Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Bid'at nedir, hurâfe neye denir?

Halis ECE

Bid'at nedir, hurâfe neye denir?


Lûgat mânâsiyle “bid‘at”, ibda‘ masdarından meydana gelmiş bir isimdir. Sanat ifade eden bir şeyi, geçmiş bir örneği esas almaksızın ilk olarak yapmak, îcat etmek mânâsına gelir. Bu mânâda Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de zâtını, “Bedîu’s-semâvâti ve’l-ard”(1), yani “gökleri ve yeri ilk îcad eden, yaratan” olarak vasfediyor.

Fıkıh lisânında “bid‘at”; Resûlüllah Efendimiz’in sözü, fiili ve takrîri olarak anlatılan sünnete zıt, sahâbenin söz ve fiiline aykırı olan haller mânâsında kullanılır. Diğer bir ifadeyle, dinde sahâbeden sonra ortaya çıkan amel ve inançlardaki eksiltme veya fazlalaştırmalara, ahlâkî sapmalara bid‘at denilir.

Bu târiflerden de anlaşılacağı üzere, dinî bir tâbir olarak bid‘at, aklın ve adâletin yani günlük hayatı tanzim eden davranışların dışında ve sırf Allâh’a yaklaşmak için ibâdet maksadıyla yapılan fiiller ve kabulleniş biçimleriyle alâkalıdır. Yoksa lûgat mânâsıyla sonradan ortaya çıkan her şey demek değildir. “Siz, benim ve râşit halîfelerimin sünnetine sarılın” hadîs-i şerifi bunu anlatır. Bu sebeple bid‘atin güzeli olmaz.

Bid‘ati dar mânâda sünnetin, geniş mânâda dinin zıddı olarak tesbit ettikten sonra, dinde yerilen ve kaldırılması için mücâdele edilmesi istenen bir şey olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. “İşte benim dosdoğru olarak yolum budur, ona uyun. Diğer yollara uymayın ki, bu sizi onun yolundan ayırmasın”(2) âyet-i kerimesinde geçen “diğer yollar”, tefsirlerde bid‘atler olarak açıklanmıştır. Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz buyururlar ki:

“Şu yolumuzda, onda olmayan bir şey ihdâs eden olursa, bu reddolunur.” “Kim, yolumuza uymayan bir iş yaparsa, o makbul değildir.”(3) “Sözlerin en iyisi Allâh’ın Kitâbı, yolların en iyisi Muhammed’in yolu, işlerin en kötüsü de (dinde) sonradan ortaya çıkarılanlardır ve her bid‘at sapıklıktır.”(4) “Allah, her bid‘atçıya, bid‘atini terk edinceye kadar tevbe kapısını kapatmıştır.”(5) “Allah Teâlâ, bid‘at sahibinin orucunu, namazını, sadakasını, haccını-ömresini, cihâdını, (kötülüklerden) sarf-ı nazar etmesini ve adâletini kabul etmez. Hamurdan kıl çeker gibi İslâm’ın kemâl sâhasından çıkar.”(6) “Allah, bid‘at sahibinin amelini, bid‘atini terk edinceye kadar kabul etmeye râzi olmadı.”(7)

Sahâbe-i kiramdan Abdullah b. Mes‘ûd (r.a.) demiştir ki:

“Sünnette orta hallilik, bid‘atte yorulmaktan iyidir.”

Bid‘at inançta, ibâdette, âdet ve an’ânelerde olur. İnançlardaki bid‘atlerin bir kısmı, sahibini dinden bile çıkarır; bir kısmı ise dalâlet ehlinin arasına sokar. Bunun içindir ki Ehl-i Sünnet âlimleri, imam amelî bakımdan fâcir yani günahkâr dahi olsa ona uyulabilir, arkasında namaz kılınabilir. Ancak fücûru inançla alâkalı ise câiz olmaz, demişlerdir.

İnançla ilgili bid‘atlerden kurtulmak için, Ehl-i Sünnet’in itikat esasları dışındaki inançlardan uzak durmak, bu çerçevenin dışına taşmamak lâzım.

İbâdet ve âdetler yönünden oluşabilecek bid‘atlerden kurtulmak için de, Peygamberimiz’in (s.a.v.) sünnetlerine sımsıkı sarılıp, onlara son derece riâyetkâr davranmak gerekiyor. Ölçü onun sözleri, fiilleri ve tasvipleri, hulefâ-i râşidînin tatbikatı, hakikat âlimlerinin gösterdikleri yol olması icap ediyor.

... Ve unutmamak gerekir ki; Müslüman bir topluluk, bir bid‘at ortaya koyduklarında yani İslâm’da mevcut olmayan bir şey uydurduklarında, sünnetten onun misli kadar bir şey mutlaka kaldırılır.(8) Kısacası, bid‘atin zulmeti geldiğinde, sünnetin nûru orayı terk eder.
***

HURÂFE

Hurâfe” lûgatte; inanılmaz, uydurma, aslı esâsı olmayan, yalan hikâye ve rivâyetler, saçma sapan sözler, efsâneler demektir. Cem‘îsi, hurâfât olarak gelir.

Dinî ıstılâhımızda ise "hurâfe”; İslâm’ın aslında bulunmadığı halde, sonradan uydurulan, yaygınlaştırılan ve dinin aslındanmış gibi gösterilen her çeşit bâtıl inanış ve âdetler mânâsında kullanılır.

Bir başka ifadeyle hurâfe, dinimizle alâkalı bazı hususların, bilerek veya bilmeyerek yanlış anlaşılması veya “yorumlanması” neticesi, başka bâtıl inanış ve mahallî âdetlere de karışarak ortaya çıkan şeylerdir. Bu nevi asılsız inanç ve davranışlar, daha çok eski bâtıl din ve inanışlardan gelen kalıntılar olarak ortaya çıkmaktadır.

Müslüman’ın inanç ve ibâdetinde, ahlâk ve amelinde hurâfelere yer yoktur. Onun hayatında ölçü; Allâh’ın Kitâbı, Resûlü’nün sünneti, ashâbının gittiği yol, Ehl-i Sünnet âlimlerinin çizdikleri istikamettir.

O bakımdan mü’min;

- Ölen kardeşinin arkasından ne alkış tutar, ne de ona çiçek ve çelenk gönderir. Zira bunların ölene fayda vermeyeceğini, öbür âlemde geçer akçe değil, birer hurâfeden ibâret âdetler olduğunu bilir.

Peki ya ne gönderir?

- Onun rûhunu şâd edecek, ona fayda verecek Fâtihalar, duâlar, hayır ve hasenâtlar gönderir. Kabir ziyaretlerinde sünnete uygun hareket eder. Velîleri, Allah dostlarını vesîle edinerek duâlar edip, dünyevî-uhrevî meşru‘ isteklerinin kabûlünü Cenâb-ı Hak’tan bekler. Evliyâullâh’ın, Allah Teâlâ’ya yakınlıkta birer vâsıta olduklarına inanır. Türbelere bezler-paçavralar bağlamaz. Kestiği kurbanları Allah için kesip, sevâbını o zâtın rûhuna hediye eder. Etini de fakir fukaraya dağıtır. Allah için kesilmeyen kurbanların murdar olduğunu ve etinin yenmeyeceğini bilir.

Kezâ mü’min;

- Hâl ve hareketini, işini-gücünü falcılara-medyumlara göre değil, kendi inanç esaslarına göre düzenler.

- Sözde modern yemek târiflerine göre yemek yapacağım diye, yiyecek ve içeceklerine alkollü madde karıştırmaz.

- Görgü kuralları(!)na uyacağım diye, sol eliyle yemek yemez, su içmez.

- Giyim-kuşamında, “modadır” diye tesettürü ihmâl etmez; isrâfa meyledip gardrobunu elbise, eşarp, ayakkabı koleksiyonu hâline getirmez.
***

Hâsılı mü’min;

Gerek ferdî ve gerekse ictimaî hayatında İslâmî usûl ve esasları kendisine düstur edinir. Gücünün yettiğince dinini yaşamaya, bid‘at ve hurâfelerden ise uzak kalmaya gayret eder.


DİPNOTLAR
(1) Kur’ân-ı Kerim, Bakara sûresi, 2/117.
(2) Kur’ân-ı Kerim, En‘âm sûresi, 6/153.
(3) el-Münâvî, Muhammed Abdürraûf, Feyzu’l-Kadir, Câmiu’s-Sağîr Şerhi, Mısır, 1938, 6, 36.
(4) İbn Mâce, Sünen, 1, 17.
(5) Ebû Saîd, Muhammed b. Mustafa el-Hâdimî, el-Berîkatü’l-Mahmudiye (Tarîkat-ı Muhammediye Şerhi), 1, 118.
(6) İbn Mâce, a.g.e., 1, 19.
(7) İbn Mâce, a.g.e., 1, 19.
(8) Hadîs-i Şerif, Münâvî, Muhammed Abdürraûf, Feyzu’l-Kadir, Câmiu’s-Sağîr Şerhi, Mısır, 1938, 6, 237.

Pekçok üyemizin ve okurlarımızın bildiği üzere, Tarîk-ı Nakşî'nin önde gelen hasletlerinden/hususiyetlerinden birisi, hatta birincisi; sünnetlere temessükün yanında bid'atlerden de son derece sakınmaları, kaçınmalarıdır. Onları diğer zümrelerden/topluluklardan temyiz ve tefrik eden başka değerler de olmakla birlikte, bu haslet, o güzide gürûhun adeta alâmet-i fârikası gibidir.

Rabbim, o mümtaz (seçkin) yolun mustafâ (seçlip süzülmüş) büyüklerine ittibâdan ayırmasın. Bid'atlerin her nev'inden; gerek itikadî, gerek amelî ve gerekse ahlâkî sapkınlıklardan uzak tutsun. Onların zulmetlerini bizlere, sünnetin nuriyle def ve izale edebilmeyi müyesser kılsın.

es-Selâmü alâ meni't-tebea'l-hüdâ...

es-Selâmü aleyküm...

Bir kardeşimiz "özel"den şu soruyu yöneltmişler:

"Bidat ve Hurafe Hakkındaki yazınızı memnuniyetle okudum.Yazınızın 3.Paragrafının sonunda ''Bidatin güzeli olmaz'' ifadesine takıldım.Bu konuda Bediüzzaman (Rh.A)'in bu konuda bir izahı vardır.Bu izahta bida-i hasene tabiri geçmektedir.Sizden ricam şu ki;sizin ifadenizle bu izah arasındaki tezatı nasıl anlamak lazımdır?"
***

Cevabımız...

İmâm-ı Rabbâni (k.s.) hazretleri "Sünnet ve bid‘at" mevzuunda kaleme aldıkları bir mektuplarında şunları yazmaktadır:

“Bazıları dediler ki: Bid‘at, hasene ve seyyie olmak üzere iki nevidir. Peygamberimiz (s.a.v.) ve Hulefâ-i Râşidîn (r.anhüm) devrinden sonra ortaya çıkan fakat sünneti yok etmeyen her güzel amel, bid‘at-i hasene yani güzel olan bid‘attir; sünneti ortadan kaldıran ameller de, bid‘at-i seyyie (kötü bid‘at)dir.’

“Şu fakîr ise, bid‘at nev‘inden olan hiçbir şeyde güzellikten ve nûrâniyetten bir şey müşâhede etmedim... Onlarda, tarafımızdan, zulmetten ve bulanıklıktan başka bir şey de hissolunmadı. Kim ki bugün, basîret zayıflığı sebebiyle -farazâ- bid‘at sahibinin işinde bir hoşluk ve güzellik görse bile, yarın keskin görüşe sahip olduğunda anlayacaktır ki, o işin neticesi zarar-ziyan ve pişmanlıktan ibarettir. Seyyidü’l-beşer aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz, ‘Her kim, işimizde (sünnetimizde) olmayan bir şey ihdâs ederse (ortaya koyarsa), o reddolunur” buyurdu. Reddolunan, kabul edilmeyen bir şeye ise, iyilik ve güzellik nereden gelir ki?!

Dinin aslında olmayıp sonradan ortaya konulan her şey bid‘at ve her bid‘at de dalâlet olduğuna göre, bid‘atte güzellik mânâsı nasıl olur? Bu mânâ yukarıda geçen hadîs-i şeriflerden de anlaşıldığı gibi, her bid‘at sünneti kaldırır, yok eder. Bu sünneti kaldırma durumu ise, sadece bazı bid‘atlere mahsus bir şey de değildir. O bakımdan bütün bid‘atler kötüdür. Bunun içindir ki Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.), ‘Bir topluluk, dinde yeni bir icad çıkardığı zaman, ancak ona benzer bir sünneti kaldırmış olur’ buyurmuşlardır. el-Hâsıl, sünnete yapışmak bid‘at ihdâs etmekten çok hayırlıdır.

“Bilinmesi gerekir ki; âlimlerin ve mutasavvıfların, bid‘at-i hasene olarak anlattıkları şeyler üzerinde tam mânâsıyla düşünülecek olursa, bunların sünneti kaldırdığı anlaşılır. Bu cümleden olarak, meselâ ölünün başına sarık sarmayı bid‘at-i hasene saymışlardır. Halbuki o fiil, sünneti kaldırmakta; zira bu âdet, sünnet olan kefene bir fazlalık getirmektedir. Bilindiği üzere kefenin sünnet olan şekli üç kat olmasıdır. Bundan fazlası kaldırılmıştır. Neshedilen, yani hükmü kaldırılan bir şeyi yapmak ise, sünneti kaldırmakla aynıdır.

Meşâyihten bazıları da; namazda sarığın bir ucunu sol taraftan sarkıtmayı güzel görmüşler, yani bid‘at-i hasene kabul etmişlerdir. Halbuki sarıkta sünnet olan şekil, iki omuz arasından sarkmasıdır. Onların bu tatbikatının da sünneti kaldırdığı açıktır, kapalı bir yanı yoktur.

“Aynı şekilde âlimlerden bazıları, namaza niyette, kalbî irâde ile birlikte dille de söylemeyi bid‘at-i hasene olarak görmüşlerdir. Halbuki ne Peygamberimiz’den (s.a.v.), ne sahâbe-i kiramdan, ne de tâbiînin büyüklerinden niyetin böyle yapıldığına dair bir şey sabit değildir. Bu hususta sahih bir rivâyet olmadığı gibi, zayıf bir kavil dahi yoktur. Bilakis onlar, ayağa kalkar kalkmaz ilk tekbiri (iftitah tekbirini) almışlardır. Yani dille niyeti söylemenin bid‘at olduğu âşikârdır. Hâl böyle iken, bunun için de bid‘at-i hasene demişlerdir.

Fakîr der ki; bu bid‘at, sünnet bir yana, farzı dahi ortadan kaldırmaktadır. Çünkü bu takdirde insanların ekserisi, niyeti kalplerinde hazırlamadan ve kalpdeki gaflete de aldırış etmeden, sadece dille söylemekle iktifa ederler. İşte o zaman da, namazın farzlarından biri olan kalple niyet, tamamen terk edilmiş olur, namaz da fesâda gider. Diğer bid‘atler de buna kıyas edilebilir...

Resûlüllah Efendimizin (s.a.v.) sünnetine tâbi olmakla kalmalısınız; ashâb-ı kirâma uymakla yetinmelisiniz. Zira onlar, yıldızlar gibidir; hangisine uysanız, hidâyeti bulursunuz.” (Bkz. el-Mektûbât, 1, 186 ve diğerleri)

Bilgi ve ilgilerinizi rica ederim...

Selam ve sevgiler...

Not: Bu mevzuda geniş bir çalışmayı da bitirmek üzereyiz. İnşaallah yakında sitedeki yerini alacaktır. H. E.

On Birinci Lem'a

DOKUZUNCU NÜKTE

Sünnet-i Seniyyenin herbir nev'ine tamamen bilfiil ittibâ etmek, ehass-ı havassa dahi ancak müyesser olur. Ona bilfiil olmasa da, binniyet, bilkast, taraftarâne ve iltizamkârâne talip olmak, herkesin elinden gelir. Farz ve vâcip kısımlara zaten ittibâa mecburiyet var. Ve ubudiyetteki müstehap olan Sünnet-i Seniyyenin terkinde, günah olmasa dahi, büyük sevabın zayiatı var. Tağyirinde ise büyük hata vardır. Âdât ve muamelâttaki sünnet-i seniyye ise, ittibâ ettikçe, o âdât, ibadet olur. Etmese itab yok; fakat Habibullahın âdâb-ı hayatiyesinin nurundan istifadesi azalır.

Ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar bid'attır. Bid'atlar ise, "el yevme ekmeltü lekum dineküm"sırrına münafi olduğu için, merduttur. Fakat, tarikatte evrad ve ezkâr ve meşrepler nev'inden olsa ve asılları Kitap ve Sünnetten ahzedilmek şartıyla, ayrı ayrı tarzda, ayrı ayrı surette olmakla beraber, mukarrer olan usul ve esasat, Sünnet-i Seniyyeye muhalefet ve tağyir etmemek şartıyla, bid'a değillerdir. Lâkin bir kısım ehl-i ilim, bunlardan bir kısmını bid'aya dahil edip, fakat "bid'a-i hasene" namını vermiş. İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sâni (r.a.) diyor ki:

"Ben seyr-i sülûk-i ruhanîde görüyordum ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan mervî olan kelimat nurludur, Sünnet-i Seniye şuâı ile parlıyor. Ondan mervî olmayan parlak ve kuvvetli virdleri ve halleri gördüğüm vakit, üstünde o nur yoktu. Bu kısmın en parlağı, evvelkinin en azına mukabil gelmiyordu. Bundan anladım ki, Sünnet-i Seniyyenin şuâı bir iksirdir. Hem o Sünnet, nur isteyenlere kâfidir; hariçte nur aramaya ihtiyaç yoktur."

İşte, böyle hakikat ve şeriatın bir kahramanı olan bir zâtın bu hükmü gösteriyor ki, Sünnet-i Seniyye, saadet-i dâreynin temel taşıdır ve kemâlâtın madeni ve menbaıdır.

Yukardaki metin Risale-i Nurdan. Buradan başka da bir yerde daha "bid'a-i hasene" geçiyor ve aynı mihmalde.

Aşağıdaki bid-a tarifinden de anlaşılıyorki sizin izah tarzınız ile Risale-i Nur arasında bir tezat göremedim. Bilmiyorum kardeşimiz nasıl bir tezat görmüş.

"Fakat, tarikatte evrad ve ezkâr ve meşrepler nev'inden olsa ve asılları Kitap ve Sünnetten ahzedilmek şartıyla, ayrı ayrı tarzda, ayrı ayrı surette olmakla beraber, mukarrer olan usul ve esasat, Sünnet-i Seniyyeye muhalefet ve tağyir etmemek şartıyla, bid'a değillerdir."

Wesselam!

HEMRE Kardeşim;

Sözün özü, işin hulasası; sünnette nûr, bid'atte ise zulmet vardır. Birinin geldiği yeri, öbürü derhal terk eder. Binaenaleyh bir şey bid'atse onda güzellik olmaz, sünnetse çirkinlik söz konusu değildir.

Bir şeyin bid'at olup olmamasında kıstas gayet açıktır: O şeyin Kitap, Sünnet, Hulefa-i Râşidîn ve sair ashabın uygulamalarına istinadı yoksa bid'attir. Şayet müstenidatı varsa sünnettir. Mesele bu kadar açık.

Ama buna rağmen kimileri bazı bid'atlere bid'at-i hasene diyebilmiş, kimileri de sünnet olan bir şeyin bid'at olduğunu zannedip onlara bid'at-i hasene tabir etmişlerdir. Her iki durum da hatalıdır. İmâm-ı Rabbani hazretlerinin enfes ifadeleriyle bid'at bid'attir, sünnet de sünnet... Biri öbürünün yerini tutmaz; birbirilerinin zıddıdırlar. Mâlumunuz, "ez-Zıddu lâ yectemiân"... Zıtlarsa bir arada bulunmaz-bulunamazlar.

Tarikatlerdeki evrâd u ezkâr zaten Kitap ve Sünnet'ten me'huzdür. Bid'atin hiçbir türüyle uzaktan-yakından bir alakası yoktur. Nitekim Evrâd-ı Bahâiyye'nin başına bakarsanız şu ibareyi görürsünüz:

"Fe hâzihî mecmûatü'l-ed'iyyeti'ş-şerîfeti müellefetün mine'l-ed'iyyeti'l-me'sûreti'l-me'hûzeti min âyâti'l-Kurâni'l-azıymi ve'l-Esmâi'l-Husnâ'l-ilâhiyyeti ve ehâdîsi'n-Nebiyyi'l-kerîm."

Mealen şu demek (bilenlerden özür diliyor, bilmeyen okurlarımız için terceme ediyorum):

"Şu mübarek dua mecmuası; Kur'an-ı Azîm'in ayetlerinden, Esmâ-i Husnâ-yi ilâhiyyeden ve Nebiyy-i Kerîm'in hadislerinden alınarak te'lif edilmiş me'sûr/tesirli dualardan ibarettir."

Böyle bir virdin-zikrin bid'at olduğuna hükmetmek nasıl mümkün olabilir? Olabilir deyip hükmedene ise, hükmün seni ilzam eder demekten başka diyeceğimiz bir şey olamaz!

Vesselâm...

...

değerli halisece kardeşim bidatlerle ilgili yazınızı okudum, gayet güzel bir şekilde ifade etmişsiniz.Rab`bim ilminizi ziyadeleştirsin.
Pek çok müslüman kardeşimiz vefat eden yakınları için, vefatından sonra 1`hafta, 52`ci günü diyerek gün tağyin etmek suretiyle merasim düzenleyerek mevlid okuttuklarını biliyoruz.Bunlarda bidat sınıfına girmektedir.C.H bizleri gerek hasene, gerek seyyie isimleriyle müsemma kılınan her bidatden berii kılsın. Selam ve dua ile.

Sevgili TUNAHANHAKAN;

Çok güzel hatırlatmışsınız... Maalesef pekçok yerde söylediğiniz bid'atler capcanlı bir şekilde icra edilmekte; dolayısiyle sünnetlerin yerinde yeller esmekte...

"Söylemekten dilimiz, yazmaktan kalemlerimiz kurudu" demeden anlatmaya devam edeceğiz. Çünkü artık kaleme bile ihtiyaç yok. Malum, sanal âlemdeyiz. Bilgisiyar ve tuşlar...

Bu bid'atlerden daha da enteresanını ben size anlatayım: Bizim köyde eskiden (şimdilerde kalktı hamdolsun), ölenin arkasından hayır (!) olarak paket paket sigara dağıtılırdı. Adeta "Bu ne perhiz ne lahana turşusu" dedirtecek cinsten...

Son duanızı ödünç almak istiyorum, "Cenab-ı Hak bizleri; gerek hasene, gerek seyyie isimleriyle müsemma kılınan tüm bid'atlerden berî kılsın."

Bilmukabele selam ve dualar...

Yolcu kardeşimizin özelime gönderdiği iki soru ve cevabımız

"Ahiret Kardeşim,
Malumunuz ihlas suresinin okunmasına dair hadisler mevcuttur.Geçmişten günümüze bu sure,camilerde farz namazlardan önce üç defa okunmuş ve nihayetinde fatiha denilmiştir.Fıkhi ıstılahtaki bida tarifine zıt hareket edilmiş olur mu? Yani; zaman,mekan ve sayı belirlemekle? Kısacası bu bir bid'a mıdır?
Not:Vaktiniz olursa kütüphane kısmında ''Yeni Hutbe Kitabı'' adlı bir yazı eklenmiş.Orada bid'a konusunda:
'' Âdetler hususunda sünen-i zevâidle hareket etmenin evlâ olduğu¬na inanmakla beraber âdetlere münhasır, âlet ve edevatla ilgili bid¬atleri irtikâp edenleri dalâletde saymayacağız. Minare üzerinde ezan okumak ve. elek kullanmak gibi (9).'' böyle bir ifade var.Alet ve edevat, bid'a kavramına dahil edilmiş?
Şimdiden teşekkür ederim........"

***
Cevabımız

Ve aleyküm Selam Kardeşim…

İlk parağraf için bi-zahmet şu linke bakmanızı rica edeceğim. http://www.mollacami.com/konu/sunnete-uymak-bid-atlerden-kacinmak-12109.html

Öbür meselede de görüyoruz ki merhum Mehmed Emre hocaefendi (hemşehrimdi kendileri), o âlet ve edevatı bid’at olarak değerlendirmiyor.

Peki ne yapıyor?

Yaptığı şu:

Sünen-i zevâide asıl teşkil eden âlet ve âdetler esas alınmakla birlikte, temeli bu âlet ve âdetlere dayanan şeylere/yeniliklere de bid’at nazarıyla bakılmamasına, binaenaleyh onları yapanlara da bid’at ehli denilmemesine işaret ediyor. İbarede geçen "bid'at" kelimesiyle, aslı sünnete dayanan fakat halk tarafından bid'at sanılıp öyle değerlendirilebilecek yenilikler kastediliyor.

Kısacası burada; sizin dediğiniz gibi bu âlet ve edevat bid’at kavramına dahil edilmiş değil, bilakis bu tehlikeye karşı mü’minler uyarılmış oluyor.

Bilgi ve ilginizi rica ediyorum.

Vesselam...

"el-Eşyâu tenkeşifü bi-azdaadihâ".. Yani, eşya zıddıyla anlaşılır, kaidesince noksanlar-eksikler, kusur-küsur ve ayıplar kemalin aynasıdır.

Hava zaman zaman sıcak, zaman zamansa soğuktur.. Sıcak olmazsa soğuğun, soğuk olmazsa sıcağın kıymeti bilinmez. Dünya üzerinde bir çok renk vardır.. Siyah ve beyaz en dikkat çekici iki ana renktir. Ama biri olmadan diğerini anlamak da anlatmak da ne mümkün?

Her yaratık, canlı camit aynı evsafta olsaydı, güzel ve çirkin kavramları temelsiz kalırdı.

İşte bu zıtlıklar dünyasında, insanoğlunun ebedi saadetini temin yolunda da iyiler var güzeller var, bunların yanında kötüler ve kötülükler var.

Rıza-yi ilahi yolunda mü'minin önünü kesen en büyük çirkinliklerden-karanlıklardan biri de bid'atlerdir. Sünnetler ise onun zıddı olarak en büyük rehber ve yol göstericilerimizdir.

Rabbimiz bize akıl vermiş, fikir vermiş, bunları düzgün ve yerli yerinde kullanabilelim diye Peygamberler göndermiş...

İşte hakiki mü'min de, iyiyi-güzeli, kötü ve çirkinden ayıracak, bid'ati sünnetten tefrik etmesini bilecek ki hidayet üzere Rabbinin huzuruna çıkabilsin..

Hasılı, sadakat ve istikamet yolu aranırken rehberlere yol göstericilere elbette ki ihtiyaç vardır. Bu yolda akıl tek başına bir şey ifade etmez, her zaman kılavuza ihtiyacı vardır. O kılavuzlar da öncelikle peygamberler, sonra da onların varisi olan hakikat alimleridir.

Bir Allah dostunun vecîz sözleriyle mesajımı noktalam isterim..

* Işık olmadan renk görünmez.

* Her şey zıddı ile daha iyi anlaşılır.

* Noksanlar-kusurlar kemalin aynasıdır.

* Okuyan, dinleyen aklı miktarınca anlar.

* Atlaslara-ipeklere bürünen kişinin aklını; o atlas, o ipek elbise hiç fazlalaştırır mı?

Allah razı olsun kardeşim.. İlmine-feyzine bereket..

Allah razı olsun kardesım.Mevlam bu halıs nıyetlerınize büyük mükafaatlar verır insallah.



--------------------------------------------------------------------------------------------------
“Biz aldığımızı vermeyiz, verdiğimizi de almayız.”

Yazıdan alıntı:

"Mü’min;

- Ölen kardeşinin arkasından ne alkış tutar, ne de ona çiçek ve çelenk gönderir. Zira bunların ölene fayda vermeyeceğini, öbür âlemde geçer akçe değil, birer hurâfeden ibâret âdetler olduğunu bilir.

Peki ya ne gönderir?

- Onun rûhunu şâd edecek, ona fayda verecek Fâtihalar, duâlar, hayır ve hasenâtlar gönderir. Kabir ziyaretlerinde sünnete uygun hareket eder. Velîleri, Allah dostlarını vesîle edinerek duâlar edip, dünyevî-uhrevî meşru‘ isteklerinin kabûlünü Cenâb-ı Hak’tan bekler..."

Allah cc müminleri bu güzel hasletlerle bezesin.. Bid'atin-hurafenin her nev'inden uzak kılsın.. Hayatımızı da mematımızı da Habibinin sünnetiyle aydınlatsın.

Gönlünüze bereket hocam..

Selam ve saygılar...

Cenabu Rabbilâlemin tüm Müslümanları bid'at ve hurafelerin her türlüsünden korusun..

Selam ve dua ile..

Değerli kardeşlerim Namık, Mat_ogret, Doğukanbahadır ve Engindeniz...

Mevzuya olan ilgi ve değerlendirmeleriniz, güzel dualarınız için teşekkür ederim.

Gerçi hayli gecikmiş bir teşekkür ama, maalesef bazan oluyor. Özellikle de Mollacami sitemizin cevapları otomatik olarak e-maillerimize bildirememesi bunun önemli bir sebebini teşkil ediyor.

Bugün sizleri görmeme-hatırlamama sebep ise, sorumlu olduğum bir başka sitede şöyle bir konunun açılmış olması:

"Bid'at... Günümüzde islam dininde bir çok bidat'ın yer aldığı söylenmektedir. Muhtemeldir ki yaşantımızda da belki de bilmediğimiz bir çok bidat sünnetmiş gibi hareket edilmektedir. Peki bunları nasıl anlayacağız, örneğin ölüye kur'an okumanın bid'at olduğu söylenmektedir, ama bayramlarda mezarlıklar dolmaktadır. Lütfen bu konuyu ayrıntılı paylaşalım."

Ben de cevap olarak şunları yazdım:

"Kur'an-ı Kerim'e hem dirilerimiz hem de ölülerimiz muhtaç.

"Dâr-ı fenadan dâr-ı bekaye intikal etmiş/göç etmiş kardeşelerimizin ruhları için Kur'an okumanın bid'at olduğunu söyleyenler -amiayene tabirle- halt etmiş. Bu hususta Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'e mensup alim ve avamın hiçbir kuşkusu, tereddüdü yoktur. Bunları 'temcit pliavı' gibi tekrarlamanın, ikide bir ortaya sürmenin de bir gereği ve faydası yoktur.

Ancak, madem böyle bir konu açmışsınız, kafalarda ve gönüllerde oluşabilecek istifham çengellerine engel olsun için, bu husustaki bir çalışmamızdan kısa bir bölümü aşağıya aktardık; dileyen kardeşlerimiz, bilgilerini tazelemek için okuyup istifade edebilirler..."


Sonra da burada yayınladığımız bu makalenin linkini verdim. Böylece sizi de hatırlayıp mesajlarınıza cevap vermemize vesile oldu.

Selam ve dualarımla...


Blog Paylaşımları

MollaCami.Com