Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Kıyâmetin büyük alametlerinden Dâbbetü'l-arz

Bakınız halisece, dediğim açıkça şu:

Nakletmeye çalıştıklarım size veya YOLCU kardeşime karşı değil. Sizlerin kişiliği hedef alınmadı. Hem neden kişilikler hedef alınsın ki?

Bid'at ehline karşı yazdıklarım dediğiniz gibi aleni. Burada bu bid'at ehlinin sapkın görüşleri konu edilmiştir. Zırvalarının boyutları gözler önüne serilmiştir. Bunlar benim kişisel görüşlerim değildir üstelik. Ehl-i Sünnet Alimlerinin eserlerinden nakledilmiştir.

Buna rağmen hala kişisel saldırıya uğradığını düşünenler çıkarsa, bu meseleyi de akl-ı selim sahiplerinin değerlendirmesine bırakmaktan başka bir çıkış yolu bulamıyorum açıkcası.....

Sevgli ve de sevimli firttix!


Görüyorum ki gene hızını alamamış ve kopyalamayı sürdürmüşsün, hem de aralara girerek...

İyi-hoş-güzel de, senden bir ricam var;

- Ya bu kopyalamaları yaptığın kitap veya kitapçığın müellifini, adını, yayın yılı ve yerini, sayfa ve cilt numalaranı yaz...

- Ya da lütfen yazıda kaynak olarak belirtilen kitapların tahkiki ile hadis-i şeriflerin tahricini koy...

Yoksa usûl yönünden değerlendirebilmek veya ciddi bir şekilde bu mevzu ile ilgilenenlerin bunlara itibar edebilmeleri, me'haz olarak kabul etmeleri mümkün olmaz. Dolayısiyle fuzuli yere kendini yorma derim.

Bilmem anlatabildim mi?
***

İşi bu kopyala yapıştır, yaygara-gargara durumlarına dökmemeye, nefsaniyetten uzak tutmaya gayret göstermeliyiz. Yoksa bizim çocuklara havale ederiz, olur biter... Kıyametle alakalı ne var ne yok hepsini indirirler. Mesele bu değil.
***

Bir önemli hususu da hatırlatmadan geçmeyeceğim:

Kıyamet alametlerinin hemen hepsiyle ilgili çeşitli te'viller zaten muhalledât-ı İslamiyye'de mevcuttur. Bunu sadece birileri veya belli kişiler yapmış değildir. Neye itiraz ediyorsun, niçin çırpınıyorsun anlamak güç! Mesela aç Ehl-i Sünnet'in temel akaid kitaplarından Ramazan Efendi'yi... Gör oradaki kıyamet alametleriyle alakalı te'villeri...

Kaldı ki biz yazımızın "SONUÇ" kısmında bütün bunlara açıklık getirmiş ve şöyle demişiz:

"Konuyu özetlemek gerekirse; debb ve debîb, hafi yürüme ve debelenme manasına olup 'dâbbe' de bundan fail olması itibariyle, 'mâ yedübbü' yani debbeden, debelenen demek olur. AIDS virüsü de, hareketliliğe sahip bir canlı olması itibariyle 'dâbbe'dir. Aynı zamanda arz ehlinden bir hayvandan çıkmıştır; dolayısıyla 'dâbbetü’l-arz' denilmesi de mümkündür...

"Ayrıca Allah Teala’nın ilmine ve meşiyyetine havale edilerek yapılan bu te’villerin, hakiki mana ile uzaktan da olsa bir alakaları var. Bu sebeple araştırmacıların görüşlerini külliyen reddetmek olamayacağı gibi, küfrü mucip bir iddiada bulunduklarından da söz edilemez...

"Ancak Kıyâmet alametlerinden olan 'dâbbetü’l-arz'dır, diye kat’î olarak ifade etmek veya aksini söylemek de –bizim için- mümkün değildir. Nitekim araştırmacıların te’vil ve teşbihleri de, bir takım ihtimallerden öteye gidememektedir...

"Binaenaleyh onların da ifade ettikleri gibi, eşrât-ı sâat ile alakalı hususlar te’villidir...

"Te’vil; sözü çevirme, söze sarâhat haricinde verilen başka manalardır. İlmi tarifi, 'Ehli tarafından, bir şeyi ilmen veya fiilen murad olan gayeye redd ü irca’ etmektir.' Biraz daha açacak olursak şunları söyleyebiliriz: Sözün ilk bakışta beliren manasını değil de, ihtimal dahilinde bulunan diğer manalarını alarak yorumlamak… veya muhtemel manalarından birini tercih etmektir. Ayet ve hadislerin açıklamasında ise, geçerli bir delil veya sebepten dolayı, ilk bakışta görünen manasından alıp, taşıdığı diğer manalardan, önündeki ve sonundakine uygun, Kitap ve Sünnet'e yaraşır olanından kullanmak demektir...

"Bazı müfessirler, 'tefsir'in Kur’anın açıklamasına dair, 'te’vil'in ise Kur’an’ın bâtınî yönüne ait bir ilim ıstılahı olduğunu belirtmişlerdir...

"Kur’an’ın zahiri ile halka, işaretleriyle bilginlere, hoş ve latif manalarıyla velilere, hakikatleriyle peygamberlere (aleyhimüsselam) düstur olduğu, bu bakımdan Kur’an’ın daha çok te’vil yoluyla anlaşılmasının mümkün olabileceği ifade edilmiştir.

"Te’vilin sahih/doğru olanına münkâd, bozuk olanına bâtıl denir.

"Konunun bir başka yönü; Kıyâmet alametlerinden Hz. Mehdî’nin (r.a.) zuhuru, Hz. İsâ’nın (a.s.) nüzûlü ve diğerlerinin tezahür şekilleri gibi, dâbbetü’l-arz’ın çıkışı da İlâhî sırlardandır. Bu sebeple herkes bilemez, anlayamaz. Zira herkesin bildiği bir husus, sır olmaktan çıkar. İlahî sırları, Allah Teala’nın bildirdikleri, yani Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) ve O’nun sır olarak haber vermiş olduğu varisleri bilir. Bu sırların anahtarları onlardadır; kime perdeyi açarlarsa, o kişi de işin hakikatini anlar, başkaları anlayamaz. Çünkü başka türlüsü usûle muhalif olur."

Son parağraf, son devir dersiamlarından, Nakşi yolu Müceddidin kolu silsilesinin 33. ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi SİLİSTREVİ (k.s.) hazretlerine aittir. Bilmem senin için delil teşkil eder mi!
***

Şimdi soruyorum:

- Bizim makele üzerinde senin itirazın neye?

- Hangi bid'atten bahsediyorsun?

- Bid'atle hangi te'vilin ne gibi bir alakası var veya olabilir?


Ayrıca bizim yazımızda, yapılan te'villerle ilgili tenkitler gayet net. Münakaşa mevzuu olabilecek, ilmi manada itirazı gerekli kılacak, hadis-i şerifte men'edilen re'yen (ilmi usûl ve âdâp dışı, heva ve hevese bağlı) tefsirle alakalı bir husus da bahis mevzuu değil, olamaz da... Ehl-i Sünnet dışı bir itikat ve re'yin ise bizim cevelengâhımızda yeri de yurdu da yok. Bunu böyle bil ve kime nasıl hitap etmen gerektiği noktasında daha bir itinalı davranmaya çalış!

Hem Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat itikadının esaslarını anlatmak için öyle "Amentü Şerhi" kopyalamana da ihtiyaç yok.

Bak ulemamız Ehl-i Sünnet'in alâmetlerini çok vecîz bir üslupla nasıl anlatmışlar:

"Tafdıylü'ş-Şeyhayni ve hubbü'l-Hateneyni ve meshun ale'l-huffeyni alâmâtü Ehli's-Sünneh." (Mehmed Zihnî efendi, Nimet-i İslâm, İstanbul, 1398, s. 156, 1 no'lu hâşiye)

(Bilenlerden özür diliyor, bilmeyenler için terceme ve izah ediyorum)
Yani Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'i (r.anhüma) ashabın diğerlerinden üstün sayıp tercih etmek... Hz. Osman ve Hz. Ali'yi (r.anhüma) sevmek... Mestler üzerine mesh etmek, Ehl-i Sünnet'in alâmetleridir.
***

Hasıl-ı kelam netice-i meram;

Belli yerlerden bilinen şeyleri kopyalamak yerine, varsa kendi sepetindeki pamuğun, onları dök. Yoksa böylesine ilmi münazara ve cedelden uzak, tamamen avami bir ağız dalaşının gereği de faydası da yok.

Tamam mı benim güzel kardeşim.

Selametle...

Bu meselede,bir teşekkür,bir takdir ve bir de ikazım vardır.Şöyle ki:

Latif bir üslubla meseleyi tahlil eden ve net bir şekilde ortaya koyan Halis Hocama, binler teşekkür ederim.İtikadım; bu minvaldedir.

Ehli Sünnet İtikadına dikkatleri çeken ve bu konuda sağlam bilgiler aktaran Firttx kardeşime,takdirlerimi ifade etmek isterim.

Kıyametin alametleri müteşabih değildir demek,kabulü mümkün olmayan bir iddiadır.

Kur'an'ı,Kur'an'la ve hadislerle ve fukaha ve müfessirlerin sahabeden alarak bize ulaştırdığı esasat ile tefsir ve izah etmek lazımdır.İfade buyurduğunuz gibi;''Kim Kur'an'ı kendi re'yiyle tefsir ederse,kafir olur.(Yani,Kur'an ve hadisin mufassalına ve icma-ı sahabe ve kıyas-ı fukahya dayanmadan,kendi hevasına göre Kur'an'a ma'na vermek küfürdür,dalalettir.)

Üstad Bediüzzaman(ra) da bu mevzuda şöyle buyurmaktadır:

Evet, zaman geçtikçe Kur’ân-ı Hakîmin daha ziyade hakaiki inkişaf eder demektir. Yoksa-hâşâ ve kellâ-Selef-i Sâlihînin beyan ettikleri hakaik-i zâhiriye-i Kur’âniyeye şüphe getirmek değil. Çünkü onlara iman lâzımdır. Onlar nasstır, katîdir, esastırlar, temeldirler. "Bu Kur’an’ın lisânı apaçık Arapça’dır.(Nahl Suresinin 103. ayetinden mülhem bir ifade. Ayetin Meâli:)"fermanıyla, mânâsı vâzıh olduğunu bildirir. Baştan başa hitab-ı İlâhî o mânâlar üzerine döner, takviye eder bedâhet derecesine getirir. O mensus mânâları kabul etmemekten-hâşâ sümme hâşâ-Cenâb-ı Hakkı tekzip ve Hazret-i Risaletin fehmini tezyif etmek çıkar.

Demek, maânî-i mensûsa, müteselsilen menba-ı Risaletten alınmıştır. Hattâ İbni Cerîr-i Taberî, bütün maânî-i Kur’ân’ı, muan’an senetle müteselsilen menba-ı Risalete îsal etmiş ve o tarzda, mühim ve büyük tefsirini yazmış. (Mektubat,29.Mektub,Yedinci Kısım)

Hem başka bir eserinde:

Ulûm-u Arabiyece sahih ve usûl-ü diniyece hak olmak şartıyla ve fenn-i maânîce makbul ve ilm-i beyânca münâsip ve belâgatça müstahsen olan bütün vücuh ve maânî, ehl-i içtihat ve ehl-i tefsir ve ehl-i usûlü’d-din ve ehl-i usûlü’l-fıkhın icmâıyla ve ihtilâflarının şehâdetiyle, Kur’ân’ın mânâlarındandırlar.(Sözler,25.söz)

İşte bu noktayı da araştırması ise;firttix kardeşime, tavsiye niteliğinde bir ikazımdır.

_________________________________________________________________________
Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.

Baka firttix kardeşim...

İyi ki de "Bakınız halisece, dediğim açıkça şu: Nakletmeye çalıştıklarım size veya YOLCU kardeşime karşı değil. Sizlerin kişiliği hedef alınmadı. Hem neden kişilikler hedef alınsın ki?" demişsin.

İnan çok ama çok rahatladım! Allah razı olsun. Ben de 'bize karşı laflar ediyorsun, bizim kişiliğimizi hedef alıyorsun' zannıyla inan hayli "tedirgin" olmuştum! Ne yapacağımı, ne edeceğimi, ne diyeceğimi düşünür hale gelmiştim! Hatta neredeyse endişe ve telaştan "dudağım uçuklayacak" duruma gelmiş, fakat her nedense son anda vazgeçmişti!

Bu çok önemli açıklaman, Yolcu'yu bilme ama, inan beni gerçekten rahatlattı!

Son sorduklarıma da cevap verüp sevaba giresüz sevgili firttix!

Yine demişsinsin ki, "Bid'at ehline karşı yazdıklarım dediğiniz gibi aleni. Burada bu bid'at ehlinin sapkın görüşleri konu edilmiştir. Zırvalarının boyutları gözler önüne serilmiştir. Bunlar benim kişisel görüşlerim değildir üstelik. Ehl-i Sünnet Alimlerinin eserlerinden nakledilmiştir."

Öncelikle sana tavsiyem; neyi nerede, kime karşı nasıl konuşman gerektiğini bil. Bu sahada sadece "nakliyatçılık" yetmez! Ayrıca ne taşıdığını, taşıdıklarının ne ifade ettiğini, ilmi kıstaslar dahilinde nasıl değerlendirileceğini bilecek ölçülere de sahip olman lazım. Farklı içtihatların ne mana ifade ettiğini çok çok iyi düşünmen gerek. Yoksa burnunun doğrultusunda gider, belli yerelere toslamaktan kendini alamazsın.

Tefsir için temel lazım, usûl lazım; Akaid için, fıkıh için ve sair bütün sahalar için temel gerek... Temelin yoksa üzerine kat çıkamazsın. Sırf nakillerle yapacağın iş sadece ortalığı velveleye vermek olur. Eline mührü alırsın; sen bid'atçi, sen telfikçi, sen mezhepsiz, sen şu, sen bu der mühürdarlık yaparsın. Tamam mı firttix kardeşim!

Keza diyorsun ki, "Buna rağmen hala kişisel saldırıya uğradığını düşünenler çıkarsa, bu meseleyi de akl-ı selim sahiplerinin değerlendirmesine bırakmaktan başka bir çıkış yolu bulamıyorum açıkcası....."

Yaptığın iş, her şeyden evvel üslupsuzluktur. "Kişisel-mişisel" diyerek bunu ört bas edemezsin. Her şeyden evvel, "haddini bileceksin"... Ecdat, "İslâm'ın altıncı bir şartı olacak olsaydı, haddini bilmek olurdu" demiş... Ben de diyorum ki, "Eğer yedinci bir şartı olacak olsaydı, o da haddini bildirmek olurdu"...

Bak canım, kimin neyi nasıl değerlendireceği beni çok da enterese etmiyor. Benim maksadım da matlabım da rıza-yı ilahi.

Ancak şunu da belirtmekte yarar görüyorum:

- Benim lûgatimde "yılmak" kavramı yoktur. Şayet istiyorsan, nereye kadar arzu edersen münazara ederiz. Ben "Taşıma suyla değirmen döndüren"lerden değilim.

Haberin olsun.

Lübbü bulmayan, kışır ile meşgul olur. Hakikati tanımayan, hayalâta sapar. Sırat-ı müstakîmi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer. Muvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır. (Risale-i Nur,Muhakemat,s.43)
Bu meselede, son paylaşımımdır.
___________________________________________________________________________
Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.

Değerli Hocam,

Yazışmayı baştan beri merakla takip ediyorum. Diğer konu ve başlıklarda olduğu gibi... Halis Hocamın yazılarını sadece bu forumda değil, diğer muhtelif forumlarda da takip etmekteyim. Yazıyı mükerreren her okumamda, daha fazla ayrıntıların farkına varıyorum.

Yazıların üslup bakımından da tartışmasız olması, konunun anlaşılması bakımından önem arzetmekte.

Birçok yazışma ve tartışmalarını bizzat büyük bir ilgiyle takip ettim ve bu yazısının sonunda da belirttiği "Benim lûgatimde 'yılmak' kavramı yoktur." sözünü bizzat müşahede ettim.

Esas mesele Hocamın üslup ve karakteri olmasa da, tartışmanın seyri açısından göz bunun önünde bulundurulması gerektiğine inandığım bir husustur. Kim, ne ile, ne için, nasıl tartıştığını bilmeli, gidişatında bunu da göz önünde bulundurmalıdır.

Karşıdaki insanın kimlik ve kişiliği sizi doğruyu söylemekten alıkoymamalıdır. O halde yazılanların doğruluk-yanlışlık payı üzerindeki değerlendirmelerde, "Taşıma su ile değirmen dönmez" veciz sözünde de isabet buyurulduğu gibi her alanda "Temel"in olması zarûriliği müşahede edilebilmelidir.

Hepsinden ziyade, tartışmanın bizzat bana fayda getirmesi hasebiyle, değerli Hocam'a kardeşlerime teşekkürlerimi arzediyorum.
Selam ve dua...

Değerli Halis Hocam güzel yazınızdan dolayı Allah(c.c) razı olsun....

Ankebut-57 kardeşimiz ,duygularımıza tercuman olabilecek nitelikte güzel bir yazı bırakmış.Ayrıca kendilerine de teşekkürlerimi sunuyorum.

Selam ve dua ile...

Sevgili kardeşlerim YOLCU, ANKEBUT-57 ve Nisa57...

İlgi, ikaz ve bilgilendirmelerinizle yaptığınız katkılar için teşekkür ederim.

Selam-sevgi ve hayır-dualarımla...

ALLAH RAZİ OLSUN.. YÜREĞİNİZE SAĞLIK İLMİNİZE İRFANINIZA BEREKET..

O GÜNLERE ERİŞİRSEK ŞAYET, RABBİM CÜMLE MUHAMMED ÜMMETİNİN YAR VE YARDIMCISI OLSUN.

SELAM VE DUA İLE..

bu konuda bu kadar kapsamlı bir yazıya ilk defa rastladım Allah razi olsun.. selam ve dua ile..


Blog Paylaşımları

MollaCami.Com