Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Sis, nem ve çiseleyen yağmur!

Halis ECE

Sis, nem ve çiseleyen yağmur!


Odam, kararan havanın da tesiriyle loş, hatta neredeyse karanlık... Bilgisayarımın monitöründen akseden/yansıyan ışık gelgitleri kütüphaneme vuruyor. Bu arada televizyonum da açık. Yaklaşık yarım asırdır siyaset yapan birileri ağzından köpükler saçarak konuşuyor; hırsıyla adeta ekranı dolduruyor, hatta odaya taşıyor. Konuşmalarını, içinde manaları olmayan kelime ve kavramlar kargaşası tarzında bir gürültü olarak duyuyorum. Aslında kendisi zaten hep öyledir ve öyle olmak için de çaba gösterir. Konuşmaları hep ağız kalabalığıdır… Laf çok anlam yok! Tipik bir “sosyal demokrat üslubu” da diyebilirsiniz. İngilizlerin "ağız ishali" dedikleri türden... Bitmek bilmeyen ihtirasıyla ağzından köpükler saçarak kuru gürültüyü sürdürür. Siyaset arenasındakileri sürekli rahatsız eder. Çünkü yaptıkları hep siyaset dışıdır. Bendeniz konuştuklarını dinlemeyi, söylediklerinden manalar çıkartmaya çalışmayı bırakalı çok oldu. Ancak bu ve benzeri zihniyettekiler, bu ülkenin üstüne, bu ülkenin insanlarının üzerine bir ağırlık olarak çökmeye devam ediyorlar. Aşkımızı-heyecanımızı kırıp, yorgunluğumuzu-bezginliğimizi arttırıyorlar. Sürekli kelime ve kavramların içini boşaltıyor, öylesine eğip büküyorlar ki, kullanılmaz hale getiriyorlar. Onların bu manaya boşvermişliği-ruhsuzluğu bizim güzelim münbit edebiyat iklimimizi de bozuyor.

Ruhum sıkılıp, aklım bu girdabın içinden bir çıkış yolu ararken dışarıdan bir ses geliyor. Bir araba yolun ortasında durmuş ve bir şeyler satmak için megafonla bağırıyor direksiyon başındaki kişi… Hatırı sayılır miktarda satacak sebze ve meyvesi de var. Müşteri bekliyor. Ama arkadan ve önden gelenler onun alış-veriş yapmasına izin vermiyor ve hareket etmek mecburiyetinde kalıyor. Haliyle bozuluyor. Ama yaptığı işin, takındığı tavrın, kısacası işletme-ekonomi, ticari-insani ve de ahlâki açılardan doğru olup olmadığını düşüneceğini-düşünebileceğini de sanmıyorum. Onu düşünmek de bana kalıyor…

Tam da bu esnada, demek dışarıda yağmur yağıyormuş, diye mırıldanıyorum kendi kendime!

A bir de ne göreyim: Yataktayım! Uyanıyorum. Hem bedenen hem ruhen… Bütün benliğimle ayaktayım... Bir taraftan dışarıyı gözlüyor, öbür taraftan da düşünce planında kuşbakışı memleketin durumunu gözlemliyorum…

Ülkede, “Mâlikü’l-mülk”ün dışında hiç kimsenin bozamayacağı bir istikrar düzeni var gibi... Ya da öyle gözüküyor, öyle gösterilmeye çalışılıyor. Adına kasaca “hayat” denen bu düzen, sosyal-laik-hukuk sacayağına oturan ya da öyle olduğu sanılan bir cumhuriyet sistemi… Ama birden yıllar öncesinde bir karikatüristimizin bir seçim öncesi çizdiği karikatüre takılıyor aklım… Ortada koskoca bir deve, herkes devenin bir yerlerinden tutunmuş, T.İ.P. Genel Başkanı Behice binti Tavâriş (Behice Boran) de kuyruğundan… Başının üzerinden çıkan balonda söylediği söz aynen şöyle: “Bir üfürüklük canımız var!”

Evet bu ülkede, seçilmişler ne kadar çoğunlukta olursa olsun, neticede bir üfürüklük canları var… Hele bir de, iki cihan serveri âlemler yüzüsuyu hürmetine yaratılmış olan Rasûl-i zî-şânın (s.a.v.) ve varislerinin, “Allah’ım! Zalimi zalime musallat kıl, kâfiri kâfire kırdır! Bizi de bunlardan meccanen uzak tut yâ Rabbe’l-âlemîn!” ilticasını kendilerine vird edinmiş bir topluluğa zarar verir, Allah yolundaki hizmetlerine engel teşkil etmeye, manevi sigortayla da oynamaya kalkışırsan... İşte o zaman gelecek sıkıntıyı, yıkacak sadmeyi her an bekleyeceksin.
***

Pencereye gidiyor, cama yaslanıyor ve adeta yağmurla kucaklaşıyorum. Yağmur sokağı nisbeten temizlemiş… Nisbeten diyorum, çünkü çok kuvvetli değil yağmur. Hafiften yağıyor, hatta yağmıyor da sanki çiseliyor... Belki kuvvetli yağdığı yerler var ama, bize bu kadarı kısmetmiş demek ki... Buna rağmen gönlümü körleştiren, ruhumu karartan pekçok şeyden kurtulur gibi oluyorum. Üstümdeki ağırlık kalkıyor, hafifliyorum… Tabir caizse, kuş gibi oluyorum.

Pencereyi açıyorum… Yağmurun topraktan alıp havaya karıştırdığı o mis gibi bahar kokusunu içime çekiyorum. O kadar çekiyorum ki… Bedenimin bütün yangınları sönüyor, ruhumun üzerindeki kara bulutlar dağılıyor. Serinliyorum; ferahlıyor, rahatlıyorum. O kadar ferahlıyor ve rahatlıyorum ki, sadrımdaki/iç âlemimdeki bütün iniş-çıkışlar, tüm dalgalar sakinleşiyor… Gecenin sessizliğini dinleyen dingin ve engin bir okyanusa dönüşüyorum adeta...

Hafif de olsa yağmurun sesiyle bütün gürültüler-patırtılar etkisini kaybediyor, yok olup gidiyor. Çevreyi huzur ve sükûnet çemberi kuşatıyor… Hayat, canlılar için biz faniler için aslında nerede başlayıp nerede bittiğini bir kere daha hatırlatıyor. Geceler gündüzleri, gündüzler geceleri takip ediyor… Akşamlar sabahlara, sabahlar akşamlara bağlanıyor. Mevsimler, değişmez sandığımız bir dengeyle birbiri ardına sıralanıp gidiyor... Daha doğrusu gidiyordu bu malum ve meş’um “küresel ısınma” olgusuna kadar… Ama bu yıl gördük ve acı bir şekilde yaşadık ki, mevsimler de alt üst olabiliyor insanoğlunun yaptığı yanlışlıklar yüzünden… İnsanlar bozuldukça, hilkatin-fıtratın gereğinin dışına çıktıkça yeryüzündeki pekçok şey de bozuluyor, bize bunun acısını tattırmak için… Oysa normalde her şey kendisi için belirlenmiş olan vakte kadar üzerine düşeni yapıyor, yapmaya devam ediyor insanoğlunun dışında… Güneş açar gündüz olur, ay doğar geceler aydınlanır. Yıldızlar gökyüzünü süsler, ışıklandırır, zifiri karanlığı loş hale çevirir... Günler-geceler hiç şaşmadan birbirini takip eder. Saatler işler; saliseler saniyeleri, saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri izler... Sünnetullah’ın (ilahi kanunun) icabı her şey seyrini sürdürür, tâ ki belirlenen müddet tamamlanıncaya kadar... Yeter ki insanoğlu kendi eliyle maddi-manevi bakımdan sistemi bozmaya yeltenmesin.
***
Adalet terazisi, hayat dengemizin en önemli unsuru…

Peki bu adalet terazisi dengede mi?

Hayatımızın her safhasına-sürecine bunu yayabiliyor muyuz? Kendimiz adil davranamıyorsak, başkalarından bunu bekleme hakkımız var mı?
Adaleti kimden, nasıl beklediğimiz de önemli tabii... Öncelikle âdil-i mutlak olan Allah’tan.

Zira susamış toprağa yağmuru gönderen, kararmış gönüllere iman nurunu bahşeden... Kurumuş ağacı yeşerten, tıkanmış iz’an-insaf ve vicdan damarlarını açan... Acıkmış toprağa muhtaç olduğu gıdayı veren, boşalmış kalpleri takva iksiriyle dolduran... Kararmış geceyi sabahın ışıklarıyla aydınlatan, şeytanın ve nefsin vesveseleriyle daralmış ruhlara inşirah, huzur ve sükûnet veren O’dur. Mutlak adalet ancak O’nun, izafi-nisbi adaletse onun “adl” sıfatından nasibi olanların harcıdır.
***

Vakit, hayatı hayallerde değil, hayatın bizatihi kendisi olan insana ve İslâm’a hizmet alanlarında aramanın vaktidir. Yüce Yaradan’ın fermanıyla gösterdiği yön ve yöntemle bütün gürültüleri bastırıp O’nun yolunda yılmadan-usanmadan-bıkmadan hizmete devam vaktidir. İlahi membalarda/pınarlarda/çeşmelerde yıkanmanın-arınmanın vaktidir.

İki Cihan Güneşi’nin (s.a.v.) Muhammedî feyzini tevzi eden vârisinin müessese ve memurlarından ruhlarımızı-manevi makinelerimizi ısıtmanın, enerji toplamanın vaktidir. İlahi nuru-feyzi letaifimize, toprağın kokusunu içimize çektiğimiz gibi çekmenin vaktidir.

Üzerimize düşen gayreti Allah’ın rızâsı yönünde ortaya koyup, semeresini de O’ndan beklemenin vaktidir.

Madem ki “Her şey vakitlerle merhûndur”, ipotek altındadır… Vakti-zamanı, günü-saati gelmeden hiçbir şey olmaz… Öyleyse vakt-i merhûnun geldiği-dolduğu inancıyla, bizi azab-ı elimden kurtarıp necata-felaha kavuşturacak “habl-i metîn”e sımsıkı yapışmalıyız.
***

Bakın; bu yıl da yine havaya-suya-toprağa cemre düştü, keza bahar geldi... Sahile, ormanlara, kırlara, parklara gidin, dolaşın… Ufka bakın, açan ağaçları, kır çiçeklerini seyredin, koklayın; duyabiliyorsanız Allah'ı nasıl tesbih ettiklerini dinleyin, ama sakın ola kopartmayın! Onları tesbihlerinden mahrum etmeyin... Nasıl bir ülke, nasıl bir toplum, nasıl bir düzen istiyorsanız; bütün bunlara uygun yaşayın, ona göre emek ve hizmet verin, gayret sarf edin... Yoksa isteğinizi beklemeye hakkınız olmaz.

Ellerinize sağlık hocam yine güzel üslubunuzla yazmış olduğunuz güzel yazılarınızdan biriyle bizleri buluşturdunuz. O kadar güzel ifade etmişsiniz ki yazınızı okurken kendimi kaptırıyorum. Sanki yazdıklarınızı yaşıyor gibi hissediyorum. Tekrar teşekkür ederim. Son olarakda yazmış olduğunuz

"Allah’ım! Zalimi zalime musallat kıl, kâfiri kâfire kırdır! Bizi de bunlarından meccanen uzak tut yâ Rabbe’l-âlemîn!"

duasına Amin deyip hayırlı akşamlar dilerim.

SEVGİLİ HALİSECE HOCAM..............

ELLERINIZE BEDENINIZE SAGLIK ALLAH RAZI OLSUN BU GUZEL YAZI ICIN...OZELLIKLE SON 8 PARAGRAF MUKEMMEL COK MANALI TAZELIGINI KORUYACAK BIR YAZI BU....

BİR GÜNÜN HERHANGİ BİR SAAT DİLİMDE İKEN GÖRÜP YAŞADIKLARINIZLA GÜNÜMÜZ DÜNYASINI ÖYLE GÜZEL ÖZETLEMİŞSİNİZ Kİ.....EKLENECEK PEK BİRŞEY GÖREMEDİM

EVET YETER Kİ BİZLER ELLERİMİZLE MADDİ MANEVİ BAKIMDAN SİSTEMİ BOZMAYALIM
ZATEN ALLAH IN VERDİGİ BIR DUZENDE DEVAM EDIYORLAR GEZEGENLER HERSEY....

*****Vakit, hayatı hayallerde değil, hayatın bizatihi kendisi olan insana ve İslâm’a hizmet alanlarında aramanın vaktidir. Yüce Yaradan’ın fermanıyla gösterdiği yön ve yöntemle bütün gürültüleri bastırıp O’nun yolunda yılmadan-usanmadan-bıkmadan hizmete devam vaktidir. İlahi membalarda/pınarlarda/çeşmelerde yıkanmanın-arınmanın vaktidir.***
BU PARAGRAF NELER YAPABILECEGIMIZI SOYLEMEKLE KALMIYOR BIRSEYLERI FARKETTIREREK BUNUN ICIN BEKLEME ZAMANI OLMADIGINI BIRSEYLER YAPMA VAKTI OLDUGUNU HAYIRLI KELAMLARLA SUSLEYEREK VERIYOR.... MUKEMMEL

***İki Cihan Güneşi’nin (s.a.v.) Muhammedî feyzini tevzi eden vârisinin müessese ve memurlarından ruhlarımızı-manevi makinelerimizi ısıtmanın, enerji toplamanın vaktidir. İlahi nuru-feyzi letaifimize, toprağın kokusunu içimize çektiğimiz gibi çekmenin vaktidir.***
ALLAH RAZI OLSUN FANI DUNYADAN GECEN YOLUN EBEDIYETE GITTIGINI GUZEL MESAJLARINIZLA HATIRLATTIGINIZ ICIN......

INSALLAH BIZLERE ...... Üzerimize düşen gayreti Allah’ın rızâsı yönünde ORTAYA KOYMAYI, semeresini de O’ndan BEKLEMEYI YUCE ALLAH NASIP EDER INSAALLAH

CUMLEMIZIN ISTEDIGIMIZI BEKLEMEYE HAKKIMIZ OLUR INSAALAH


EN ICTEN DUYGULARIMLA DUALARINIZA AMIN DIYEREK.....


SEVGI VE SELAMETLE ALLAH A EMANET OLALIM

Sevgili GÜVERCİN, değerli IKLIME...

Fevkalade samimi, hoş ve güzel değerlendirmelerinizle yazıya yaptığınız katkılardan dolayı teşekkür ederim.

Rabbim râzı olsun. Maddi-manevi her yönde, her alanda muvaffakiyetler, iki cihanda saadetler nasip etsin.

Mukabil selam ve muhabbetlerimle...

İnsanların tarih boyunca hep endişeleri oldu. Çöldekinin sudan yana, vesair yerdekinin ekmekten yana…
Tabii şimdiye kadar olan endişeler, insanların saadetini kısmen etkisi altına alan şeylerdi. Bugün yoksa, yarın biiznillah var gibisinden…
Bunlar “Rızkın Allah’ın üzerine olduğu” mefhumuna ve O Rezzâk’a tam tevekkülle yakından alakası olan şeyler elbette…

Şu sıralar bu endişelerin önünde “Küresel ısınma” seyrediyor. Kimileri işin ciddiyeti anladı ve kendi çapında önlem alma çabasında, kimileri de hala dünyanın o tür bir felâkete düçâr olamayacağına kendini inandırıp, rahatlatma amacında…

Haberler de basbas bağırılıyor, “İstanbul’un suyu bitiyor, Ankara’nın bilmem şu kadar aylık suyu kaldı” diye… Ama bütün bunlar insanlarda ciddi bir uyanış meydana getirmiyor. Bu rahatlık insanlarımızın mütevekkilliğinden mi yoksa vurdumduymazlığından mı ileri geliyor meçhul…

Bize de sohbetler-konferanslar vasıtasıyla işin ciddiyeti anlatılmaya çalışılıyor. Aslında anlatılmıyor, geçmişte anlatılan ve çizilen çizgi üzerinden kara kalem ile bir daha gidiliyor.

Bu küresel ısınmaya ve bunun getirdiği susuzluğa mukabil alınan çarelerin ölçüsü-çizgisi, 1400 küsür yıl öncesinden belirtildi esasen. Bunun en bariz ve belki de en basit ölçüsü “Akıp giden sudan abdest alırken bile israf etmeyiniz” sözüydü. En göze çarpan bariz örneği buydu, dahası ise ehlince malum…

Bilemiyoruz tabii, insanoğlunun bundan sonraki süre gelen zaman zarfında daha nelerin endişesini çekeceğini. Biz bundan 100 yıl evvel yoktuk ama insanlar vardı, Allahuâlem biz 100 yıl sonra olmayacağız ama muhtemelen insanlar olacak. Umarız ki yeni nesil, bu kaynakların doğru kullanılmadığından dolayı “mahrum” bir hayat sürmez ve bunun vebâli bizim omuzlarımızda olmaz. Zira bu gidişle ademâbâd (yokluk ülkesi) haline gelmemiz kaçınılmaz gibi.

Tüm bunlara rağmen içimizdeki sıkıntı, rızık endişesi olmamalı. Çekilecek vicdan veya endişe azabı rızık üzerine değilde, yapılan “israflar” üzerinde olmalı. Bu belki sorunun çözümü için önemli bir adım teşkil eder.

* * * *

Değerli Hocam, her zaman olduğu gibi, içinizden dökülüp gelen ve derin uslûbunuzun değirmeninde öğütüp bize sunduğunuz bu bilgilerden dolayı teşekkür ediyor, Allâh râzı olsun diyorum. Selam ve sevgiler…

Sevgili ankebut;

Yazıya yaptığın kıymetli katkılarından dolayı teşekkür ederim. Hele de İslâm fıkhının, “Akıp giden sudan abdest alırken bile israf etmeyiniz” âdâbını hatırlatmandan dolayı...

Allah râzı olsun. Teşekkür ederim.

Bilmukabele selam ve sevilerimle...

Allah razı olsun.Bu yazılar mükemmel ...

Teşekkür ederim sevgili ASYA... Allah sizlerden de râzı olsun.

Selam ve dualarımla...

Değerli Halis hocam birkaç gündür meşguliyetimden dolayı yazılarınızı takip etme imkanım olmadi, şimdide tam okuyabilmiş değilim ama şöyle bir göz gezdirdim yine bizlerin çook istifade edebileceğimiz mevzular ele almışsınız ilk fırsatta okuyacağım inşaallah.Elinize emeğinize sağlık hocam.
Selam ve dua ile

Teşekkürler sevgili Tunahanhakan... Allah râzı olsun.

Mukabil selam ve dualarımla...

23 Temmuz sabahı bütün bu sislerin özellikle de siyasi sislerin kalkması umuduyla...

Allah cc ülkemiz ve insanımız için hayırlı sonuçlar versin.

Ellerinize sağlık değerli kardeşim.

Selam ve dua ile..


Blog Paylaşımları

MollaCami.Com