Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


İMANIN İKİNCİ ŞARTI: Meleklere inanmak

Halis ECE

İMANIN İKİNCİ ŞARTI: Meleklere inanmak

MELEKLERE İMAN

İmanın ikinci şartı meleklerin varlığına inanmaktır. Gerek Kur’ân-ı Kerim’de ve gerekse imanın altı esasının sıralandığı “Âmentü”de Allâh’a inanmanın hemen akabinde meleklere iman zikredilmiştir. Bir âyet-i kerimede de şöyle buyrulmuştur:

“Kim Allâh’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyâmet gününü inkâr ederse, tam mânâsiyle sapıtmıştır.”(1)

Meleklere iman böylesine önemlidir. Bundan dolayıdır ki, Müslümanların iman esaslarını parçalamak, imanlarına zarar vermek için, belli çevreler tarafından melekler mevzuu zaman zaman kafaları ve gönülleri karıştıracak şekilde istismar edilegelmiştir. Bu sebeple Müslümanların çok önemli bir bölümünün meleklerle ilgili olarak bildikleri hususlar İslâm’ın iman esaslarına uymamaktadır.

Melek denilince, pek çok insanın kafasında, fizikî özellikleri olan bir kadın silueti canlanır. Zira basında-medyada, sinema ve tiyatrolarda, birtakım ticarî ürün reklamlarında ortaya konulan görüntü budur. Meselâ, “Çarli’nin Melekleri”, “sen benim meleğimsin” gibi sözler; kadınlara, kadın iç çamaşırlarına, çikletlere müstear isim olarak melek isminin verilmesi gibi... Bütün bunlar, insanların melek inancına da zarar vermiştir, vermektedir.


MELEKLER NASIL VARLIKLARDIR?

Kur’ân-ı Kerim’de ve hadîs-i şeriflerde, üzerinde en çok durulan hususlardan biri de meleklerdir. Kur’ân’ın seksenden fazla yerinde çeşitli kelimelerle meleklerden bahsedilmiştir.

Melek, kelime olarak haberci ve kuvvet mânâlarına gelir, cem'isi (çoğulu) melâike’dir. İslâmi ilimler ıstılâhında ise melekler, saf nur’dan yaratılmış(2), ışıktan milyarlarca defa daha rakîk (ince), lâtif varlıklardır. Onların vücudunda, anâsır-ı Erbaa (dört unsur) dediğimiz toprak, su, hava ateş gibi elemanlar yoktur. Bundan dolayı doğrudan gözle görülmezler, beşer aklı da zaten onları görmeye tahammül edemez.

Melekler yemezler, içmezler, uyumazlar, günah da işlemezler; çünkü kendilerinde nefis yoktur. Gıdalarını zikir ve tesbihten alırlar. Erkek-kadın özellikleri yoktur. Yaratılmışların hiçbirine benzemezler. Gerektiğinde değişik tip ve kılığa girip görünebilirler. Zaten peygamberlerden başkasının melekleri yaratıldıkları şekilde yani aslî hüviyetlerinde görmeleri mümkün değildir.

Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) Cebrâil aleyhisselâmı aslî suretinde gördü, onun altıyüz kanadı vardı.(3) Kendisine zaman zaman insan suretinde de geldiğini kaynaklarımız haber vermektedir... Bu cümleden olarak bazan sahâbeden Dıhyetü’l-Kelbî (r.a.) sûretinde, bazan beyaz elbise giymiş bir a’rabî kılığında, bazan da sıradan bir şahıs hüviyetinde geldiği de olmuştur. Keza silahlı bir asker ve daha değişik kıyafetlerde de görülmüştür.(4)


MELEKLERİN VAZİFELERİ

Melekler akıllı varlıklardır ve her birinin yaratılış vazifeleri vardır. Onlar bu yükümlülüklerini tam ve eksiksiz olarak yerine getirirler. Allâh’a muhtelif şekillerde ibâdet ederler. Süleymen Çelebi merhum, meleklerin değişik tarzdaki ibadetlerini Mevlid’inde şöyle dile getirir:

Kimi kıyamda kimi kılmış rüku’,
Kimi Hakk’a secde kılmış bâ-huşu’.


Bazıları da “tesbih” ederler, mü’minler için mağfiret dileğinde bulunurlar. Bu husustaki bir âyet şöyledir: “… Melekler Rablerine hamd ile tesbih ediyorlar ve yerdekiler için mağfiret (bağışlanma) diliyorlar…”(5)

Bazı melekler de saf saf olup namaz kılarlar, Allâh’ın kitabını okurlar, zikrederler.(6)

Yine Kur’ân-ı Kerim ve hadîs-i şeriflerde bildirildiğine göre, melekler biz mü’minler için duâda bulunmakta, duâlarımıza “âmin” demekte, cemaatle kıldığımız namazlara, yaptığımız zikirlere iştirak etmekte, ilim meclislerimize katılmakta, bereketlerin intikallerini yani bir yerden başka bir yere geçmesini temin etmektedirler.

Kısacası, her hayırlı işimizde, iyi şeyler için teşebbüslerimizde, melekler ordusu yanıbaşımızda hazır bulunmaktadır.


İNSAN VÜCUDUNDA VAZİFELİ MELEKLER

Her insanın vücudunda vazifelendirilmiş ve ona yardımcı olan üçyüz seksendört adet melek vardır.

Bunlardan on altısı “Hafaza melekleri”dir. Hafaza melekleri devamlı olarak insanlarla beraber bulunurlar; onları şeytanların şerrinden-zararlarından korumakla vazifelidirler. Kur’ân-ı Kerim’de bu husus şöyle beyan olunmuştur:

“Muhakkak ki üzerinizde koruyucu melekler vardır.”(7)

İki tanesi, insanın sağ ve sol omuzlarında gene sürekli olarak bulunan ve amellerini tesbit eden, yazan “Kirâmen kâtibîn” melekleridir. Bunlarla ilgili olarak Kur’ân-ı Kerim’de şu açıklamaları görüyoruz:

İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar. İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.”(8) “Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler, değerli yazıcılar vardır. Onlar, yapmakta olduklarınızı bilirler (eksiksiz olarak yazıp tesbit ederler).”(9)

İki melek de insana def’-i hâcet yaptırmakla memurdur.

Buraya kadar saydıklarımızın toplamı yirmi eder. Geriye kalan 364 melek ise, insan vücudunda bulunan 364 mafsal (eklem) kemiğini tutmakla vazifelidirler. Bu meleklerden birisi, şayet tutmuş olduğu mafsalı bırakmış olsa, o mafsal görevini yapamaz hâle gelir. Bilindiği gibi bu duruma felç diyoruz.

Def’-i hâcet yaptırmakla vazifeli olan melekler, o işi tenezzülen (alçakgönüllülük göstererek) kabul ettikleri için, dereceleri diğerlerinden üstündür. Bu sebeple, ihtiyacımızı giderip tuvaletten çıktıktan sonra, mutlaka, “el-Hamdü lillâhillezî ezhebe anni’l-ezâ ve âfânî min zâlik”(10) diye duâ etmek lâzımdır. Buna devam edenler, prostat dahil, birçok hastılıktan uzak olurlar. Zaten hastalıkların, rahatsızlıkların pek çoğu Resûlüllah Efendimizin sünnetlerine uyulmadığı, onlara aykırı hareket edildiği için meydana gelmiyor mu? Çare; hayat tarzımızı İslâm’ın âdâbına, Peygamber’in (s.a.v.) sünnetine uygun hâle getirmeye gayret göstermekten geçiyor.


BULUNDUKLARI YERE GÖRE İSİM ALAN MELEKLER

Meleklere, bulundukları yerelere, yaptıkları hizmete göre de isim verilir.

Meselâ gökte bulunanlara, semâ melekleri; yeryüzünde vazifeli olanlara, arz melekleri; Arş-ı a’zamı yüklenmiş bulunanlara, Hamele-i Arş denilmekte; cennetin hazînedârı olan meleğe Mâlik, cehennemde vazifeli bulunan on dokuz meleğe Zebâni adı verilmektedir.

Meleklerin adedini Allah’tan başka kimse bilmez. Dinî kaynaklarımızda, her yağmur damlasının, kar tanesinin bile bir melek tarafından indirildiği bildirilmiştir.


DÖRT BÜYÜK MELEK

1. Azrâil(11):

Melekü’l-mevt” (ölüm meleği) de denilen Azrâil aleyyhisselâm ve emrindeki melekler, ömrü sona eren canlıların ruhlarını almakla vazifelidir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: “(Resûlüm) de ki: Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”(12)

2. Mikâil(13):

Kâinatta meydana gelen hâdiseleri idare ile görevlidir. Yağmurların yağması, rüzgârların esmesi gibi hizmetlere memur edilmiştir.

3. İsrâfil(14):

Kıyâmetin kopması ânında ve insanların tekrar dirileceğinde Sur’a üfleyecek olan melek. Bununla ilgili bir âyette şöyle buyrulmuştur: “Sur’a üflenince, Allâh’ın diledikleri müstesnâ olmak üzere, göklerde ve yerde kim varsa hepsi düşüp ölmüş olacaktır. Sonra ona bir daha üflenince, hemen ayağa kalkıp bakakalacaklardır.”(15)

Hâsılı; Allah Teâlâ, hesapların görülmesi için çürümüş kemikleri, yırtılmış ve parçalanmış derileri, kopmuş saçları bir araya toplayacaktır. “Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi gözleri düşkün (utançtan yere bakar) bir halde ve dâvetçiye koşarak kabirlerden çıkarlar. O esnada kâfirler, ‘Bu, çok çetin bir gündür!’ derler.”(16)

4. Cebrâil(17):

Vahiy meleğidir. Allah Teâlâ ile peygamlerleri arasında vâsıtadır. Peygamberleri ve ashâbını destekler, azâbı hak eden toplulukları helâk eder. Bu hususla ilgili bir âyet şöyledir: “O zâlimleri de korkunç bir ses yakaladı ve yurtlarında dizüstü çökekaldılar!” Burada geçen “korkunç ses!”, Cebrâil aleyhisselâmın bağırması idi.(18)

Bu dört büyük melek aynı zamanda meleklerin peygamberleridirler.


KABİRDEKİ SUAL MELEKLERİ

Dünyadan âhirete geçiş kapısı olan kabirde, insanlar iman açısından sorgulanacaktır. Bu sorgulamayı yapan meleklere de Münker ve Nekir melekleri denir.

İsmâil Hakkı Bursevî (k. s.) hazretleri anlatıyor:

“Rivâyet edildiğine göre bir adam, İmam Ömeru’n-Nesefî (rh.) hazretlerini vefâtından sonra rüyasında gördü ve ona sordu:

- Münker ve Nekîr’in sualleri nasıl geçti?

Bu soruya Hazret-i İmam şu cevabı verdi:

- Allah Teâlâ rûhumu iâde ettikten sonra Münker ile Nekîr bana, kabir suallerini sormaya başladılar. Ben onlara dedim ki: “Suallerinize nesir hâlinde mi, yoksa nazım (şiir) olarak mı cevap vereyim?”

Onlar:

- Cevaplarını şiir hâlinde söyle, dediler.

Bunun üzerine ben onlara şu şekilde cevap verdim:

‘Rabbiye’llâhü lâ ilâhe sivâhü
Ve nebiyyî Muhammed Mustafâhü
Dîniye’l-İslâmi ve fi’lî zemîmün
Es’elü’llâhe afvehû ve atâhü’


Meâli: Rabbim Allah’tır, ondan başka ilah yoktur. Nebîm (peygamberim) Hz. Muhammed Mustafâ’dır (s.a.v.). Dînim İslâm’dır, fiillerim ise çok çirkin!.. Onun için ben, Allah’tan (c.c.) af ve atâsını (lûtfedip bağışlamasını) istiyorum.

Bundan sonra adam uykusundan uyanır ve bu mısra’ları ezberlediğini görür.”(19)

Cenâb-ı Mevlâ-yi zû’l-Celâl’den niyâzımız; bizlere de, Münker ve Nekîr’in suallerine sühûletle cevap verebilmeyi nasip eylesin. Âmîn...

İmanın diğer şartları gibi, melek inancımızın da düzgün ve sağlam olması gerekir. Bu da doğru bilgi ve sahih bir imanla olur. Bunları elde etmenin de yolu, Ehl-i Sünnet âlimlerinin eserlerine müracaat edip onların ortaya koyduğu düsturlara uymaktır.
***
Dilerseniz bu mevzûdaki son sözü, diğer birçok mevzûda olduğu gibi, gene Hicrî ikinci bin yılın müceddidi İmâm-ı Rabbânî Ahmed Farukî es-Serhendî (k.s.) hazretlerine bırakalım ve ona kulak verelim.


MELEKLER, İKRÂMA MAZHAR OLMUŞ KULLARDIR

“Melekler, elçilik vazifesi ve Allâh’ın (c.c.) vahyini tebliğ etme makam ve rütbesi ile şereflenmişlerdir. Onlar, aldıkları bütün emirlere derhal uyarlar; kat’iyyen isyan etmezler, Allâh’a itaattan ayrılmazlar.

“Melekler yemezler, içmezler, giymezler... Kadınlık veya erkeklikle de vasıflandırılamazlar. Onlarda doğmak, nesil meydana getirmek yoktur. İlâhî kitapların ve sayfaların hepsi, melekler vâsıtasiyle inmiştir. Onlar, emânetleri yerine getirmekteki doğrulukları sebebiyle korunmuş ve muhâfaza altında kalmışlardır.

“Meleklere inanmak, dînin inanılması zarûri olan şartlarındandır. Onları tasdik etmek, İslâm’ın farzlarındandır.

Ehl-i Sünnet âlimlerinin çoğunluğuna göre, insanların havâs zümresi (seçkinleri) meleğin havâs zümresinden daha faziletlidir. [Peygamberleri de yine meleklerin peygamberlerinden üstündür.] Çünkü beşerin kemâle erip olgunlaşması esnasında birçok engel mevcuttur, insan bunları aşarak Hakk’a vâsıl olur. Meleklerin Allâh’a yakınlığı ise, zorlanmadan ve halkın engellemesi olmadan kolayca hâsıl olur.

“Her ne kadar tesbih ve takdis yani Cenâb-ı Hakk’ı şânına yakışmayan her türlü kusurdan mutlak olarak tenzih etmek kudsiyyûn olanların (meleklerin) meşguliyeti ise de; lâkin bu devletle yani bu büyük ve şerefli vazifeyle cihâdı bir araya getirmek, kâmil insanların işidir. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurdu:

“Allah, malları ile canları ile cihad edenleri, derece itibariyle, oturanlar üzerine faziletli kıldı.”(20)


DİPNOTLAR
(1) Nisâ sûresi, 4/136.
(2) Müslim, Sahîh, Zühd, 60.
(3) “Andolsun ki o (Peygamberiniz), onu (Cebrâil’i) apaçık ufukta (doğunun en yüksek yerinde, Hira dağında asıl sûretinde) görmüştür.” Tekvîr sûresi, 81/23; Beyzâvi, Celâleyn, Medârik tefsirleri ilgili âyet tefsiri. Buhâri, Sahîh, 4, 83.
(4) Buhâri, Sahîh, 5, 49-50.
(5) Kur’ân-ı Kerim, Şûrâ sûresi, 42/5.
(6) Kur’ân-ı Kerim, Saffât sûresi, 37/1-3.
(7) Kur’ân-ı Kerim, İnfitâr sûresi, 82/10.
(8) Kur’ân-ı Kerim, Kaf sûresi, 50/17-18.
(9) Kur’ân-ı Kerim, İnfitâr sûresi, 82/10-11-12.
(10) Mânâsı: Hamdolsun o Allâh’a ki, benden eziyeti (sıkıntıyı) giderip ondan beni kurtardı.
(11) Azrâil, İbrânice bir isimdir ve Abdülcebbâr yani cebredicici, zorlayıcı, kuvvet ve kudret sahibi Allâh’ın kulu mânâsınadır.
(12) Kur’ân-ı Kerim, Secde sûresi, 32/11.
(13) Mîkâil, İbrâni lisanında Ubeydullah (Allâh’ın küçücük kulu) anlamındadır. (Tefsîru’l-Kurtubî, 2, 38)
(14) İsrâfil, İbrânice bir kelimedir ve Abdurrahmân (Rahmân olan Allâh’ın kulu) demektir. (Tefsîru’l-Kurtubî, 2, 39)
(15) Kur’ân-ı Kerim, Zümer sûresi, 39/68. Birinci sur’da Allâh’ın dilemesiyle ölmeyip kalanlar; Cebrâil, Mîkâil, İsrâfil, Azrâil veya hamele-i Arş ya da rıdvân melekleri, hûriler, cennetin hazînedârı olan Mâlik’le cehennem bekçileri olan zebânilerdir. Bu âyetten de anlaşıldığına göre nefha yani sur, ikidir. Birincisi ölüm nefhası, ikinicisi de ba‘s (dirilme) nefhasıdır.
(16) Kur’ân-ı Kerim, Kamer sûresi, 54/7-8.
(17) Cebrâil, İbrânice bir isimdir, Abdullah (Allâh’ın kulu) mânâsına gelmektedir. (Tefsîru’l-Kurtubî, 2, 38)
(18) Kur’ân-ı Kerim, Hûd sûresi, 11/67; Tefsîru’l-Kurtubî, 9, 61.
(19) Tefsîru Rûhu’l-Beyan, Eser Neşriyat, İstanbul, 4, 392.
(20) el-Mektûbat, İmâm-ı Rabbânî, 3, 17; Kur’ân-ı Kerim, Nisâ süresi, 4/95.

Yazıdan alıntı:

"Melek, kelime olarak haberci ve kuvvet mânâlarına gelir, cem'isi (çoğulu) melâike’dir. İslâmi ilimler ıstılâhında ise melekler, saf nur’dan yaratılmış(2), ışıktan milyarlarca defa daha rakîk (ince), lâtif varlıklardır. Onların vücudunda, anâsır-ı Erbaa (dört unsur) dediğimiz toprak, su, hava ateş gibi elemanlar yoktur. Bundan dolayı doğrudan gözle görülmezler, beşer aklı da zaten onları görmeye tahammül edemez.

"Melekler yemezler, içmezler, uyumazlar, günah da işlemezler; çünkü kendilerinde nefis yoktur. Gıdalarını zikir ve tesbihten alırlar. Erkek-kadın özellikleri yoktur. Yaratılmışların hiçbirine benzemezler. Gerektiğinde değişik tip ve kılığa girip görünebilirler. Zaten peygamberlerden başkasının melekleri yaratıldıkları şekilde yani aslî hüviyetlerinde görmeleri mümkün değildir."

İnsanımızın; bir takım kanatlı kadın tasvirlerini haşa "melek" diye nitelemenin, hele hele bazı oyuncu ve sözde sanatçıları "melek" kavramıyla ifade etmenin ne denli büyük bir hata olduğunu anlayıp algılaması ümidiyle diyorum.

Hocam teşekkür ediyor ve selamlarımı arz ediyorum..

Güzel bir yazı idi. Allah razı olsun. Teşekkür ediyorum.

Melâikeler ise, onlarda mücâhede ile terakkiyât yoktur, belki her birinin sabit bir makamı, muayyen bir rütbesi vardır. Fakat, onların, nefs-i amellerinde bir zevk-i mahsusaları var, nefs-i ibâdetlerinde derecâtlarına göre tefeyyüzleri var. Demek o hizmetkârlarının mükâfatı hizmetlerinin içindedir. Nasıl insan mâ, hava ve ziyâ ve gıdâ ile tegaddî edip telezzüz eder; öyle de, melekler zikir ve tesbih ve hamd ve ibâdet ve mârifet ve muhabbetin envarıyla tegaddî edip, telezzüz ediyorlar. Çünkü, onlar nurdan mahlûk oldukları için gıdâlarına nur kâfidir. Hattâ nura yakın olan râyiha-i tayyibe dahi onların bir nevi gıdâlarıdır ki, ondan hoşlanıyorlar. Evet, ervâh-ı tayyibe, revâyih-i tayyibeyi sever.

Hem melekler Ma’budlarının emriyle işledikleri işlerde ve Onun hesâbiyle işledikleri amellerde ve Onun nâmiyle ettikleri hizmette ve Onun nazarıyla yaptıkları nezârette ve Onun intisabıyla kazandıkları şerefte ve Onun mülk ve melekûtunun mütâlâasıyla aldıkları tenezzühte ve Onun tecelliyât-ı cemâliye ve celâliyesinin müşâhedesiyle kazandıkları tenâumda öyle bir saadet-i azîme vardır ki, akl-ı beşer anlamaz, melek olmayan bilemez.

Meleklerin bir kısmı âbiddirler, diğer bir kısmının ubûdiyetleri ameldedir. Melâike-i arzıyenin amele kısmı bir nevi insan gibidir. Tâbir câiz ise, bir nevi çobanlık ederler, bir nevi de çiftçilik ederler. Yani, rûy-i zemin umumi bir mezraadır; içindeki bütün hayvanâtın tâifelerine Halık-ı Zülcelâlin emriyle, izniyle, hesâbiyle, havl ve kudretiyle bir melek-i müekkel nezâret eder. Ondan daha küçük herbir nevi hayvanâta mahsus, bir nevi çobanlık edecek bir melâike-i müekkel var.

Hem de, rûy-i zemin bir tarladır; umum nebâtât onun içinde ekilir. Umumuna Cenâb-ı Hakkın nâmiyle, kuvvetiyle nezâret edecek müekkel bir melek vardır. Ondan daha aşağı, bir melek bir tâife-i mahsusaya nezâret etmekle Cenâb-ı Hakka ibâdet ve tesbih eden melekler var. Rezzâkıyet arşının hamelesinden olan Hazret-i Mîkâil Aleyhisselâm şunların en büyük nâzırlarıdır.

Meleklerin çoban ve çiftçiler mesâbesinde olanlarının insanlara müşâbehetleri yoktur. Çünkü, onların nezâretleri sırf Cenâb-ı Hakkın hesâbiyledir ve Onun nâmiyle ve kuvvetiyle ve emriyledir. Belki nezâretleri, yalnız Rubûbiyetin tecelliyâtını, memur olduğu nevide müşâhede etmek ve kudret ve rahmetin cilvelerini o nevide mütâlâa etmek ve evâmir-i İlâhiyeyi o nev’e bir nevi ilham etmek ve o nevin ef’âl-i ihtiyâriyesini bir nevi tanzim etmekten ibârettir. Ve bilhassa zeminin tarlasındaki nebâtâta nezâretleri, onların tesbihât-ı mâneviyelerini melek lisâniyle temsil etmek ve onların hayatlarıyla Fâtır-ı Zülcelâle karşı takdim ettiği tahiyyât-ı mâneviyelerini melek lisâniyle ilân etmek; hem onlara verilen cihazâtı hüsn-ü istimâl etmek ve bâzı gàyelere tevcih etmek ve bir nevi tanzim etmekten ibârettir.

Melâikelerin şu hizmetleri, cüz-i ihtiyârîleriyle bir nevi kisbdir, belki bir nevi ubûdiyet ve ibâdettir; tasarruf-u hakikileri yoktur. Çünkü, herşeyde Halık-ı Küll-i Şeye has bir sikke vardır; başkaları parmağını icada karıştıramaz. Demek, melâikelerin şu nevi amelleri ise, onların ibâdetidir; insan gibi, âdetleri değildir.(Risale-i Nur,Sözler)
________________________________________________________________________
Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.

''Biz,ancak Rabbinin (Hz.Muhammed (asm)'a hitaben söylüyor)emriyle ineriz.Önümüzdeki ve ardımızdaki(bütün geçmiş ve gelecek şeyler)ve bunların arasındakiler hep O'nundur.Rabbin hiçbir şeyi unutmadı ki,sana vahyi de unutsun.Senin Rabbin nisyandan münezzehtir.(Meryem Suresi,64.Ayet)

Melek,bu ayet ve benzer başka ayetlerin sarahatiyle;ancak Allah'ın emriyle iner,getirdiği ancak vahiydir.Melek hiçbir meselede müstakim olmayıp her hususta me'mur-i İlahidir ve Allah'ın emretmediği hiçbir şeyi yapmaz.Bu kaideye binaen,bir fıkıh kitabında şöyle bir hüküm mevcuttur:

''Bir kimse,'Ben falan kimsenin şahidliğini kabul etmem,o kimsenin doğru olduğuna Cebrail ve Mikail şahid olsalar da yine inanmam'derse kafir olur.(Fetava-yi Hindiyye,c2,s.266)

Yine bir başka kitabta şöyle bir hüküm geçmektedir:

''Bir kimse hanımına dese ki:Param yoktur.Kadın da,Yalan söylüyorsun dese;adam da 'Şayet melekler ve peygamberler de,bu adamın parası yoktur diye senin yanında şahid de olsalar,yine sen onları tasdik etmeyeceksin'dese;kadın da,Evet,onları tasdik etmiyorum'dese,o kadın kafir olur.(El-Envar,c.2,s.316)

Hulasa;O halde,bir kimse,Cebrail veya başka bir melek inse,şöyle, şöyle yapsa veya bir şey dese veya bir konuda şahidlikte bulunsa;ben taraftar olmam veya kabul etmem veya o şahitliği reddederim derse kafir olur.

Tamamı, alıntıdır(Rumuz'ul Kur'an,2 A.Aktepe,Rahle Yayınları
_______________________________________________________________________


Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.

Allah (cc) sizden razı olsun hocam. yazılarınızı dikkatle takip ediyorum hepsi de öğretici ve aydınlatıcı yazılar. Ellerinize ve yüreğinize sağlık. Allahın izniyle sizin bilgilerinizden daha çok istifade etmek isteriz.
************

"Ya ilim öğreten, ya ilim öğrenen, ya dinleyen veya bunları seven ol. Sakın beşincisi olma! Yoksa helak olursun." * Keşfü'l-Hafa, 1437 *

Çok değerli kardeşlerim...

Mevzuya ilgi ve kıymetli katkılarınızdan dolayı hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim.

Rabbim rızasından ayırmasın. Sağlık ve afiyet üzere hayırlı-bereketli ömürler ve dareynde saadetler nasip eylesin.

Selam ve muhabbetlerimle...

Savaşlarda müminlere meleklerin yardımı

Bedir muharebesi öğleye doğru nihayete erince, Cebrail aleyhisselâm perçemi alnında bağlı, zırhlı ve mızraklı olduğu halde, bir kum tepesi üzerinde Rasûlumüze göründü ve,

"Ya Muhammed, senin Rabbın olan Yüce Allah beni sana gönderdi. Ve sen razı oluncaya kadar da senden ayrılmamamı bana emretti. Razı oldun mu?" dedi.

Peygamberimiz de,

"Evet razı oldum ya Cibrîl" deyince, Cebrail aleyhisselâm veda edip meleklerle beraber göğe yükseldi. (İslâm Tarihi, Mustafa Asım Köksal 2, 112-134)

Acizane, çorbada tuzumuz olsun istedim.

Allaha emanet olun..

Selam ve dua ile..


Blog Paylaşımları

MollaCami.Com