Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Din egitimini tartismak (1)

Din egitimini tartismak


Öyle anlasiliyor ki, devlet dinin yakasini birakmaya niyetli degil. Sanirim, devlet din için "Kendi haline birakirsan, ya davulcuya ya düdükçüye gider" yollu bir düsünceye sahip. Iste asil sorun da, devletin dinle olan bu problemli iliskisinde yatiyor.

Bir yandan dinin kendi kurum ve imkanlariyla kendi ayaklari üzerinde durmasinin önüne set çekiyor, öte yandan da dinin üzerinde velayet ve vesayet iddiasina kalkisiyor. Buna ne hakki, ne liyakati var.

Mevcut durum, söyledigimizi ispata yeterli. Mesela, dini egitim veren özel okul açmak yasak. Her türlü genel ve meslek egitimi veren lise açabilirsiniz, is din egitimi veren özel lise açmaya gelince engellenirsiniz. Ayni sey yüksek ögrenim için de geçerli. Özel ilahiyat fakülteleri açamazsiniz.

Kim ne kadar tartisirsa tartissin, Cemevleri, aslinda bir tür Bektasi ve Alevi tekkeleri mesabesindedir. Bunlara karsi hatirlanmayan Tekke ve Zaviyeler Yasasi, on yillardir kapisina kilit asilan Naksi, Kadiri, Rufai ve Halveti tekkelerinden birini ihya etmeye, veya yeni bir tekke açmaya gelince hatirlaniverir.

Osmanli'da hemen her cami, külliye, medrese, tekke ve zaviyenin kendisini ilelebet idame ettirecek vakiflari vardi. Bu vakiflardan elde edilen akar, bu dini kurumlarin tüm personel ve bakim giderlerini karsilamaya yeterdi. Hatta bazilarinin geliriyle, her bes-on yilda bir öyle bir müessese insa edilebilirdi.

Cumhuriyet'le birlikte önce Ser'iyye ve Evkaf Vekaleti'ne, bu bakanligin ilgasinin ardindan da, Vakiflar Genel Müdürlügü'ne birakilan bu devlet bütçesine es vakif emlakine devlet el koydu. Vakif ruhuna aykiri bir biçimde geliri hazineye aktarildi.

Oysa ki bu paha biçilmez mülkler hukuken de, dinen de, ahlaken de vakfedildikleri amaç ugruna kullanilmaliydi. Bir zamanlar Bursa'da yapildigi gibi, bazi vakif arazileri üzerine genelev insa edildigini bile gördü bu ülke.

Bu ve buna benzer bir çok olumsuz uygulama ortadayken, devletin dinin yakasini tutmadigini kimse iddia edemez. Bunun ortaya çikardigi gerçek su: Din ve dini müesseseler kendi kendine yeter de artar bile. Din görevlilerinin maasinin devlet tarafindan ödenmesi, devletin din ve dini kurumlardan aldiginin sadece bir kismini geri vermesinden baska bir sey degildir.

Dolayisiyla, Diyanet bütçesini bahane edip ideolojik önyargilarini konusturanlar, eger dürüst olmak istiyorlarsa, madalyonun bu yüzünü de görmelidirler. Hülasa, bu ülkede din ve dini kurumlar devletin kesesine göz dikmeyecek kadar ganidir. Y

eter ki onlardan alinan geri verilsin. Dinin dili olsaydi, öz malina önce konup ardindan kendisini kintim kintim vererek besledigini söyleyenlere, "Gölge etme baska ihsan istemem" derdi.

Iste "problemli iliski"den kastim bu. Devlet din egitimi vermeye kalkiyor. Fakat bunu yaparken, dinin iyi ögrenilip dogru yasanmasi gibi bir derdi yok. Onun derdi baska. Sebebi açik: Devlet dinle barisik degil.

Onu kimi zaman bir hasim, kimi zaman basi ezilmesi gereken bir rakip, kimi zaman da kendi haline birakmaya gelmeyen bir 'kiz' gibi görüyor. Ama her daim mesafeli ve soguk.

Peki, böyle bir yaklasimla, egitim orada dursun, nasil bir din ögretimi yapilacak? Bunun cevabini vermek için birkaç dönemlik din egitimi müfredatini incelemek yeterli. Bir ipligini çekince kirk parçasi dökülen yamali bohçaya benziyor. Din egitiminde kalite sorunu var ve bu devletin bilinçli tercihinden kaynaklaniyor.

YÖK'ün elinden gelse memleketteki egitimden "din"in kökünü kaziyacak. Marmara Ilahiyat'ta bir hocaya iki talebe düstügünü biliyor musunuz? Iyi ya diyeceksiniz, böyle bir ortam en ileri ülkelerin standartlarinin bile üstünde. Degil iste, üstelik tam tersi. Din egitimi veren kurumlarda derin bir moral çöküntü yasaniyor.

Müfredat ve kitap sorunu ayri bir dert. Içerikler ya çarpik, ya tutuk. Çarpik, çünkü yazan "resmi hizmete mahsus din"i ögretiyor, Allah'in dinini degil. Buruk, belli ki zavallinin agzina gelmis, fakat o konudaki dini bilgiyi verememis. Kim bilir, "baltayi tasa vurmayalim" demistir mutlaka. Ama hepsi de yetersiz.

Böyle patolojik tavirlar olmamis olsaydi, bu ülkede din egitim ve ögretimi esastan ve usulden saglikli ve selim bir kafayla tartisilabilirdi. Islam Medeniyeti'nin ürettigi özgün egitim modelleri bu is için bir çikis noktasi olarak sunulabilirdi. Ama bu hastalikli yaklasim, ortami zehirliyor.

Insanlar bildiklerini söylemekten korkuyor, söylemeye çalisanlar kus dili konusuyor; aman birilerinin nasirina basmayalim, paranoyalarini harekete geçirmeyelim diye. Böyle ciddi bir mesele, bu korkularla saglikli tartisilabilir mi? Tartisilirsa, saglikli sonuçlara ulasilabilir mi? Egitim bu.

Dünyanin en ciddi meselesi. Insan insanin sorunu olmaktan, ancak sahih ve saglikli bir egitimle çikarilabilir. Fakat söylemesi kolay, uygulamasi zor. Buna bir de bu ülkenin 'kendine özgü sartlar'ini katinca, insanin konusacak mecali kalmiyor.

Aslinda biz "biz" olsaydik, tükenme ve tikanma noktasina gelen Batili egitim modellerini tartisir, yerine alternatifler sunardik. Mesela bu modeldeki "bilgi" ile "bilgiyi aktaran" arasindaki kategorik ayrimin nelere mal oldugunu. Bu ayrimin dogru bilgiyi bile çürüten etkisini.

Bu ayrimdan kaynaklanan bilginin nesnelesme sorununu. Bilgi üretim ve aktarim süreçlerinde ahlakilik meselesini. Din egitiminden bosaltilan yere dinlestirilen pozitivizmin geçirilmesini, ögretmenlerin "seküler rahip" olarak kullanilmasini, okullarin "Pozitivist Kilise"nin birer kalesi yapilmak istenmesi

Ne ki, biz yine "biz"i tartismak zorunda kalacagiz. Önce "din egitiminde kalite sorunu"ndan baslayalim ve örgün egitime yüklenen hurafevi anlamin altini kurcalayalim.


S.Hocaoglu

Selam Sevgi ve Dua Ile :)


Batı ve Doğu Edebiyatı

MollaCami.Com