Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


*** Tevekkül Böyle mi Olur ? ***

TEVEKKÜL BÖYLE Mİ OLUR?



Büyük velilerden Şakik Belhi (VIII. yyıl) bir kıtlık senesinde, herkesin kara kara düşündüğü bir ortamda, zengin bir adamın kölesinin şakır şakır oynadığına şahit oldu. Yanına yaklaştı ve sordu:

- Herkes kıtlıkla, açlıkla karşı karşıya olmaktan inler dururken sen neye güvenerek böyle oynayabiliyorsun? Köle cevap verdi:

- Herkesten bana ne? Benim için bir tehlike söz konusu değil. Benim efendimin 7-8 tane köyü var, her ihtiyacımız o köylerden sağlanıyor.

Bu açıklama Şakik'i adeta bir şamar gibi sarstı. Çünkü kendisi de kıtlıktan dolayı endişe içindeydi. Ama köle onu uyandırdı ve kendi kendine şöyle dedi:

- Hey Şakik kendine gel! Şu köle nihayet bir insan olan efendisine bunca güveniyor, kendini emniyet içinde hissediyor. Sen ki bütün canlıların rızkını garanti eden Allah'a inanıyor, tevekkül ediyorsun, Bu nice tevekküldür ki rızık endişesi içindesin?

Açılır bahtımız bir gün hemen battıkça batmaz ya
Sebepler halk eder Hâlık, kerem bâbın kapatmaz ya.
Benim Hakk’a münacâtım değildir rızk için hâşa
Hüdâ Rezzâk-ı âlemdir rızıksız kul yaratmaz ya. (Erzurumlu İbrahim Hakkı)

sagol kardeşim alah razı olsun

Açılır bahtımız bir gün hemen battıkça batmaz ya
Sebepler halk eder Hâlık, kerem bâbın kapatmaz ya.
Benim Hakk’a münacâtım değildir rızk için hâşa
Hüdâ Rezzâk-ı âlemdir rızıksız kul yaratmaz ya. (Erzurumlu İbrahim Hakkı)

Ne güzel ifade edilmiş, yüreğime nakış gibi işlendi...

"TÖVBE ETMEKLE KURTULDUK SANIRIZ HALBUKİ O TÖVBEMİZDE BAŞKA TÖVBEYE MUHTAÇTIR!..

İŞLEDİĞİNİZ GÜNAHLARI GİZLEDİĞİNİZ GİBİ YAPTIĞINIZ İYİLİKLERİ DE GİZLEĞİNİZ!..

KUL ALLAHU TEALANIN SEVGİSİNİ TATDIĞI ZAMAN ALLAH O KULUNUN GÜNAHLARINI KENDİSİNE GÖSTERİR, BÖYLECE O BAŞKALARININ KUSURLARINI GÖRMEZ OLUR!...

BİR KUL GELEN NİMETLERDEN ZEVK ALDIĞI GİBİ GELEN MUSİBETLERDEN DE ZEVK ALIYORSA ALLAHU TEALANIN TAKDİRİNE RAZI OLMUŞ DEMEKTİR!...."

RABİA TÜL ADVİYYE HAZRETLERİ...

süleyman as. bir gün deniz kenarında ağızında yaprak olan bir karınca görür denizin içirisinden çıkan kurbanın zerine biner ve denizin derinkilerine dalarlar ve belirli bir süre sonra karınca geri döner kurağanın sırtında ve iner bu sefer ağıında yaprak tanesi yoktur.
süleyman a.s cenab- ı hakka;
yarabbi hikmetinden sual olunmaz fakat bu hal nedir ne değildir diye sorduğunda
cenab-ı hak;
onu karıncaya sor der
ve süleyman a.s karıncaya sorar ve karıncanın cevabı;
denizin dibinde bir kaya parçasının içinde bir kurtçuk var bende onun rızkını taşımak ile vazifeliyim der senin o gördüğün kurbağada melektir. beni o kurtçuga taşmak ile vazifelidir.
o kurtçuk yaprağı yediğinde "ihlası şerif suresini okuyan mümeti muhammet için kıyamete kadar dua ve istifardabulunuacağını anlatır"

kimin rızkı kimin ile geleceğini, nereden nasıl geleceğini proğramlayan ve hiç bir yarattığını zırık endişesi yaşamaması için uyaran rabbimiz var iken biz neyin endişesinde yaşıyoruz ki neyin endişesini taşıyoruz. taşımamız gereken endişeler çok iken biz ise ayet ve hadisler ile sabit ceneb-ı hakkın rızkımıza kefil olduğuna inan mıyormuyuz inanıyorsak nedir bu endişemiz_?

daha sağlam bir kefil varmı ki_?

""Ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter. Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur"" münefikun suresi - 3

"Allah size verdiği rızkı kesiverse, size rızık verecek olabilen kimdir? Hayır, onlar azgınlık ve nefrette direnip durmaktadırlar." mülk suresi-21

ADIGÜZEL

Nasipte varsa gelir hintten , yemenden
Nasipte yoksa ne gelir elden...

Malsahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi...
Malda yalan müklte yalan var birazda sen oyalan...

Adıgüzel kardeşim çok güzel bir kıssaydı, ellerinize sağlık..

KİM ALLAH'A GÜVENİRSE ALLAH, ONA YETER.. :'(

emeğinize ,ellerinize sağlık mevla razı olsun inşallah adıgüzel ve gök sultan






Aşkta tıpkı ELİF gibidir, isminde gizlidir. Ama okunmaz, o olmadan da besmele sese gelmez, o herşeyin içindedir; hiç birşeyde görülmez

Misafir Rızkı İle Gelir....
--------------------------------------------------------------------------------

Misafirperver bir sahabi vardı. Hanımı ise her gün kocasının yanında birkaç misafirle gelmesine tahammül edemez ve kocasına:
-Sen her gün birkaç misafirle geliyorsun, gelen misafirler, çocuklarımızın rızıklarını yiyorlar, der.
Kocası, aldırış etmez eve gelirken her gün yanında birkaç misafir getirmekte devam eder. Kadın sahabi dayanamayıp, gider durumu Resûlullah'a (s.a.v.):

-Ya Resûlallah! Kocam her akşam eve birkaç misafir getiriyor, böylece de kocamın kazandıkları hep misafirlere gidiyor. Bir gün hastalanıverse, açlıktan ölmekten korkarım, der..
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kadının kocasını, huzuruna çağırtır, durumu birde ondan dinler. Sahabi:
-Ben misafirsiz edemem! Soframda misafir olması, bana neş'e ve bereket veriyor, der.
Bu sefer Peygamberimiz (s.a.v.) kadına, bundan sonra fazla değil, bir misafire razı olup olmadığını sordu. Kadın buna da razı olmayarak:
-Ben çocuklarımın rızkını başkalarının yemesine rıza gösteremem, der.
Adam hiç olmazsa bir misafirde ısrar edince; kadın boşanmaktansa, bir misafire razı olur. Fakat o akşam üzeri beyinin, yine eve iki misafirle geldiğini gördü. Kadın sinirlenmişti, içi rahat değildi. Yemek hazırlamak için mutfağa girdi, üç kişilik yemek hazırlayıp tepsiyi kocasına verdi. Biraz sonra da, misafirlerden birinin çıkıp gittiğini gördü. Hazırlanan yemeklerden biri yenmemişti.
Kadın kocasına:
-Misafirin biri niçin yemek yemeden çıkıp gitti? diye sorar.
Adam, ikinci misafirin farkında değildir:
-Sen hangi misafirden bahsediyorsun. Ben bir misafirle geldim, o da içerde işte, diye cevap verdi.
Kadın çok iyi görmüştü. Misafirin birisi yemek yemeden çıkmıştı.
Bu münakaşanın içinden çıkamayacaklarını anlayan karı-koca, hemen Efendimiz Hazretlerine müracaata gittiler ve durumu anlattılar...
Onları dinleyen Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:
-Evet! Eve iki misafir gelmişti. Fakat bunlardan birisi hakiki insan değil, insan sûretine giren rızıktı. Allah (c.c.) hanımını akıllandırmak için rızkı insan kılığına sokmuştu. Hanımın ise, yine misafirler için bir miktar rızkı gözden çıkarıp hazırladı, ama o rızık, eksilmedi.

Şunu iyi bilesiniz ki, her misafir kendi rızkı ile gelir. Ve kimse, kimsenin rızkını yiyemez, eksiltemez... Hatta misafir, bir evin bereketini artırır ve o evin rızkında artma olur, buyurdular. Tabiî ki kadın, bu hadiseden sonra itiraz edecek durumda değildi


Aşkta tıpkı ELİF gibidir, isminde gizlidir. Ama okunmaz, o olmadan da besmele sese gelmez, o herşeyin içindedir; hiç birşeyde görülmez

kardeşim rabia hanım ''ilk cümledeki yani tövbe etmekle kurtulduk sanırız halbu ki O tövbemizde başka tövbeye muhtaçtır ''ifadesinde ''O'' cenabu hakka zamir dir .değilmi mevla yarattığı kullarının hiç.bir şeyine muhtaç olmaz.burdaki inceliği izah ederseniz sevinirim. yada şumudur benim anladığım incelik ''muhtaçtır kelimesinin anlamı yani mevla ister , kullarının kendisinden daima tevbe ve istiğfar halinde olmalarını...doğrumudur???kardeşim

Öncelikle uzun bir aradan sonra yorum yazmanıza sevindiğimi belirtmek isterim.

Hayır "O" zamir değildir bahsettiğiniz cümlede; yani tövbe ederiz, ettiğimiz tövbe de başka bir tövbeye muhtaçtır anlamındadır!..
Evet oldukça derin bir anlam içersede bahsettiğiniz gibi değildir.

selamlarımla..

Birinci Nokta: وَكَاَيِّنْ مِنْ دَابَّةٍ لاَ َتحْمِلُ رِزْقَهَا اَللّهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْ (Rızkını taşıyamayan nice canlı vardır.Onları da sizi de rızıklandıran Allah'tır.(Ankebut,60))
{ اِنَّ اللّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ اْلمَتِينُ (Gerçekten rızık veren kuvvet ve güç sahibi Allah'tır.(Zariyat,58))

Âyetlerinin sırrınca: Rızk doğrudan doğruya Kadîr-i Zülcelâl'in elindedir ve hazine-i Rahmetinden çıkar. Herbir zîhayatın rızkı, taahhüd-ü Rabbanîsi altında olduğundan, açlıktan ölmek, olmamak lâzım gelir. Halbuki zâhiren açlıktan ve rızıksızlıktan ölenler çok görünüyor. Şu hakikatın ve şu sırrın halli şudur ki: Taahhüd-ü Rabbanî, hakikattır. Rızıksızlık yüzünden ölenler yoktur. Çünki o Hakîm-i Zülcelâl, zîhayatın bedenine gönderdiği rızkın bir kısmını ihtiyat için şahm ve içyağı suretinde iddihar eder. Hatta bedenin her hüceyresine gönderdiği rızkın bir kısmını, yine o hüceyrenin bir köşesinde iddihar eder. İstikbalde hariçten rızık gelmediği zaman, sarfedilmek üzere bir ihtiyat zahiresi hükmünde bulundurur.

İşte bu iddihar edilmiş ihtiyat rızık bitmeden evvel ölüyorlar. Demek o ölmek, rızıksızlıktan değildir. Belki sû-i ihtiyardan tevellüd eden bir âdet ve o sû-i ihtiyardan ve âdetin terkinden neş'et eden bir marazla ölüyorlar. Evet zîhayatın bedeninde şahm suretinde iddihar edilen rızk-ı fıtrî, hadd-i vasat olarak kırk gün mükemmelen devam eder. Hatta bir marazın veya bir istiğrak-ı ruhanî neticesinde iki kırkı geçer. Hatta bir adam, şedid bir inad yüzünden Londra mahpushanesinde yetmiş gün sıhhat ve selâmetle, hiçbirşey yemeden hayatı devam ettiğini, onüç -şimdi otuzdokuz- sene evvel gazeteler yazmışlar. Madem kırk günden yetmiş seksen güne kadar rızk-ı fıtrî devam ediyor ve madem Rezzâk ismi, gâyet geniş bir surette rûy-i zeminde cilvesi görünüyor ve madem hiç ümid edilmediği bir tarzda, memeden ve odundan rızıklar akıyor, baş gösteriyor. Eğer pür-şerr beşer, sû-i ihtiyarıyla müdahâle edip karışmazsa, her halde rızk-ı fıtrî bitmeden evvel, o zîhayatın imdadına o isim yetişiyor, açlıkla ölüme yol vermiyor. Öyle ise: Açlıktan ölenler, eğer kırk günden evvel ölseler, kat'iyen rızıksızlıktan değildir. Belki "Terk-ül-âdât min-el-mühlikât" sırriyle, sû-i ihtiyardan gelen bir âdet ve terk-i âdetten neş'et eden bir illetten, bir marazdan ileri gelmiştir. Öyle ise: Açlıktan ölmek olmaz, denilebilir. Evet bilmüşahede görünüyor ki: Rızk, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mütenasibdir. Meselâ: Daha dünyaya gelmeden evvel bir yavru, rahm-ı maderde ihtiyar ve iktidardan bütün bütün mahrum olduğu bir zamanda, ağzını kımıldatacak kadar muhtaç olmayacak bir surette rızkı veriliyor. Sonra dünyaya geldiği vakit, iktidar ve ihtiyar yok, fakat bir derece istidadı ve bilkuvve bir hissi olduğundan, yalnız ağzını yapıştırmak kadar bir harekete ihtiyaç ile en mükemmel ve en mugaddi ve hazmı en kolay ve en lâtif bir surette ve en acib bir fıtratta, memeler musluğundan ağzına veriliyor. Sonra iktidar ve ihtiyara bir derece alâka peyda ettikçe, o kolay ve güzel rızk, bir derece, çocuğa karşı nazlanmağa başlar. O memeler çeşmeleri kesilir, başka yerlerden rızkı gönderilir. Fakat iktidar ve ihtiyarı, rızkı takib etmeye müsaid olmadığı için, Rezzâk-ı Kerîm peder ve validesinin şefkat ve merhametlerini, iktidar ve ihtiyarına yardımcı gönderiyor. Her ne vakit iktidar ve ihtiyar tekemmül eder, o vakit rızkı ona koşmaz ve koşturulmaz. Rızk yerinde durur. Der: "Gel beni ara ve bul ve al!" Demek rızk, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mütenasibdir. Hatta çok Risalelerde beyan etmişiz ki: En ihtiyarsız ve iktidarsız hayvanlar, daha iyi yaşıyorlar, daha iyi besleniyorlar. (Risale-i Nur,12.Lema)
______________________________________________________________________

Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.


Hikayeler ve Kissalar

MollaCami.Com