Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Kur'ân-ı Kerim'i kimler anlayamaz?

Halis ECE

Kur'ân-ı Kerim'i kimler anlayamaz?


Kur’ân-ı Kerim'in; müşâhede, keşif ve melekûtun zuhûru ile olan fehmine (bâtınî-tasavvufî mânâsını anlamaya), kendinde şu hasletlerden biri bulunan kul, muvaffak olamaz. O hasletler şunlardır:

– Çok az da olsa bid‘atle amel etmek,

– Günah işlemekte ısrar etmek,

– Kalbinde kibir bulunmak,

– Hevâsının (nefsanî arzularının-isteklerinin) kalbine yerleşmesi ve ona meyilli olması,

– Dünya muhabbeti-sevgisi içinde bulunması,

– Îmân-ı hakikiye sahip olmayıp, yakîninin zayıf olması, (sûrî îmandan öte geçememesi),

– Kur’an’dan okuduklarına değil, sadece harflerine vâkıf olup, kendi ihtiyârına ittiba‘ eden (kendi arzu ve düşüncelerine uyan) bir kul olması,

– Sadece zâhir ilmi olan bir müfessirin kavline nâzır olup, bâtın âlimlerinin yani mâneviyat erbâbının tefsirlerine bakmaması, onlara itibar etmemesi,


– Hep aklına rücu‘ eden, yani her şeyi aklıyla çözmeye çalışıp, onun ötesine geçemeyen bir kul olması,

– Hitâbın bâtınında, (Kur’ân’ın tasavvufî mânâsının anlaşılması hususunda, tasavvuf ehlinin tefsir ve te’villerine göre değil de) Arap lûgat ehlinin (zâhirî ilim erbâbının) görüşlerine göre hüküm vermesi...

İşte bu vasıfları taşıyan insanlar, Kur’ân’ı anlamaktan yana perdelenmişlerdir, anlayamazlar. Kendi bildiklerinin miktarıyla sınırlıdırlar. Kafalarına yerleşen anlayışlarıyla mevkufturlar, (yani hapsolundukları o dar çerçevenin dışına çıkamazlar). En fazla ilimleri kadar ilerleyebilirler. Tabiat ve seciyelerine göre bir anlayışları vardır.

İşte bunların hepsi; o akıl ve ilimleri sebebiyle, muvahhidlere (Cenâb-ı Hakk’ın hâlis kullarına) nazaran, kapkaranlık bir gecede siyah bir taş üzerinde yürüyen bir karınca gibi belirsiz olan gizli şirke müptelâ olmuşlardır!..

Çünkü onların ilmi ve aklı kâmil değildir. Kâmil akıl, anlayışını Allah’tan (c.c.) alan akıldır; dolayısıyla onun hükmünü anlar ve kendisi sayesinde İlâhî kelâm anlaşılır.

Nitekim Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) kâmil aklın sıfatı hakkında, "Akıllı; Allah Teâlâ’nın emir ve nehiylerini akleden (aklını, fikrini, zihnini yorup anlayan ve mûcibince hareket eden) kimsedir" buyurmuşlardır. (1)


İNSANA VERİLEN YEDİ ANAHTAR

Nakşî yolu Müceddidîn kolu silsilesi (kaddesallâhü esrârahüm ecmaîn) hazerâtının 33’üncü ve sonuncu halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) hazretlerinden:

İbn-i Mes‘ûd'tan (r.a.) rivâyet edilen bir hadîs-i şerifte beyan olunur ki:

"Kur'ân-ı Kerim 7 kapıdan nâzil olmuştur."

İnsanlara da 7 anahtar verilmiştir.

Birinci anahtar, kalb.

Kalbi nûr ile dolan kimseye bir kapı açılır. Kur'ân'ın bir türlü mânâsını vermeğe vâkıf olur.

İkinci anahtar ruh.

Rûhu nurlanan kimseye, diğer bir kapı açılır ve başka bir mânâ vermeğe muktedir olur.

Diğer anahtarlar da; sır, hafî, ahfâ, nefs-i nâtıka, nefs-i küllî'dir.

İşte bu latâif-i seb‘anın (yedi latîfenin) hepsini nûr ile dolduran kimseye yedi kapı açılmış olur ki, her biriyle bir başka esrâra vâkıf olur. (2)

KUR’ÂN-I KERİM’İ KİMLER HAKKIYLA TİLÂVET EDER?

Cenab-ı Hak (c.c.) buyuruyor ki:

"Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler(den bazısı) onu, tilâvet hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar, kitâba inanırlar." (3)

Evet, Kur’ân-ı Kerim'i hakkıyla tilâvette bulunmak hakiki iman sahibi mü’minlere mahsustur. Çünkü Allah Teâlâ, onlara imânın hakîkatini verdiğinde, Kur’ân’ın mânâlarını anlamalarını da ihsân eder. Bunun menbaı, müşâhede ile hakikate nâil olmaktır ki, onların tilâveti de müşâhede ile olur ve tilâvetleriyle yeni yeni mânâlara kavuşurlar. Bu da imanlarındaki hakikatin derecesine göre olur. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

"Mü’minler ancak, Allah zikrolunduğu zaman kalpleri titreyen, kendilerine Allâh’ın âyetleri okunduğunda îmanlarını artıran ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir."(4) "İşte hakiki mü’minler onlardır." (5)

Velhâsıl kul, aklını ve tefekkürünü tilâvet ettiği âyetlere vererek, hakiki îman ve huzur ehlinden olur. "İman edenlere gelince; (âyetler), onların imanlarını artırır ve onlar müjdelenirler" (6) âyeti esrârınca, daha pek çok faziletlere müstahak olup mesrûr olurlar. (7)


DİPNOTLAR
(1) Ebû Tâlibi'l-Mekkî (k. s.), Kûtu’l-Kulûb, Tilâvet ve tilâvet ehlinin vasıfları bahsi.
(2) Nakleden; talebelerinden Ziya Sunguroğlu merhum.
(3) el-Bakara, 121.
(4) el-Enfâl, 2.
(5) el-Enfâl, 4.
(6) et-Tevbe, 124.
(7) Ebû Tâlibi'l-Mekkî (k.s.), a.g.e., Tilâvet bahsi.

İradesi sanki tamamıyla elinden alınmış ve bir türlü ona söz geçiremeyen insan ne yapsın, bile bile cehenneme felakete gittiğini gördüğü halde bir şey yapamasın.Maddi tedavi fayda vermesin.Kurtuluşu ancak Manevi tedavi.Ama iradesi o kadar fesada uğramışki yapamıyor.Ne yapsın.Yokmu arzın üzerinde duası kabul olan Allah dostları.Başka çare yok, başka gidecek yerde.Duadan başka...

Sevgili İSTİMDAT;

Öncelikle katkıların için teşekkürler... Rabbim râzı olsun.

Teşhislerin-tesbitlerin doğru; fakat, tedavi yolu sadece söylediğinden ibaret kalmamalı... Çünkü lisanen-kalben yapılanlara fiili duayı eklemeden noksan olur.

Evet hekimin tedavisi şart... Bu tamam. Ama hastanın da tedaviyi kabul ve bu yönde hekime yardımcı olması gerekir. Nitekim İki Cihan Serveri Efendimiz (s.a.v.), istiğfarı çoğaltarak kıyamet günü bana yardımcı olunuz, buyururlar. Kısacası manevi tedavinin de hem zahiri hem batıni yönü beraber yürümesi gerekiyor. "Sünnetullah" böyle.

Rabbim; kavli-fiili duadan, tazarru-niyaz ve ilticadan mahrum bırakmasın. Dua edip de duaları kabul görmeyenlerden etmesin.

Selam ve dualarımla...

Gerçekten isâbet buyurduğunuz gibi "Sadece zâhir ilmi olan bir müfessirin kavline nâzır olup, bâtın âlimlerinin yani mâneviyat erbâbının tefsirlerine bakmaması, onlara itibar etmemesi" büyük bir eksikliktir. Zira bırakın bütün ayetleri, sadece bir ayet hakkın da bile "mâneviyat erbâbının tefsirleri" derin bilgiler ihtivâ edebiliyor.

Selam ve dua ile...

Teşekkürler sevgili ANKEBUT...

Mukabil selam ve dualar...


Blog Paylaşımları

MollaCami.Com