Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Sünnete uymak, bid‘atlerden kaçınmak

Halis ECE

Sünnete uymak, bid‘atlerden kaçınmak


Sünnet ve bid‘at mevzuunda kaleme aldıkları bir mektuplarında, hicrî ikinci bin yılın müceddidi İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretleri şunları yazmaktadır:

“Bazıları dediler ki: Bid‘at, hasene ve seyyie olmak üzere iki nevidir. Peygamberimiz (s.a.v.) ve Hulefâ-i Râşidîn (r.anhüm) devrinden sonra ortaya çıkan fakat sünneti yok etmeyen her güzel amel, bid‘at-i hasene yani güzel olan bid‘attir; sünneti ortadan kaldıran ameller de, bid‘at-i seyyie (kötü bid‘at)dir.’

Şu fakîr ise, bid‘at nev‘inden olan hiçbir şeyde güzellikten ve nûrâniyetten bir şey müşâhede etmedim... Onlarda, tarafımızdan, zulmetten ve bulanıklıktan başka bir şey de hissolunmadı. Kim ki bugün, basîret zayıflığı sebebiyle -farazâ- bid‘at sahibinin işinde bir hoşluk ve güzellik görse bile, yarın keskin görüşe sahip olduğunda anlayacaktır ki, o işin neticesi zarar-ziyan ve pişmanlıktan ibarettir. Seyyidü’l-beşer aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz, ‘Her kim, işimizde (sünnetimizde) olmayan bir şey ihdâs ederse (ortaya koyarsa), o reddolunur” buyurdu. Reddolunan, kabul edilmeyen bir şeye ise, iyilik ve güzellik nereden gelir ki?!

“Yine Rasûlüllah Efendimiz buyurmuşlardır ki: ‘Sözün hayırlısı Allâh’ın Kitâbı’dır. Hidâyetin hayırlısı Muhammed’in hidâyetidir. İşlerin şerlisi, muhdes olan (dinde sonradan uydurulmuş) şeylerdir. Dinin aslında olmadığı halde sonradan ortaya konulan her şey bid‘at, her bid‘at da dalâlettir.’ ‘Size, Allâh’a karşı takvâ sahibi olmanızı tavsiye ederim. Dinleyiniz ve itâat ediniz; isterse (başınızdaki kimse, emîriniz) Habeşî bir köle de olsa... Aranızda benden sonra yaşayanlar, pek çok ihtilâflar görecek. (O zamanda) sünnetime ve hidâyeti bulan Hulefâ-i Râşidîn’in sünnetine tâbi olunuz. Onları tutunuz ve azı dişleri ile yapışınız. Bilhassa (dininin aslında olmadığı halde) yeni ortaya konulan işlerden sakınınız. Zira dine sonrada sokulan her şey bid‘attir, her bid‘atse dalâlettir.’

Dinin aslında olmayıp sonradan ortaya konulan her şey bid‘at ve her bid‘at de dalâlet olduğuna göre, bid‘atte güzellik mânâsı nasıl olur? Bu mânâ yukarıda geçen hadîs-i şeriflerden de anlaşıldığı gibi, her bid‘at sünneti kaldırır, yok eder. Bu sünneti kaldırma durumu ise, sadece bazı bid‘atlere mahsus bir şey de değildir. O bakımdan bütün bid‘atler kötüdür. Bunun içindir ki Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.), ‘Bir topluluk, dinde yeni bir icad çıkardığı zaman, ancak ona benzer bir sünneti kaldırmış olur’ buyurmuşlardır. Elhâsıl, sünnete yapışmak bid‘at ihdâs etmekten çok hayırlıdır.

Hassan b. Sâbit (r.a.), Sevgili Peygamberimiz’den (s.a.v.) şöyle rivâyet etmiştir: ‘Bir kavim dinlerinde bir bid‘at icad ettikleri zaman, Allah Teâlâ, onun benzeri olan sünnetlerden birini alır; kıyâmete kadar da onlara onu geri vermez.’

Bilinmesi gerekir ki; âlimlerin ve mutasavvıfların, bid‘at-i hasene olarak anlattıkları şeyler üzerinde tam mânâsıyla düşünülecek olursa, bunların sünneti kaldırdığı anlaşılır. Bu cümleden olarak, meselâ ölünün başına sarık sarmayı bid‘at-i hasene saymışlardır. Halbuki o fiil, sünneti kaldırmakta; zira bu âdet, sünnet olan kefene bir fazlalık getirmektedir. Bilindiği üzere kefenin sünnet olan şekli üç kat olmasıdır. Bundan fazlası kaldırılmıştır. Neshedilen, yani hükmü kaldırılan bir şeyi yapmak ise, sünneti kaldırmakla aynıdır.

Meşâyihten bazıları da; namazda sarığın bir ucunu sol taraftan sarkıtmayı güzel görmüşler, yani bid‘at-i hasene kabul etmişlerdir. Halbuki sarıkta sünnet olan şekil, iki omuz arasından sarkmasıdır. Onların bu tatbikatının da sünneti kaldırdığı açıktır, kapalı bir yanı yoktur.

“Aynı şekilde âlimlerden bazıları, namaza niyette, kalbî irâde ile birlikte dille de söylemeyi bid‘at-i hasene olarak görmüşlerdir. Halbuki ne Peygamberimiz’den (s.a.v.), ne sahâbe-i kiramdan, ne de tâbiînin büyüklerinden niyetin böyle yapıldığına dair bir şey sabit değildir. Bu hususta sahih bir rivâyet olmadığı gibi, zayıf bir kavil dahi yoktur. Bilakis onlar, ayağa kalkar kalkmaz ilk tekbiri (iftitah tekbirini) almışlardır. Yani dille niyeti söylemenin bid‘at olduğu âşikârdır. Hâl böyle iken, bunun için de bid‘at-i hasene demişlerdir.

Fakîr der ki; bu bid‘at, sünnet bir yana, farzı dahi ortadan kaldırmaktadır. Çünkü bu takdirde insanların ekserisi, niyeti kalplerinde hazırlamadan ve kalpdeki gaflete de aldırış etmeden, sadece dille söylemekle iktifa ederler. İşte o zaman da, namazın farzlarından biri olan kalple niyet, tamamen terk edilmiş olur, namaz da fesâda gider. Diğer bid‘atler de buna kıyas edilebilir...

Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) sünnetine tâbi olmakla kalmalısınız; ashâb-ı kirâma uymakla yetinmelisiniz. Zira onlar, yıldızlar gibidir; hangisine uysanız, hidâyeti bulursunuz.”(1)

Sünnet ve bid‘atten her biri, diğerinin zıdıdır. Birinin varlığı diğerinin yokluğunu gerektirir. Birini ihyâ etmek, öbürünü öldürmeyi icap ettirir. O bakımdan sünneti ihyâ etmek, bid‘ati öldürmek olduğu gibi, tersi de böyledir.

Sünnetin kaldırılmasını gerektirdiği halde bid‘ate hasene ismini vermek yani güzel demek, nasıl doğru olur? Ancak bu ‘güzel’ tâbiri ile, nisbî bir güzellik murâd ediliyorsa, o zaman doğru olabilir. Mutlak güzelliğe imkân yoktur. Çünkü sünnetlerin tamamı, Hak sübhânehû ve teâlânın râzi olduğu amellerdir. Zıtları ise, şeytanın hoşnut olduğu şeylerdir. Bu sözler, bid‘atin yaygın olması sebebiyle, bugün birçoklarına ağır gelmekte ise de, yarın bileceklerdir: Biz mi hidâyet üzereyiz, onlar mı?

“Haberde şöyle bildirildi: Geleceği va‘d edilen Mehdî aleyhirrıdvân, saltanâtı zamanında dînin tervîcini (kıymet ve itibârını artırmayı) ve sünnetin ihyâsını murâd ettiğinde, bid‘at ile ameli âdet edinen ve onları güzel zannedip bu zannı sebebiyle dîne ilhak eden Medîne âlimi, hayretle şöyle diyecektir: ‘Şüphe yok ki bu şahıs, dinimizi ortadan kaldırmak ve şerîatimizi yok etmek istiyor!’ Bunun üzerine Hz. Mehdî aleyhirrıdvân, onun öldürülmesini (bid‘atlerinin ortadan kaldırılmasını) emreder. Böylece onun, güzel sandığı fiillerin kötü yani birer bid‘at olduğu da görülmüş olur. ‘Bu Allâh’ın fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah en büyük fazlın (lûtuf, ihsan-ikram ve inâyetin) sahibidir.”(2)

Nitekim bugün, hacca giden Müslümanlara, gerek Mekke’de ve gerekse Medine’de Vehhâbi zihniyetinin uyguladığı muameleler hemen herkesin mâlumu... Peygamber Efendimizin mübarek kabr-i şerifi başında ziyaretçilerin, “Şefaat yâ Resûlellah!” yakarışlarına dahi “Şirk yâ haci!” diyerek mâni olmaktadırlar. Çünkü tevessül gibi şefâati de kabul etmiyorlar. Halbuki Ehl-i Sünnet âlimleri, âyet ve hadislerde beyan edilen şefaati ittifakla kabul etmişlerdir. (Bu konuyu da inşaallah ayrıca ele alacağız) Ama onlar, bid‘atin manasını o derece genişletmişlerdir ki, o perspektiften bakıldığında, bid‘at olmayan bir şey bulmak neredeyse imkânsızdır.
***

İNSANI BİD‘ATE GÖTÜREN SEBEPLER

İnsanı, bid‘atlere ve bid‘atçiliğe götüren sebepleri şöyle özetleyebiliriz:

• Sünneti bırakıp uydurma söz ve amellere tutunmak,

• Aklın sâhasını aşan mevzûlarda akla güvenip mantığına göre hareket etmek,

• Temel İslâmî ilimleri bilmediği halde, âyetleri-hadisleri kendi kanaat-görüş ve tahminlerine göre tefsir ve te’vile (yorumlamaya) kalkışmak,

• Nefsinin arzu ve isteklerine meşru‘luk kılıfı bulmaya çalışmaktır.
***

İmâm Birgivî ve Hâdimî rahımehümallah, bid‘atlerin en çirkini olarak şunları saymışlardır:

• Namazda ta‘dîl-i erkânı terk etmek.

• Cemaatle namaz kılarken imamı geçmek. (Meselâ rükû ve secdelerde ondan evvel yatıp kalkmak.)

• Safları düzeltmeden namaza durmak.

• Kur’ân-ı Kerim okurken ve zikir yaparken lahn yapmak (sesi dalgalandırmak), sallanıp raks etmek.

• Hutbe okunurken salât ü selâm getirmek, “âmîn” demek.

• İsrafçıya ve mescitte dilenene sadaka vermek.

• Hatim için ve gösteriş maksadıyla ziyâfet vermek.

Bu sayılanlara zamanımızdaki bir takım bid‘atleri de ilâve edebiliriz...
Sözün özü; her bid‘at bir sünneti yok ettiğinden, kaybolan ve işlenmeyen bir sünnetin ihyâsı da dinimizce büyük ehemmiyet arz etmektedir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

“Benden sonra ölüp kaybolmuş bir sünnetimi kim diriltir ve yaşatırsa, onu yapanların sevâbından bir şey eksilmeksizin o, onların sevâbı kadar sevap alır. Kim de Allâh’ın râzi olmadığı sapıklık, bir bid‘at ihdâs ederse, onu yapanların günâhından bir şey eksilmeksizin o da, onların günâhı kadar günah alır.”(3)


DİPNOTLAR
(1) el-Mektûbât, li’l-İmâmi’r-Rabbâni, 1, 186.
(2) el-Mektûbât, li’l-İmâmi’r-Rabbâni, 1, 255; Kur’ân-ı Kerim, Cum‘â sûresi, 62/4.
(3) Tirmizî, Sünen, İlim, 4, 16.

Allah razı olsun kardeşim. Yine çok güzel bir yazı buluşturdunuz bizleri. Çok faidelendiğime inanıyorum. Pek fazla bilmiyordum bu meseleyi. Sağolun.

selam ve muhabbet dolu zamanlar geçirmeniz ümidim ile.

İNSANI TÜKETEN YOLLAR DEĞİL; ERİŞEMEĞİ MUTLULUKLARDIR:( sevgi ve muhabbetle güvercin

Halis Hocam Hz.Allah razı olsun, bir soru cemaatle namazdan sonra Hz.Allah kabul etsin diye musahafa yapılması bidat mıdır, değilmidir.

Cenab-ı Hak, emeklerinizin karşılığını dünya ve ahiret hayatında kat kat vermesini diliyoruz..
selametle..

Sevgili GÜVERCİN ve FARFA;

Öncelikle samimi dualarınıza sınırsız “âmin”ler…

Rabbim, yazdıklarımızla-söylediklerimizle-yaptıklarımızla karşılıklı ifade ve istifadeden mahrum bırakmasın.

Farfa kardeşimizin sorusuna gelince…

Bildiğiniz gibi dilimize “tokalaşmak” mânâsıyla aktardığımız “musâfaha”, sünnettir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) hem uygulamış, hem de rahmet müjdesiyle teşvik etmiştir. Bera b. Azib’in (r.a.) rivayetiyle Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “İki Müslüman karşılaşıp masâfahalaşırken, Allah’a hamd edip (biribirlerinin) bağışlanmasını dilediklerinde, her ikisi de bağışlanır.” Yine aynı râvi şöyle bir hadis-i şerif daha nakletmiştir: “Karşılaşıp tokalaşan hiçbir Müslüman yoktur ki, ayrılmadan önce bağışlanmış olmasınlar!(Ebû Dâvûd, Sünen, Edep, 142)

Yine bildiğiniz üzere musâfaha/tokalaşma müstakil bir sünnettir. Bu sünnet, iki Müslümanın karşılaştıkları ilk anda uygulanmıştır. Eğer bu karşılaşma namazın sonrasına rastlamışsa, tabii ki sünnet burada uygulanabilir.

Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) ve ashab-ı kiram (r.anhüm) devrinde, namazlardan sonra toplu musâfaha yapıldığına dair bir rivayete rastlamamaktayız. Binaenaleyh, musafahayı namazın arkasına tahsis etmek sünnet değildir. Sünnet olan uygulama; Müslüman kardeşlerimizle karşılaştığımız her yerde yapmaktır.

Meşhur hadise ve içtihattır, sıkça anlatılır, bilirsiniz; İmam-ı Azam (rh.) hazretleri, dört rek’atli farz ve sünnet-i müekkede olan namazların ilk ka’desinde sadece Tahiyyat okunacakken salavatlar da ilave edilirse, sehiv secdesi gerekir diye içtihat ediyor. Akabinde ise Rasûlüllah Efendimizi (s.a.v.) rüyalarında görüyorlar. Efendimiz kendilerine (mealen),

- Yâ İmam, bana salavat getirmek hata mıdır ki bu hükme vardın? dediklerinde, cevaben,

- Yâ Rasûlellah, hata size salavat getirmekte değil, getirilen salavatın yerinde ve zamanında getirilmemesidir, diyorlar. İki Cihan Serveri Efendimiz (s.a.v.), bu cevaptan çok memnun ve hoşnut oluyorlar.

Bu namazdan sonra yapılan musafaha da bana bunu hatırlatıyor hep.

Ayrıca bunun başka mahzurları da oluyor tabii… Uygulana uygulama bu durum, yapılması gerekli bir şeymiş gibi idrak edilmeye, yapmayanlara farklı nazarla bakmaya da sebep oluyor. Bunun pekçok kere şahidi olduğumu hatırlıyorum. Fıkıhta bir kaidedir: “Her mübah ki, eğer yapılması/uygulanması yanlış bir inanca götürüyorsa o mekruhtur.

Tebyîn-i Mehârim isimli eserin sahibi de şöyle der: “Mültekıtt’a, namazları edadan sonra musafaha yapmak, her hâl u kârda mekruhtur. Zira sahabe (r.anhüm), namazları edadan sonra müsafaha yapmamışlardır. Bir de Şunun için ki, namazların arkasından musafaha yapmak Râfızî’lerin âdetlerindendir.”

Şafii ulemasından İbn Hacer (rahimehümüllah) şöyle demiştir:

Zamanımızda beş vakit namazın, cuma ve bayram namazlarının arkasından insanların yaptıkları musafaha bid’attır, mekruhtur; Şeriat¬ı Muhammediyye’de bunun aslı yoktur. Yapanlar önce uyarılır, bid’attır diye. Buna rağmen devam edecek olurlarsa, tazir edilir."

Bu hüküm, diğer ameli-Sünnî mezheplerimizden Malikî’lerde de aynıdır.

Bu hususta belki söylenecek, nakledilecek daha pek çok şey olabilir; ama işin özü budur.

Hasılı, her şey zamanında-zemininde makbul ve güzeldir.

Selam ve muhabbetler…

Sayın Halis Ece eklediğiniz yazılar çok güzel ve aydınlatıcı Allah razı olsun ben yeni üye oldum fakat uzun zamndır burdaki yazılardan istifade ediyordum.Sizden ricam eklediğiniz yazıların başka bir forma eklenmesine izin verirmisiniz.

Sevgili EBU DERDA;

Öncelikle ilgi-iltifat ve dualarınız için teşekkür ederim. Rabbim cümlemize ifade ve istifade nasip etsin.

Ricanıza gelince; yazılarda bir değişikliğe gitmemek, isim ve kaynak belirtmek kaydıyla neden olmasın? Çünkü biz bunları Allah için kaleme alıyoruz. Bir başka beklentimiz yok. Öyleyse niçin daha geniş kitlelere ulaşmasın! Öyle değil mi?

Kolay gelsin. Eklediğiniz forumları da bana bildirirseniz memnun olurum.

Selamlar...

Değerli Halis ece kardeşim, gene çok ğüzel bir yazıyı ele almışsınız bizleri böyle ince ayrıntılarla bilgilendirdiğiniz için size teşekkür ediyorum.

• • Aklın sâhasını aşan mevzûlarda akla güvenip mantığına göre hareket etmek
bu mevzu ile alakalı HZ ALİ (kerramallahü veche )<Şeriat akılla ölçülseydi eğer, mestler üzerine mest yaparken üstünü değilde altını mesh etmek lazım gelirdi>buyurmuşladır.
selam ve dua ile kardeşim

Size hocam diyeceğim ... Mevla sizlerden razı olsun. Böyle bir konuyu açıkladığıız için. Yalnız hocam ben şu kısmı anlamakta zorlandım.. namazda kalbi hazırldıktan sonra da dil ile yapılan niyet bit at mı. Allah razı olsun.. Bir de bu yazılarınızı çıkarıp müslüman kardeşlerimizle paylaşmamızda bir mahsur görüyormusunuz...

Sevgili EFFIRH;

Hz. Mevlâ cümlemizden râzı olsun.

Evet, namazda da niyet, her şeyde olduğu gibi yalnızca kalpledir. Çünkü niyetin yeri kalptir, dille bir alakası yoktur. Dille söylemek, sadece öğrenme ve öğretme maksadıyla olabilir, tekrarlanabilir.

Yazıları çıkartıp paylaşmanızın mahzuru bir kenara, büyük hizmet olur. Rabbim rızasına muvafık kılsın.
***
TUNAHANHAKAN Kardeşim;

Sana da ayrıca teşekkür ediyorum.

Selam ve dualarımla...

ben siteye yeni üye oldum rabbim inş hayırlı eyler halis ece hakkında bilgi eddinmek istiyorum cok güzel yazıları var hatta onları yazıcıdan cıkarıp evde defalarca okuyorum cok ilgi cekici konular bilmediklerimiz ne cok varmış rabbim razı olsun kendilerinden

Sevgili KIVILCIM;

Öncelikle yeni üyeliğin hayırlı-uğurlu olsun. Cenab-ı Hak rızâsı istikametinde istifade ve istifaza nasip eylesin.

Halis ECE bendeniz... Bilmek istediğiniz hususları MSN'den sorabilirsiniz, görüşebiliriz. Adresim: halis.ece@hotmail.com. Önceden bilgi verirseniz memnun olurum.

Bilvesile selam ve dualar...

Bid'at ehlinin kullandıkları bazı delillerle bid'atlerin ortaya çıkış tarzlarından birkaçı:

- Maksat ve mezheplerine uygun olmayan şekilde vârid olmuş olan hadisleri reddedip, İslâm dini akıl dinidir, akla-mantığa hitap eder, bunlar akla-mantığa uygun değildir diyerek reddetmeleri... Mesela şefaati, tevessülü, istigaseyi, kabir azabını inkâr etmeleri gibi..

- Allah Teala ve Rasûlü'nden gelen emirleri-yasakları anlamak, onlardan hüküm istinbat edebilmek için gerekli olan teme ilimlere ve Arap diline -gerek gramer ve gerekse edebiyat yönleriyle- sahip olmamakla birlikte, okudukları meallere dayanarak Arapça olan Kur'ân ve Sünnet hakkında zan ve tahminlerle söz söylemeleri ve böylelikle kendi anlayış ve kanaatlerini şerîatın önüne geçirmye çabalamaları.. Geçmiş alimlere, mezhep imamlarına, sair müçtehitlere, ilimde derinlik sahibi olan Allah dostları "Râsihûn"a muhalefet etmeleri gibi..

- Açık nassları bir kenara bırakarak muhkem nassların ışığında ele alınması gereken müteşabih naslara tâbi olmaları... Muhkem olanları da kalplerindeki eğrilik sebebiyle heva ve heveslerine uygun tarzda te'vile kalkışmaları.. Meselâ "takyid" edici lâfızları tetkik etmeden "mutlak" lâfızları delil almaları... "Tahsis" edici lâfızları var mı yok mu düşünmeksizin "umûmî" lâfızları kabul etmeleri gibi...

- Sahih hadislerin Kur'ân-ı Kerîm ile tenakuz/çelişki teşkil ettiğini veya bu hadislerde çelişki olduğunu, akla-mantığa aykırı olduğunu söylemeleri... bid'atlere düşmelerinin belli başlı sebepleri arasındadır...

***

Allahu Teala Müslümanları bid'atin her türlüsünden korusun, sünnet üzere istuikamette daim kılsın.

Hocam ellerinize sağlık..

Selam ve hürmetler..

Ana yazı da mesajlar da çok çok faydalı.. Allah hepinizden razi olsun. Doğru yoldan ayırmasın.

Selam ve dua ile..

Halis hocam Allah c.c razi olsun sizden...
Gercekten cok guzel bir yazi.. Benim icin cok faydali oldugunuz dusunuyorum Rabbim Anlamayi bizkere nasip etsin insaAllah.....

Seam ve dua ile....

Teşekkürler sevgili Namık, Engin Deniz ve GEDA...

Allah sizlerden de razı olsun...

Gönülden yaptığınıza inandığım güzel dualarınıza sınırsız "âmin"ler... Bilmukabele hayır-dualar...

Rabbim sizleri, bizleri, topyekün Ümmet-i Muhammed'i ve evladını Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat çizgisinden ayırmasın. Fırak-ı dallenin sapkınlıklarından ve sapıttırmalarından muhafaza buyursun.

Selam ve dualarımla...


Blog Paylaşımları

MollaCami.Com