere açılan dudakların kepenklerini indirip öylece donup kalışı... Artık sesler sessiz, renkler renksiz, bütün görüntüler tarifsizdir. Çünkü gönül, kısılan bakışların arasına sıkışmış ve uzaklara göçmüştür. Nereye doğru uçtuğunu bilmeyen baharın ağırlığını üzerinden atmış, hazanın rengini giyinmiş, dingin bir yapraktır artık. Kimi zaman sebepsiz, çoğu zaman tarifsiz... Zaman ve mekana aldırmadan, beklenilmeden, çağrılmadan gelen… Gelirken ayak sesi dahi duyulmayan, sadece bağdaş kurup oturduğu derinlikte serinliği hissedilen, kimi zaman ince bir sızı, çoğu zaman sıcak bir huzur olan, gönül üzgünlüğü; hüzün!

İki ayrı dünya

Gönül kendine ait olmayanlarla avunmaz. Onun üzgünlüğünü giderecek olan, görünenlerin ötesinde olandır. Onun içindir ki, zaman zaman gelişiyle şaşırtır seni. Sebebi yoktur o anda uzaklara göçüşünün.

Onun kendini, asıl varlığını ne zaman ve nerede özleyeceği, bu özleyişle üzüleceği bilinmez. Sen kendini bulunduğun aleme ait saysan da o, bu uyumsuzluğa tahammül edemez. Çünkü seninle aynı hesaplar içinde değildir. Onun için bunalır, huzursuz olur.

Her şeyin var olduğunu sanarak, eksik olan nedir diye kendine sorduğunda sana verdiği cevapları duyamazsın, dahası anlayamazsın. Uzaklardan seslenir çünkü, senden kopmuş, ötelere varmıştır. Ötelerin sesi sana ulaşana kadar yollarda kaybolmuştur. Ne varsa ona sunduğunu, bir eksiği olmadığını zannedersin. Senin avunduklarınla onun da avunmasını boş yere beklersin. Senin istediklerinle onun özledikleri çok farklı şeylerdir, bunu bilmezsin.

Gölgeni akşam güneşinin içtiği zamanlarda girdiğin kapılar ardında da bırakamazsın onu. Tam da unuttuğunu sandığın anda hatırlatır kendini.

Çocuğunu şefkatle bağrına basarken, sevdiklerinin tebessümleri yüzünde yankısını bulurken, günün yorgunluğunu bir bardak çay ile açık pencereden uzaklara salıverirken… Senin en mutlu, en huzurlu, en kalabalık anlarında o tenhalığı ve hüznüyle gelir elinden tutar. “Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı” söyleyişi yankılanır kulaklarında Yunus’un. Bir anlam veremezsin, nedenler çoğalır zihninde. İki ayrı dünya taşıyorsun iki ayrı yanında. Yani sen bu görünenden öte bir varlıksın, anlamıyorsun.

Bedeninle evinde olsan da, ruhunla gurbettesin. O gurbet ki, her nereye gitsen hep seninle. Varmış gibi etrafında duranları gölgeye çeviren, gülüşlerinin rengini gözyaşına boyayan gurbet; dönüş gününe kadar kulağına fısıldayıp duracaktır hüzünlü türküsünü.

Gölgelere aldanmak

Asıl yurdunda değilsin. Gelirken verdiğin bir söz vardı. Asıl seni hüzünlere gark eden o verdiğin söze sadık kalamayışındır, farkında olmasan da. Ahde vefa gösteremedin. Bir yolcu gibi gelip geçmen gerekirken yol üzerinde gördüğün türlü cazibelere takılıp kaldın. An geldi bir yolcu olduğunu hatırladın, çoğu vakit unuttun ve unutmuş olmanın sıkıntısı seni huzursuz etti de sebebini bilemedin.

Geliş ve dönüş kavsi içerisinde zamanı durdurmaya çalıştın. Oysa senin gücün sınırlıydı. Hatta bu yolculuk süren dahi sonsuz değildi. Bilinmeyen bir noktada, asıl kimliğine dönmek üzere yürüyordun. Gözlerin ufukların ötesinde, maveraî bir özlemle yürümen gerekirken, durduğun her bir noktada yolculuğunu unuttun. Bunun için daha bir kederlendin. Her unutuş, hatırlanması gerekene yapılmış bir ihanetti çünkü. Birçok bağ takılmış ayağınla tökezledin. Kararsız kaldın. Konakladığın menzillerdeki güzellikler seni sana unutturdu. Benimdir sanıp onlara sahip olmaya kalktın.

Oysa senin gibi daha niceleri konaklamış göçüp gitmişti bu hanlardan. Onlar da sahiplenme arzusuyla bakmışlar her birine ve uzanan elleri boşlukta kalmıştı. Şimdi onların bakışlarını hissediyorsun heveslendiklerin üzerinde. Oysa hiçbirinin izi bile kalmamış, geçip gittikleri bu yollar üzerinde. Senin de bir farkın yok önce gidenlerden. Bir sonraki gelecekler için de aynı şahitliği yapacak burada kalanlar. Onlar hep kalan, sen ve senden sonrakiler geçip giden olacak; gözleri hep geride kalanlarda olsa bile.

İki istek arasında asıl olanı duymalı, gerçek sese kulak vermelisin. İki ses arasında kararsız kalmak asıl çağrıya kulak tıkamak, elemlere kapı açmaktır. “Gönlüm uçmak isterken semavî ülkelere/ Ayağım takılıyor yerdeki gölgelere” diyen şair gibi, takılıp kalmak yerine gönlün sesine kulak vermelisin.

Kavuşma hasreti

Asumana sığmayan bir yanın var senin. Ötelerden gönderilip, ten kafesine sığdırıldın. Sen buraya ait değilsin, bunu biliyorsun. Gerçek kimliğin etten, kemikten, kandan ibaret değil. Asıl sıkıntın, asıl üzgünlüğünün sebebi de bu. Hiçbir şey yok ki sebepsiz ve hikmetsiz olsun. Senin bu halde sürgün edilmenin de bir anlamı var demek. Bir süreçten geçiyorsun, her dakika imtihan içindesin. Başka şehirlere yaptığın yolculuklarda, bir otel odasında hep evini düşündün. Gezdiğin semtler, parklar; seyrettiğin ırmaklar, dağlar senin memleketindeki kadar güzel görünmedi gözüne. Kalabalıklar içinde daha bir yalnızlaştın, çünkü tanıdık ahbapların yoktu onların arasında. Duyduğun her söze yabancı, gözüne ilişen her varlığa bigâneydin. Nice vitrin camlarına çarpıp parçalandı heveslerin. Ulaşamadıklarına karşı hırsın çoğaldıkça mutsuzluğun da büyüdü. Bir an önce doğduğun köye, yaşadığın şehre dönmek istedin. Göğsündeki daralmayı, ne büyük caddeler, apartmanlar; geceleri gündüze döndürülmüş renk renk ışıklarla aydınlanmış sokaklar ne de seyrettiğin yüzlerdeki kimi soğuk, kimi içten gülüşler genişletmeye yetmedi. İçinde bulunduğun şehre ait olduğunu kabullenemedin.

Gurbetti senin için o uzak şehir, gariptin, kimsesizdin, mutsuzdun, gülmüyordun ve bir an önce seni sevenlere, sevdiklerine kavuşmak istiyordun. O kavuşma hasretiyle de cazibeli gibi görünen hiçbir şeyin senin nazarında bir anlamı yoktu. Heveslerin nefesiyle hızla büyüyen ve ansızın patlayarak kaybolan sabun köpüğünden balonlar gibi hükümsüzdü her şey.

Sıla da gurbet

Her kavuşma yeni bir hasrete açılan kapıydı. Tükendi sandığın her noktada yeni perdeler açılıyordu önünde. Hasretini dindirecek, hüznünü sevinçle değiştirecek diye umduklarının yanında bile garipliğin son bulmuyordu. En aşina bildiklerin yabancılaşıyordu birden. Bulunduğun yerden göçmek, ötelere uçmak istiyordun. Adını koyamadığın sıkıntıların nereden kaynaklı olduğunu biliyor, bilmezden geliyordun. Hep bir hasretle dalıp gidiyordun uzaklara.

Seni mutlu edeceğine, hüsranını bitireceğine inandıklarına kavuştukça da değişen bir şey olmuyordu. Bittiği yerde başlayan yeni hüzünler bir akşam gibi çöküyordu ruhunun derinlerine. Akşamlar yalnızlığını, yalnızlığın hüznünü çoğaltıyordu. Her günün bitiminde “geçici” kelimesi bir burgu oluyordu beyninde.

Bir varmış, bir yokmuş gibi duranların anlamı neydi peki? Huzur neredeydi ve bunca hüzün nereden kaynaklanıyordu? Hiçbir şey avutmaya, mutlu etmeye yetmiyordu görünenler içinde. Demek istenilen, aranan burada yoktu. Gölgelerin asıllarıydı özlenen. Sonsuzluğu istiyordu gönül. Şimdi var olup sonra yok olacakların kalıcı bir saadet vermesi mümkün değildi.

En çok yakışan

Sevgili! Senin bildiklerini bilemedik, anlayamadık. Onun için çok güldük. Aslında gülmeyi de tam öğrenemedik. Sahte, yapmacıktı her gülüşümüz. Derine inmeyen, süreksiz ve etkisiz. Oysa bilseydik daha az güler ve çok ağlardık. Gözlerimizde yaş olmasa da her dem, hüznümüzü bir gül gibi göğsümüzde taşırdık. Akledemedik. Aldandık. Gurbeti sıla sandık, bağlandık. Ve bir yolcunun, yolculuğu sırasında baktığı pencere önünden uçup giden varlıklara sahip olamamanın kederini, hırsını yaşadık.

Oysa biz bulunduğumuz yere değil, yolcusu olduğumuz yolun sonundaki asıl vatana aittik. O vatandan uzak olmanın derdini, o sılaya kavuşmanın hüznünü zaman zaman yüreğimizde hissettik ise de, nereden kaynaklı olduğunu tam olarak kavrayamadık.

Ne mutlu hüznü bir kandil alevi titreyişi gibi yüreğinde hissedenlere. Aşkolsun hüzünle gülen, hüzünle susan, hüzünle yaşayanlara.

Allah bu yazıyı yazan(lar)dan razı, okuyanlara da bu yazıdan faydalanmayı nasib etsin İnşaallah...

ALLAH değilse Her işte Elzem, Esaret'dir İnsana Dünya Alem.!


Genel Konular

MollaCami.Com