Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Mazinin Köşküne Kısa Yollu Bir Seyahat

MAZİNİN KÖŞKÜNE KISA YOLLU BİR SEYAHAT

Hava kararmak üzere mi, yoksa bulutlar mı beni kandırıyor bilemiyorum. Yılan kıvrımını andıran yolda, “mazînin evi”ne doğru yol alıyorum. Yılların öte menzilesinden gelen bu misafiri tanımakta zorlanacak belli ki…

Yol kıvrımının yumuşak toprağa çalan kısmına gelince, bu mazi evinin içinde bir kıpırdanma-heyecanlanma beliriyor. Sâhi, süratle geldiğim pinokyo marka bisikletimin beni, kaldırımın yanında ki bu toz toprakla ziyadesiyle haşır neşir eyleyip, bir müddet sonra beni bağrında buldurduğu mekân değil miydi burası? Hâlâ o pinokyo bisikletim yeni evin arkasında kendi başına bu hatıraları yâd ediyor olsa gerek.

“Yeni evimiz” diyorum, çünkü yaklaşık dokuz seneye baliğ olan bir zamandan beri, çocukluğumun geçtiği bu yerlerden uzağım. Yeni evin yine buralara yakın bir yerde olması, beni bu mazi evinin içine doğru çekiyor.

Bulutların beni kandırdığına inanmaya çalıştığım ama esasen akşamın gelip çattığı şu saatlerde, aradan dokuz yıl geçmiş olmasına rağmen, hayallerimde ki siluetinden pek de bir şey kaybetmemiş olan patika vâri yoldan eski eve doğru ilerliyorum. Ara ara gözlerimin önünde canlanan maziye ait halüsinasyonları da izleyerek…

İlerledikçe heyecan artıyor. Mahallenin genel görünüş mimarisinde ciddi bir değişiklik yok! En çok şaşırdığım nokta da bu zaten.

Bu düşüncelerden, ardı arkası kesilmeyen o halüsinasyonlardan birinin dürtüsüyle uyanıyorum. Yine o pinokyo bisiklet… Üzerinde ki de ben olmalıyım. Arkadaki ise bizim komşu oğlu. Bu kadar süratli gittiğimize göre, uzun zamandır kafasına yer ettirdiği “beni geçme” projesinin icrasıyla meşgul…

Şu çatılı ev onların ki… Duyduğuma göre abisi evlenmiş. Aşağı yukarı biz emsallerdi. Demek ki vakit epey ilerlemiş. Görseler beni tanıyacakları meçhul. Tıpkı benim tanımamın meçhullüğü gibi…

Vaktimin cüz'î bir kısmını teşkil eden bu düşünceler içindeyken, ayaklarım Hatice Abla'nın evinin iskelesine demir atmış bile. Birden içime tuhaf bir utangaçlık hissi çörekleniyor ve adımlarımı sıklaştırıp uzaklaşıyorum. Hâlbuki ne çok severdi beni. Hediyesi olan seccade hâlâ duruyor sanırım. Şimdi kapısını çalıp bir hal-hatır sormak bile zor geliyor. Vefasızlığıma kendimce bazı kılıflar biçip, içinde bulunduğum mazi köşkünün bir diğer odasına yollanıyorum.

Yanından geçtiğim evler hep büyüklü-küçüklü birer hatıra ile bakıyor. Ben çok istediğim halde, dikkat kesilip o hatıralara bir tebessümle bile karşılık ver(e)miyorum. Bunların bir çoğunda aynı sınıfta okuduğum ve bazısının da evlendiğini duyduğum karşı cinsler var(dı). Bunca yıl sonra ben büyüdüğüme göre, onların yerinde saymadığı muhakkak… Hatice Abla’mın kapısını çalmayışımın altındaki bir sebebin de bu olduğunu sezinliyorum. Artık eskisi gibi değil. Hal ve harekâtta dikkat edilmesi gerekenler, ara ara sinyal çakıyor.

Şu boş arsada ki iki ağaç… İnanmak güç, hâlâ ayaktalar. Dokuz yıla meydan okumuş gibi yorgun ve bu zaman zarfında bünyelerine bir şey katamamış oldukları halde karşımdalar. Derken eski evin önündeyim… Sanırım değişikliği ile dikkatimi celbeden tek nesne… Boyası, cilası modaya ayak uydurma çabasındaki zamâne kadınlara taş çıkartan cinsten.


“Komşunu sev, ama aradaki duvarı kaldırma” sözü bizden sonra buralarda tecellisini ziyadesiyle göstermiş olacak ki, evler arası sınırlar ince hatlarıyla belirgin. Ve bizim ev binalar arasına sıkışmış, tesbih elinde ve kendi halindeki bir dedeyi andırıyor. Zamane kadınlarını kıyaslayarak yaptığım teşbih ile, son teşbih arasındaki tenakuzu varın siz anlayın.

Arka bahçe bu “kendi halindeliğin” revnakına fazlaca kapılmış olacak ki kayıp... Görünmüyor. Bizim sokağın en iyi bahçesiydi zamanın behrinde. Meyve ağaçlarının yanı sıra, bakımlı ve göz alıcı yeşilliğinde, benim emeklerimde yabana atılacak cinsten değil hani. Fidanlarımı sulamadığım günler rahat edebilir miydim ki? Ev satılıp çıkacağımız zamanlarda koca koca olmuşlardı. Söküp götürme hususunda yaptığım tartışmalar hep pederin kalesinden dönmüştü.

Dikkat kesildiğim evin önünden yine dikkat çektiğim gerekçesiyle gerisingeri uzaklaşırken, gözlerim komşuların hindilerini arıyor. Saldırdıklarında, küçük olmam hasebiyle önlerinde mağdur duruma düştüğüm ve genellikle salahiyeti kaçmakta bulduğum o devasa hayvanlar… Onlarda görünmüyor…

Bu kez gözlerim yanı başımdaki sıra dağlara ilişiyor. Küçük yaşta ki avcılık merakım yüzünden ayak basmadık toprak bırakmadığım o sıra dağlar… Gayr-i ihtiyari ayaklarım yöneliyor ve bende bu tatlı yönelişe ses çıkarmıyorum. Gözlerimde ki hafif buğulanmanın oluşturduğu sisin ötesinde hayal meyal bir ağaç beliriyor. Çocukluğumda müstesna bir yere sahip olan bu koca ihtiyarı yerli yerinde görmek beni mesteyliyor.

Artık ev hudutlarının dışında, dağ yamacı denilebilecek yerde bu kocamış ihtiyar ile baş başayız. Alacakaranlığın verdiği romantik denilebilecek hava ise tuz-biber mesabesinde oluyor.

Bu ihtiyar kayısı ağacının büyüme cihetinden diğerlerinden farkı yok. Hatta küçülmüş desek yeri. Küçüklüğümde bana oldukça devasa görünen ve her gün bıkıp usanmadan bin bir zahmet tepesine tırmandığım o ağaç değil sanki. Birkaç hamlede kendimi tepesinde bulacak kadar dinç hissediyorum kendimi. Ben büyürken siz ne işle meşguldünüz?

Elim istem dışı olarak dip budaklardan birine uzanıyor. Unutmamışım o budağı. Olmasaydı çıkmamın imkânsızlaşacağını bildiğim o budağı…

Küçükken bile kesilmesinden korktuğum bu ağacı yaşlanmışta olsa dik bulmanın sevinç kıpırtıları gıdıklıyor hala içimi. Ağacın çevresini yaban otları bürümüş. Belli ki hiç ziyaretçisi yok. O zamanlar sağına soluna o kadar çok salıncak kurulurdu ki, benim bile ağırıma gider, kimse yokken hepsini keserdim. Daha dürüst olmak gerekirse, bu biricik koca ihtiyarı herkesten kıskanırdım. Hatta birinde kurulan salıncaklarla baş edemediğim için, başka yola başvurmuştum. Kimse yokken çakımı çıkarıp, tüm salıncakların ipine koparmamak suretiyle darbeler atmıştım. Ertesi gün yanıma gelen bir suçlu kendini ele veriyor ve o an:

— Ya biliyor musunuz? Şu ağaçtaki dört salıncağa da bindim ve hepside teker teker koptu.

Deyişi hâlâ kulaklarımda…

***

Yaş itibariyle benden belki 5–10 yaş büyük olan ihtiyara veda ile nazar ettikten sonra çalan cep telefonuyla buyur edildiğim yemek sofrasını bekletmemek üzere adımlarımı sıklaştırıyorum.

Siz siz olun, hatıraları yâd etmek için bir programınız olmasın. Ansızın denk gelen bir fırsattan başkası daha uygun bir zaman olamaz.

Selam ve sevgiler…


Âdem YAKUT
25.08.2007
ankebut–57

Siz siz olun, hatıraları yâd etmek için bir programınız olmasın. Ansızın denk gelen bir fırsattan başkası daha uygun bir zaman olamaz.


Adem kardeşim, üslubunuz çok güzel. Üstelik akıcı bir üslupla yazılmış olması hatıra yazınıza ayrı bir güzellik katmış..

Ansızın denk gelecek güzel bir fırsatı beklemeye başladım...


Teşekkürler.Nede güzel ifade etmişsiniz hayran kaldım Maşaallah...

Ben de sizlere teşekkür ederim. Mevla cümlemizden râzı olsun.


Blog Paylaşımları

MollaCami.Com