Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


1-2 cümle ile

Allah’ın eserlerinin basında kâinat ve onun özeti olan insan gelir.

Hiç bir şey yoktan var olamayacağına göre, bunların varlığı, ancak var olan bir yaratıcı olmasıyla mümkündür.

(var olan bir yaratıcının yaratmasıyla demiyor, olmasıyla mümkündür diyor.) ne de güzel diyor....

Parentez içini defalarca okudum; tam anlayamadım.Biraz açarsanız sevinirim.

Mesele, aşağıdaki ifadelerin hatırıma gelmesine vesile oldu,paylaşayım istedim:

''Bu bedbahtlar, âciz-i mutlak ve yalnız bir cüz-ü ihtiyarîden başka ellerinde olmayan, firavunlaşmış kendi nefisleri hiçbir şeyi idam ve yok edemediklerinden ve hiçbir zerreyi, bir maddeyi hiçten, yoktan icad edemediklerinden ve güvendikleri esbab ve tabiatın ellerinde hiçten icad gelmediği cihetle, ahmaklıklarından diyorlar: "Yoktan var olmaz, var da yok olmaz" deyip, bu bâtıl ve hata düsturu Kadîr-i Mutlaka teşmil etmek istiyorlar.

Evet, Kadîr-i Zülcelâlin iki tarzda icadı var:


Biri ihtirâ’ ve ibdâ’ iledir. Yani hiçten, yoktan vücut veriyor ve ona lâzım herşeyi de hiçten icad edip eline veriyor.

Diğeri inşa ile, san’at iledir. Yani, kemâl-i hikmetini ve çok esmâsının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anâsırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor; her emrine tâbi olan zerratları ve maddeleri, rezzâkiyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.

Evet, Kadîr-i Mutlakın iki tarzda, hem ibdâ’, hem inşa suretinde icadı var. Varı yok etmek ve yoğu var etmek en kolay, en suhuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur. Bir baharda, üç yüz bin envâ-ı zîhayat mahlûkatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten icad eden bir kudrete karşı "Yoğu var edemez" diyen adam, yok olmalı! (Risale-i Nur,Lemalar)
_____________________________________________________________________
Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.

Allah’ın eserlerinin basında kâinat ve onun özeti olan insan gelir.

Hiç bir şey yoktan var olamayacağına göre, (yani yoktan var eden bir yaratıcının olması gerekirken), (kainat ve insanın) varlığı, ancak var olan bir yaratıcı olmasıyla mümkündür.

(var olan bir yaratıcının yaratmasıyla demiyor, olmasıyla mümkündür diyor.) ne de güzel diyor....

senin paylaşımından çok memnun oldum. Söylediklerinin doğruluğu tartışılmaz bile. O yoktan var eder, ve her an yaratmaya da devam eder.

O yoktan, hatta “yok iken” var edendir.

Burada ben sizleri yazının şu yönü ile dikkatinizi çekmek istedim; (bu yazıdan anladığım, nasibimdir)

… sadece O var. Ondan başka her şey O’nun bir yansıması, bir tezahürüdür. Her şey O’ndan bir parça, Onun zahirdeki görünüşüdür. Ona ulaştıran bir yoldur. Gördüğümüz her şeyde O var.

Hz. Ali’nin dediği gibi “Görmediğim Allah’a inanmam”.

Veya
Başka bir yazıdada diyor ki, "bu alemden daha güzel ve mükemmel bir şey yoktur." (mademki her şey Allah'ın bir suretidir, mükemmel olmalıdır). Eşya "Hakiki Vücudun" suretlerde görünmesinden ibarettir. Hilkat, Mutlak Vücudun varlık alemine geçmesinden ibarettir. Halk, aynı Hak'tır, gözün varsa. (M. Arabi)




Allah görelim n'etmiş
N'etmişse güzel etmiş.

Fakat; bakınız!!!!Lütfen!!! Mesele çok dakik!! Dikkat Lazım!!

O zât-ı kudsînin(Muhyiddin-i Arabi) kendine mahsus bir makamı var; hem makbûlîndendir. Fakat mîzansız keşfiyâtında hudutları çiğnemiş ve cumhûr-u muhakkıkîne çok meselelerde muhâlefet etmiş.
İşte, bu sır içindir ki, o kadar yüksek ve hârika bir kutup, bir ferîd-i devrân olduğu halde, kendine mahsus tarikatı gayet kısacık, Sadreddin-i Konevîye münhasır kalıyor gibidir ve âsârından istikametkârâne istifade nâdir oluyor. Hattâ çok muhakkıkîn-i asfiyâ, o kıymettar âsârını mütalâa etmeye revaç göstermiyorlar; hattâ bazıları men ediyorlar.
Hazret-i Muhyiddin’in meşrebiyle ehl-i tahkikin meşrebinin mâbeynindeki esaslı fark ve onların mehazlar¨n¨ göstermek, çok uzun tetkikata ve çok yüksek ve geniş nazarlara muhtaçtır. Evet, fark o kadar dakîk ve derin ve mehaz o kadar yüksek ve geniştir ki, Hazret-i Muhyiddin hatâsından muâheze edilmemiş, makbul olarak kalmış. Yoksa, eğer ilmen, fikren ve keşfen o fark o mehaz görünseydi, onun için gayet büyük bir sukut ve ağır bir hatâ olurdu. Madem fark o kadar derindir; bir temsil ile o farkı ve o mehazlar¨, Hazret-i Muhyiddin’in o meselede yanlışını göstermeye muhtasaran çalışacağız. Şöyle ki:

Meselâ, bir aynada güneş görünüyor. Şu ayna, güneşin hem zarfı, hem mevsûfudur. Yani, güneş bir cihette onun içinde bulunur ve bir cihette aynayı ziynetlendirip parlak bir boyası, bir sıfatı olur. Eğer o ayna, fotoğraf aynası ise, güneşin misâlini sâbit bir surette kâğıda alıyor. Şu halde, aynada görünen güneş, fotoğrafın resim kâğıdındaki görünen mâhiyeti, hem aynayı süslendirip sıfatı hükmüne geçtiği cihette, hakikî güneşin gayrıdır. Güneş değil, belki güneşin cilvesi başka bir vücuda girmesidir. Ayna içinde görünen güneşin vücudu ise, hâriçteki görünen güneşin ayn-ı vücudu değilse de, ona irtibâtı ve ona işâret ettiği için, onun ayn-ı vücudu zannedilmiş.
İşte bu temsile binâen, "Aynada hakikî güneşten başka birşey yoktur" denilmek ve aynayı zarf ve içindeki güneşin vücud-u hâricîsi murad olmak cihetiyle denilebilir. Fakat aynanın sıfatı hükmüne geçmiş münbasit aksi ve fotoğraf kâğıdına intikal eden resim cihetiyle güneştir denilse, hatâdır; "Güneşten başka içinde birşey yoktur" demek yanlıştır. Çünkü, aynanın parlak yüzündeki akis ve arkasında teşekkül eden resim var. Bunların da ayrı ayrı birer vücudu var. Çendan o vücudlar güneşin cilvesindendir; fakat güneş değiller. İnsanın zihni, hayâli, bu ayna misâline benzer. Şöyle ki:
İnsanın âyine-i fikrindeki mâlûmâtın dahi iki veçhi var: Bir vecihle ilimdir, bir vecihle mâlûmdur. Eğer zihni o mâlûma zarf saysak, o vakit o mâlûm mevcud, zihnî bir mâlûm olur; vücudu ayrı birşeydir. Eğer zihni o şeyin husûlüyle mevsuf saysak, zihne sıfat olur; o şey o vakit ilim olur, bir vücud-u hâricîsi vardır. O mâlûmun vücud ve cevheri dahi olsa, bununki arazî bir vücud-u hârîcisi olur.
İşte bu iki temsile göre, kâinat bir aynadır. Her mevcudâtın mâhiyeti dahi birer aynadır. Kudret-i Ezeliye ile îcâd-ı İlâhîye mâruzdurlar. Herbir mevcud, bir cihetle Şems-i Ezelînin bir isminin bir nevi aynası olup bir nakşını gösterir. Hazret-i Muhyiddin meşrebinde olanlar, yalnız aynalık ve zarfiyet cihetinde ve aynadaki vücud-u misâli, nefiy noktasında ve akis, ayn-ı mün’akis olmak üzere keşfedip, başka mertebeyi düşünmeyerek, "Lâ mevcûde illâ Hû" diyerek, yanlış etmişler. "Hakàiku’l-eşyâi sâbitetün" kaide-i esâsiyeyi inkâr etmek derecesine düşmüşler.
Amma ehl-i hakikat ise, verâset-i Nübüvvet sırrıyla ve Kur’ân’ın kat’î ifâdâtıyla görmüşler ki, âyine-i mevcudatta kudret ve irâde-i İlâhiye ile vücud bulan nakışlar Onun eserleridir. "Heme ez ost" (Herşey O'ndandır)tur; "Heme ost" (Herşey O'dur) değil. Eşyanın bir vücudu vardır ve o vücud bir derece sâbittir. Çendan o vücud, vücud-u Vâcibe nisbeten vehmî ve hayâlî hükmünde zayıftır; fakat Kadîr-i Ezelînin îcad ve irâde ve kudretiyle vardır. (Risale-i Nur,9.Lema)
Tafsilat için:
http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Lemalar&Page=364

_______________________________________________________________________
Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.

Kardeşim Allah sizden razı olsun. Hepimizden elbette :) ve bizde Ondan razı oluruz inşallah.

Yanlış anlamalara yer vermemek bakımından elimden geldiğince "KENDİ CÜMLELERİMLE" :)) ,

""(… sadece O var. Ondan başka her şey O’nun bir yansıması, bir tezahürüdür. Her şey O’ndan bir parça, Onun zahirdeki görünüşüdür. Ona ulaştıran bir yoldur. Gördüğümüz her şeyde O var. )""


1- Çendan o vücudlar güneşin cilvesindendir; fakat güneş değiller.
yazıda da bundan gayri birşey yok zaten. "Ondan başka her şey O’nun bir yansıması, bir tezahürüdür." Demiş işte bu sözden bahsediyor. O değil ama "O’nun bir yansıması, bir. ...


2 - kâinat bir aynadır. Her mevcudâtın mâhiyeti dahi birer aynadır.
Evet her mahlukun hatta her mevcudun da birer aynadır, her biri Ondan bir işaret taşır.


3- Herbir mevcud, bir cihetle Şems-i Ezelînin bir isminin bir nevi aynası olup bir nakşını gösterir.
"Eşya "Hakiki Vücudun" suretlerde görünmesinden ibarettir. (İbni Arabi)" bu sözde sizin yazdığınızın bir başka şekilde ifadesi.


4 - "Lâ mevcûde illâ Hû" diyerek
mevcut vardır. Onun zahir alemde bir yansımasıdır. Ama İlah yoktur. Ondan başka. “la ilahe illallah”


5 - .......başka mertebeyi düşünmeyerek, "Lâ mevcûde illâ Hû" diyerek, yanlış etmişler.
Bu yazdığınız Şeyh-ül Ekberin makamı ile ilgili olabilir. Doğrusunu Allah bilir.


6 - Hakàiku’l-eşyâi sâbitetün" kaide-i esâsiyeyi inkâr etmek derecesine düşmüşler.
Eşyanın varlığını inkar değilde, az önce bahsedildiği gibi eşyanın ondan bir iz taşıdığı…


7 - Herşey O'ndandır)tur; "Heme ost" (Herşey O'dur) değil.
Amenna. Her şey Ondandır. Ve çok güzeldir.


8 - Eşyanın bir vücudu vardır ve o vücud bir derece sâbittir.
Eşya vardır. Yaratılmıştır. Ve Ondandır.


en doğrusunu Allah-u Teala bilir.



Allah görelim n'etmiş
N'etmişse güzel etmiş.

Kardesim asagidaki su uc cumleniz haric yazdiginiz mevzular, fazlasiyle ketum olmamiz gereken mevzular. Lutfen dikkat edelim ve Kazanalim.

"en doğrusunu Allah-u Teala bilir.

Allah görelim n'etmiş
N'etmişse güzel etmiş."

Vesselam

dediğiniz gibi. her şeyin en doğrusunu Allah-u Teala bilir.

“Âsık maşuk bir olunca
Aşktan başka bir sey var mı”




Allah görelim n'etmiş
N'etmişse güzel etmiş.


Hayatin Icinden Islam

MollaCami.Com