Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


DİNİ TEBLİG VE İRŞAT YAPANLAR NASIL OLMALI ?

TEBLİĞ VE İRŞÂDIN İKİ TEMEL ŞARTI
VE ALLAH’ IN MEMURU OLABİLMEK

“(Resulüm!) Geceyi tamamen değil de, yarısını yahut yarısından az eksiğini veya fazlasını yatmadan (ibadetle) geçir ve Kur’an’ı tane tane oku.” ( S. Müzzemmil, 2-3-4 )
“Kalk artık (insanları) uyar.”
( S. Müddessir, 2 )

1- TERTİL ÜZERE- KUR’AN OKUMAK
Kur!an-ı Kerim’deki bu ayetlerin geçtiği her iki sure de, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’e ilk inen sureler arasındadır. O bakımdan tebliğ ve irşadla vazifeli insanların da geceleri kalkıp Rabb’lerine tevbe-i istiğfar, ibadet-taat, zikir ve fikirle meşgul olmaları; tertil üzere Kur’an okumaları lazımdır.
Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’e, insanlara islam’ı tebliğ ederken, önce mutlaka gece ibadet yapması (teheccüd namazı v.s.) ve Kur’an-ı Kerim tilavet etmesi emrediliyor.
Demek oluyor ki, tebliğ ve gece ibadetinin birbiriyle mutlak manada bir irtibat ve münasebeti var. O halde günümüzde talim-terbiye, tebliğ- irşad, va’z ve nasihatle meşgul olan insanların da elbette bundan almaları gereken dersler olmalıdır.
2- ) GECE İBADETİ , bir ölçüde, inziva, halvet, teveccüh ve tebettül (dünya işlerinden el ayak çekerek Allah’a yönelme) manalarını da ihtiva eder. Aslında, bu tabirlerin bazıları Kur’an’a aittir. Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de “Vezkürisme rabbike: Rabbinin ismini an; Ve tebettel ileyhi tebtîla: Tam manasıyla ona yönel” (S.73 Müzzemmil, 8) buyrulmakta. Yani “Allah’tan başka her şeyle bir manada alakanı keserek kendini tamamen ona ver ve sadece onun marifeti, onun muhabbeti, onunla alakalı rûhâni zevkler ve onun tecellileri ile otur-kalk” tarzındaki bir üslupla bu mühim hususa işaret edilmektedir. Bu ise ancak, insanın kendini o işe hazırlaması, iradi olarak uykusunu ve sıcak döşeğini terk etmesi ile gerçekleşebilir.
Resulullah (s.a.v.) Efendimiz, peygamberlik öncesi de belli ölçüler içinde inzivada bulunarak, her zaman Rabb’ine yakınlaşma yollarını araştırıyordu… iç alemini, zaten temiz olan duygularını ve devamlı Hakk’a açık bulunan gönlünü-letâifini, tıpkı günebakan çiçekleri gibi Allahü Zü’l Celal’in nurundan ayırmıyordu. Yine o, Rabb’ine yakınlaşmayı hızlandıracak ve ilahi feyizlerin sağanak-sağanak üzerine yağmasına vesile olabilecek her şeyi değerlendiriyor ve diğer insanlardan çok farklı bir tefekkür dünyasında seyahat ediyordu.
Resulullah (sav) Efendimiz’i bizzat Cenab-ı Mevla’mız terbiye etmiştir. Hem de en güzel keyfiyet ve mahiyette… Bu durum bütün enbiya ve mürselin için bahis mevzu olduğu gibi, Resulullah Efendimiz’in varisleri
İçinde böyledir.
Dolayısıyla üzerlerine terettüp eden bu ağır irşad vazifesini hakkıyla eda ve ifa edebilmişlerdir. Mesela Abdulhâlık-ı Gucdüvani, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbani ve Sahib-i Zaman (kaddesallahü esrarahüm ecmain) hazeratından her bireri, belli bir devirde kendilerini İslam’ın tâlim-terbiye, tebliğ ve irşad hizmetlerine vakfetmişlerdir
İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri, senelerce, Hindistan’ın değişik bölgelerinde seyahatler etmiş, okumuş-okutmuş, feyz-i İlahi’yi Ümmet-i Muhammed’e tevzi’ için çok büyük gayretler sarfetmiştir. Müslümanların itikatlarını sağlam zemine, Ehl-i Sünnet usül ve çevresine oturtma istikametinde yaptığı faaliyetlerde şiddetli zulümlere maruz kalmış. Çektiği onca çile ve ızdırablara rağmen, usanıp bıkmadan bid’atlerle mücadeleye devam etmiştir. Sahib-i Zaman ve diğerleri de hakeza…
Şimdi, bu ölçüde ciddi ve fevkalâde ehem bir vazife olan Allah’ın, Resulü’nün, Kitabı’nın ve de füyüzat-ı İlahi’yi tevzi’ memurluğu ile vazifeli bulunan insanların, yarım yamalak bir şekilde Hakk’a yönelmesi layık olur mu? Bütün gece uyumaları, hakkını vererek Kur’an tilavetinden uzak kalmaları düşünülebilir mi? Böylesine mühim bir vazifenin gerektirdiği mükellefiyet ve mes’uliyetlerden kaçabilmeleri mümkün mü? Elbette ki hayır! Öyleyse bu vazifeyi ifâ ile mükellef olan kimse, geceleri kalkıp Rabb’ine ibadet etmeli; hem öyle bir ibadet etmeli ki, onun, Yaratan’ı karşısındaki tavırları, üzerine aldığı yükün ağırlığına muvâfık düşsün.

İşte bütün bunlara işaret sadedinde Kur’an-ı Kerim’de buyruluyor ki: “Az bir kısmı hariç, bütün gece kalk, namaz kıl. Gecenin yarısı veya bunu biraz azalt ya da gecenin çoğu olsun.” (S.73 Müzzemmil, 2-4) Neden? Zira böylesine ağır bir vazife, sıradan ölçüleri aşan bir gayret ister. Ve böylelerinin hayatları hep bu fedakârlık içinde cereyan etmelidir. Daha doğru bir ifadeyle böyle cereyan etmek zorundadır. Halbuki bu mevzuda, sıradan Müslümanlara bir şey söylemek gerektiğinde, şöyle denir: Yatsıyı, vitri kıldıktan sonra, sabah namazına kalkma niyetiyle yatınız; o zaman uykudaki soluklarınız bile ibadet olur. Halbuki Rasulüllah Efendimiz’e (sav) “Gecenin pek azı müstesna, kalk, Rabb’ine ibadet et, tertil üzere Kur’an oku” deniliyor. Çünkü yüklendiği vazife, onun öyle olmasını gerektirmektedir. Ve de öyle yapmıştır. Varisleri de onun yolunu hakkıyla takip etmişlerdir. Peki, varislerinin yolunda yürümesi gerekenler bundan muaf olabilirler mi? Hayır. Bu takdirde onların da gecenin tamamını uyku ile geçirmeye hakları yoktur.
Sevgili Peygamberimiz (sav) geceleri ayaklarının altı şişinceye kadar namaz kılar; şayet herhangi bir mazereti sebebiyle, gece ibadetini yapamayacak olsa, bu defa onu gündüz katlayarak yerine getirirdi. Bunu ifade sadedinde İmam-ı Bûsirî (ks) Hazretleri ne güzel söyler: “Ben O peygamberin o sünnetine karşı vefasız davrandım; Zira o ayakları şişmeden yatmıyordu.”
- /2002 Yılı Fazilet Takvimimden Derlenmiştir/


Tasavvuf

MollaCami.Com