Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Islam Terörü Lanetler

"... Allah'in sana ihsan ettigi gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanlari sevmez." (Kasas Suresi, 77)
Islam savas degil baris dinidir

Islam kelimesi, Arapça'da "baris" kelimesiyle ayni anlama gelir. Islam, Allah'in sonsuz merhamet ve sefkatinin yeryüzünde tecelli ettigi huzur ve baris dolu bir hayati insanlara sunmak için indirilmis bir dindir. Kuran ayetlerinde insanlari, yeryüzünde merhametin, sefkatin, hosgörünün ve barisin yasanabilecegi model olarak Islam ahlakina çagirilmaktadir.

“Ey iman edenler, hepiniz topluca "baris ve güvenlige (Silm'e, Islam'a) girin ve seytanin adimlarini izlemeyin. Çünkü o, size apaçik bir düsmandir.”(Bakara Suresi,208)

Kuran ahlakina göre bir Müslüman, Müslüman olsun veya olmasin tüm diger insanlara karsi iyi ve adaletli davranmakla, zayiflari ve masumlari korumakla ve "yeryüzünde bozgunculugu önlemekle" sorumludur. Bozgunculuk ise, yeryüzünde insanlarin güvenlik, baris ve huzurunu ortadan kaldiran her türlü anarsi ve terör halidir.

“...Kim bir nefsi, bir baska nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karsilik olmaksizin öldürürse, sanki bütün insanlari öldürmüs gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine
engel olarak) diriltirse, bütün insanlari diriltmis gibi olur...”(Maide Suresi, 32)

Görüldügü gibi Islam kurallarinda, tek bir insani bile öldüren bir kisi, tüm insanlari öldürmüs kadar büyük bir suç islemektedir. Bu durumda, teröristlerin isledikleri cinayet, katliam ve gündemdeki tabiriyle "intihar saldirilari"nin ne kadar büyük bir suç oldugu açiktir.

Kuran birçok ayetleriyle açikça terörü lanetlemistir. Tüm bunlar göstermektedir ki, masum insanlara karsi terör eylemi düzenlemek, Islam'a tamamen aykiri bir eylemdir ve hiçbir Müslüman böyle bir suç isleyemez. Tam ters, Müslümanlar bu suçlari isleyen insanlari durdurmakla, "yeryüzündeki bozgunculugu" ortadan kaldirmakla ve tüm insanlara huzuru ve güveni getirmekle sorumludurlar. Islam Hosgörü ve Baris Dinidir
Tüm dinler, sevgiyi, merhameti, barisi emreder. Terör ise dinin zittidir; acimasizdir, kan dökmek, öldürmek, aci çektirmek ister. Dolayisiyla bir terör eylemine fail ararken, kaynagi dindarlikta degil, olayin kökenini olan her türlü ideolejilerin, fanatiginde aramak gerekir.

Teröristlerin hangi ismi tasidigi, kimliklerinde ne yazdigi önemli degildir. Bir kisi masum insanlari göz kirpmadan öldürüyorsa, bu durumu dinde degil fanatizmde aramak gerekir.
. Bu nedenle, "Islam-i terör", "Yahudi terörü", "Hiristiyan terörü" son derece hatali kavramlardir. Çünkü Islam dininde ve diger iki ilahi dinde hiçbir sekilde teröre yer yoktur. Aksine, Islam'a göre "terör" olarak adlandirdigimiz eylemler (yani masum insanlara karsi islenen cinayetler), büyük bir suçtur ve Müslümanlar bu eylemleri engellemek, yeryüzüne baris, huzur ve adalet getirmekle sorumludurlar.

Baris ve güvenligin kaynagi Kuran ahlakidir
Kuran Allah'in insanlara yol gösterici olarak indirdigi Ilahi kitaptir ve Allah Kuran'da insanlara güzel ahlaki emretmektedir. Bu ahlakin temelinde ise, sevgi, hosgörü, adalet, merhamet ve baris gibi kavramlar yer alir.

Din adi altinda terör uygulayanlarin bir kismi, o dini yanlis anliyor ve yanlis uyguluyor olabilirler. O nedenle bu insanlara bakarak o din hakkinda fikir edinmek yanlis olur. Bir dini tanimanin en dogru yolu, o dinin kutsal kaynagini incelemektir. Islam'in kutsal kaynagi Kuran'dir. Kuran ahlaki, sevgi, sefkat, merhamet, tevazu, fedakarlik, hosgörü ve baris kavramlarina dayanmaktadir. Bu ahlaki gerçek anlamda yasayan bir Müslüman, alçakgönüllü, adaletli, güvenilir ve uyumlu bir insan olur. Etrafina sevgi, saygi, huzur ve baris verir.
Iste günümüzde de devam eden bu büyük terör belasindan kurtulmak için öncelikle yapilmasi gereken, din adina ortaya atilan çarpik anlayislarin egitim yoluyla ortadan kaldirilmasi ve insanlara Allah korkusunun ve gerçek Kuran ahlakinin ögretilmesidir.
Allah Bozgunculugu Lanetlemistir

"Allah, bozgunculugu sevmez". (Bakara Suresi, 205)

Allah, insanlara kötülük yapmaktan sakinmalarini emretmis; zulmü, zorbaligi, öldürmeyi, kan dökmeyi yasaklamistir. Allah'in bu emrine uymayanlar, ayette geçen ifadeyle "seytanin adimlarini izleyenler" olarak nitelendirilmis ve açikça Allah'in haram kildigi ve yasakladigi bir tutum içerisine girmislerdir.

“... Allah'in verdigi riziktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesad) yaparak karisiklik çikarmayin.” (Bakara Suresi, 60)

Müslüman, çevresinde yasananlara tepkisiz kalmaz ve asla "bana dokunmayan yilan bin yasasin" mantiginda düsünmez. Çünkü O, Allah'a teslim olmustur, O'nun yolundadir ve iyiligin temsilcisidir. O halde uygulanan zulme ve teröre karsi duyarsiz kalamaz Islam dini, terörün her türlüsüne karsidir ve daha en basindan yani düsünce safhasinda terörü engeller. Daima insanlar arasinda baris ve adaletin hüküm sürmesini emreder ve insanlari fitneden, kargasadan ve bozgunculuktan sakindirir.

Kuran'a Göre Savasin Hükmü
Savas, Kuran'a göre sadece zorunlu oldugunda basvurulacak ve mutlaka belirli insani ve ahlaki sinirlar içinde yürütülecek bir "istenmeyen zorunluluktur”. Bir ayette, yeryüzünde savaslari çikaranlarin inkarcilar oldugu, Allah'in ise savasa riza göstermedigi söyle açiklanir:

“...Onlar ne zaman savas amaciyla bir ates alevlendirdilerse Allah onu söndürmüstür. Yeryüzünde bozgunculuga çalisirlar. Allah ise bozgunculari sevmez.” (Maide Suresi, 64)

Iman edenler herhangi bir anlasmazlik halinde savasin zorunlu oldugu duruma kadar beklemeli, ancak karsi taraftan bir saldiri geldiginde ve savastan baska bir alternatif kalmadiginda savasa girmelidirler.

“Onlar, (savasa) son verirlerse (siz de son verin); süphesiz Allah, bagislayandir esirgeyendir." (Bakara Suresi, 192)

Yani müminler önce karsi tarafin bir girisimde bulunmasini beklemekle, barisi ve uzlasmayi tercih etmekle, ancak karsi taraftan bir saldiri geldigi durumda kendilerini savunmak amaçli savasmakla yükümlüdürler. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) 'in hayatina baktigimizda da, savasin ancak zorunlu hallerde ve savunma amaçli olarak basvurulan bir yöntem oldugunu görebiliriz.

Kisacasi, Allah Müslümanlara savas iznini, baski ve zulüm gördükleri için vermistir. Bir baska deyisle, izin verilen savas, sadece savunma amaçli bir savastir.

“Sizinle savasanlara karsi Allah yolunda savasin, (ancak) asiri gitmeyin. Elbette Allah asiri gidenleri sevmez.” (Bakara Suresi, 190)

ayasofya cami der ki;

Kuran'a Göre Savasin Hükmü
Savas, Kuran'a göre sadece zorunlu oldugunda basvurulacak ve mutlaka belirli insani ve ahlaki sinirlar içinde yürütülecek bir "istenmeyen zorunluluktur”.


Hükmünüz kesinlikle yanlıştır!!!!!!!!!!!!!!

Şöyle ki:

Fıkıh ıstılahında cihad :
Müslümanların anlaşma halinde olmadıkları kafirleri İslamiyet’e davetten sonra onlar, bu daveti kabul etmeyip reddettikleri takdirde, İ'la-yi Kelimetullah için savaşmalarına cihad denir.
(Mevsuat- ül Fıkhiyye- 16/124 Kamus-ül Fıkhiyye c1-7)


Farz-ı kifaye olan cihadın(İslam Devletince Yapılan Cihad) her senede en az bir defa ilanı da farz-ı kifayedir.

Fukahâ-yı İslâm bu mes’eleyi şöyle açıklamıştır:

اجمع الفقهاء على انه ينبغى ان لا يترك الجهاد كل سنة مرة على الاقل. و معنى ذلك ان يوجه الامام كل سنة طائفة و يزج بنفسه معها او يخرج بدله من يثق به ليدعو الكفار للاسلام و يرغبهم فيه. ثم يقاتلهم اذا ابوا، لان فى تعطيله اكثر من سنة ما يطمع العدو فى المسلمين. فان دعت الحاجة فى السنة الى اكثر من مرة وجب. لانه فرض على الكفاية فوجب منه ما دعت الحاجة اليه. فان دعت الحاجة الى تاخيره: (1) لضعف المسلمين،(2) او قلة ما يحتاج اليه فى قتالهم من العدة، (3)او المدد الذى يستعين به، (4)او يكون الطريق اليهم فيها مانع، (5)او ليس هنا مؤن، (6)او للطمع فى اسلامهم و نحو ذلك من الاعذار، جاز تاخيره. (7) لان النبى (صلع) صالح قريشا عشر سنين و اخر قتالهم حتى نقضوا الهدنة. و اخر قتال غيرهم من القبائل بغير هدنة. و لانه اذا كان يرجى من النفع بتاخيره اكثر مما يرجى من النفع بتقديمه وجب تاخيره.

فاذا لم يوجد ما يدعو الى تاخير الجهاد فانه يستحب الاكثار منه. لقوله (صلع) "والذى نفسى بيده لوددت ان اقتل فى سبيل الله ثم احيا، ثم اقتل ثم احيا، ثم اقتل". و روى ان النبى (صلع) غزا سبعا و عشرين غزوة و بعث خمسا و ثلاثين سرية.

Fukaha ittifaken demişlerdir ki; her sene en az bir defa cihadın ilan edilmesi, terk edilmemesi lazımdır. Cihadın her sene bir defa ilanı Müslümanlara farz-ı kifayedir.(Haşiye-1)

Cihadın her sene ilan edilmesinin manası şudur; halife (İmam-ı azam), bir taifeyi (bir orduyu) hazırlar ve savaşa sevk eder. Halife de, ya bizzat katılarak orduyu sevk ve idare eder veya kendi yerine itimad ettiği ehliyetli kişilerden(Haşiye-2)birini tayin eder, Ordunun başına getirir. Böylece bu ordu gider, hangi bölgeye sevk edilmişse, oradaki kafirleri evvela İslamiyet’e davet eder, Din-i Hakkı tebliğ eder, güzelliklerini ve mükafatlarını söyleyerek terğib ve teşvik eder, Allah'ın azabıyla da korkutur. İşte bu daveti işiten o kafirler, eğer İslamiyet’i kabul etmeyip reddederlerse, o zaman onlarla mukatele edilir. Zira, bir seneden fazla din düşmanlarıyla cihad yapılmazsa, ta’tile uğrarsa o zaman kafirler Müslümanların za'fını, aczini anlar; onların yanında Müslümanların heybeti, izzeti kalmaz, Alem-i İslam'a saldırmaya, tahakküm etmeye cesaret kazanırlar.

Eğer cihada bir sene içinde bir defadan ziyade ihtiyaç hasıl olursa, bu durumda birden fazla cihad ilan edilmesi farz olur. Çünkü cihad farz-ı kifayedir, o halde ne zaman ihtiyaç olursa o zaman cihadın yapılması farz olur.

(Haşiye-1)Vaesafa müslümanlar bu vazifeyi yapmamakla beraber, küffarlar bu emr-i Kur’anîden istifade ederek devletlerini muhafaza etmek için bu emri uygulamaktadır.

(Haşiye-3) Ehliyetli kişiden murad; müslim, adil, cesur ve harb san’atında mahir olan kişidir
-----------

Cihadın te’hir edilmesi ise, ancak aşağıda zikredilen şu şartlar muvacehesinde caizdir:

1-Müslümanların, düşman olan küffara karşı zaif olup, güç kazanmaları için bir müddet cihad te’hir edilebilir.

2-Düşmana karşı savaşmak için Müslümanların muhtaç olduğu hazırlıkların tamamlanmamış olması, ihtiyaç duydukları silah ve teçhizatın az olup, ihtiyacı karşılamaması.

3-Müslümanların, yardım ve destek aldıkları noktaların olmayışı veya azlığı.

4-Müslümanların, küffarla savaşacakları yollarda manilerin, engellerin bulunması, düşmanlarına kavuşma imkanı olmaması.

5-Devlet-i İslamiye’nin, cihadın masraflarını, mücahidlerin ihtiyaçlarını karşılayacak imkana henüz sahip olamaması.

6-Kafirlerin, İslamiyet’i kabul etme meyilleri, arzuları ortaya çıkması, Din-i Hak olan İslamiyet'e teslim olmaları ümit edildiği zaman mahdut bir müddet için savaş tehir edilebilir.

7-Kafirlerle, belirli bir zaman için muahede yapılmış ve onların da bu muahedenin şartlarına riayet etmeleri kaydıyla bu müddet içinde cihad tehir edilebilir.

Zira Nebiyy-i Muhterem (SAV), Kureyşlilerle on senelik musalaha etmiş ve savaşı tehir etmiştir. Ta ki onlar bu ahdi bozuncaya kadar. Onlar ahdi bozunca savaş ilan edildi (Siret-i İbni Hişam Halebi 2/317).

Hem Resul-i Ekrem (A.S.M.) arada sulhname olmadığı halde, diğer Müşrik ve Yahudi kabilelerle de savaşmayı tehir etmiştir. Eğer savaşın te’hirinde, Alem-i İslam ve Din-i Mübin-i İslam için faide ve maslahat daha fazla olursa cihad yapılmaz, bir müddet te’hir edilir. Bu durumda cihadın te’hiri farz olur.

Eğer cihadın tehirini iktiza edecek sebebler yoksa, o zaman cihadı her senede bir defa ilan etmek farz-ı kifayedir. Aynı sene içerisinde birden fazla yapılması müstehaptır. Zira Buhari’nin tahric ettiği bir hadiste Resul-i Ekrem (SAV), bu konuda şöyle ferman buyurmuştur: ''Nefsim Yed-i Kudretinde olan Allah'a kasem ederim ki, ben Allah yolunda cihadda öldürülüp, tekrar dirilmeyi, tekrar öldürülüp, tekrar dirilmeyi arzu ederdim.'' Bu sözünü defalarca tekrarladı.

Rivayete göre, Nebiyy-i Muhterem (SAV), 27 defa gaza etmiştir )yani bilfiil savaşa katılmıştır). 35 defa da seriyye göndermiş (Yani kendisi orduyu göndermiş ancak sevk ve idaresini başka kumandana vermiştir, bizzat katılmamıştır).

(İbn -i Abidin 3/218, Dusuki 2/173, Cevahir- ül İklil 1/251, El Muhazzeb 2/226, Ravzat-ut Talibin 10/208, El Muğni 8/348, Keşşaf-ül Kanna’ 3/36, El İnsaf 4/112, Mevsuat-ul Fıkhıyye 16/126)


Cihaddan asıl maksat:

القصد من الجهاد: دعوة غير المسلمين الى الاسلام، او دخول فى ذمة المسلمين و دفع الجزية، و جريان احكام الاسلام عليهم، و بذلك ينتهى تعرضهم للمسلمين و اعتداؤهم على بلادهم و وقوفهم فى طريق نشرالدعوة الاسلامية، و ينقطع دابر الفساد. و قال تعالى " و قاتلوهم حتى لا تكون فتنة و يكون الدين لله... الاية


Müşriklerin, kafirlerin, şevketini (gücünü), hakimiyetini kırmak, Din-i Mübin-i İslam'ı aziz ve hakim kılmaktır. Hem gayr-ı müslimleri İslam’a da’vet etmek veyahut cizye vermekle Müslümanların zimmetine girmelerini ve üzerlerine İslam ahkamının icra edilmesini te’min etmektir. Böylelikle kafirlerin Müslümanlara taarruzları ve memleketlerine tecavüzleri def’edilmiş ve mani olmaya çalıştıkları İslami da’vetin neşrine meydan açılıp maniaları bertaraf edilerek, Müslümanların izzet ve galibiyeti tahakkuk etmiş, zilletten kurtulmuş olurlar. ( O halde yeryüzünde müslmanlar hakaret ve zillete maruz kaldıkları müddetçe, Müslümanlar tam galib ve hâkim olmadıkça, cihâd da kıyamete kadar devâm eder. Hem böylelikle yeryüzünden fesad kaldırılmış olur.

Kur'ân-ı Azimuşşan Enfal suresi 39. Âyet’te bu hususu şöyle beyan etmektedir:

وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلّه فَإِنِ انتَهَوْاْ فَإِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَصِيرٌ

Ayette geçen fitneden murâd, ya şirk ve küfür fitnesidir veyahut fitneden murâd, müminlerin yeryüzünde dinlerinden dolayı hakaret ve zillete maruz kalmalarıdır. İşte bu iki te’vile göre ayetin manası şöyle olur:

Bir te’vile göre meali: “Yer yüzünde şirk ve küfür fitnesi kalmayıp, ibadetler yalnız Allah’a halis olup, din-i İslam’dan gayri din kalmayıncaya kadar(Haşiye-4) küffar ile harbedin. Eğer küfürden vazgeçip, Müslüman olurlarsa muhakkak Allah onların amellerini görür ve hayırlarının mükafatını verir”.

İkinci te’vile göre meali: “Yeryüzünde mü'minler, küffarın hakaret ve zilletinden kurtulup, galip ve aziz oluncaya kadar ve ibadetler yalnız Allah’a halis olup, din-i İslam’dan gayri din kalmayıncaya kadar, küffar ile harbedin. Eğer küfürden vazgeçip Müslüman olurlarsa, muhakkak Allah onların amellerini görür ve hayırlarının mükafatını verir”.

(Beyzavi-İbni Abbas-Enfal-39)

(Mevsuat-ul Fıkhiyye-16/129)


Hem Cenab-ı Hak, cihadın maksadını bir başka Âyet’te de şöyle beyan etmiştir:

وَلَوْلاَ دَفْعُ اللّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَّفَسَدَتِ الأَرْضُ وَلَـكِنَّ اللّهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَمِينَ

Meali: Eğer Allah-u Teala insanların bir kısmıyla diğer bir kısmını def’ etmeseydi (yani cihad vasıtasıyla kafirlerin şerrini mü’minlerle bertaraf etmeseydi) yeryüzünde fesad olacaktı ve yer onların günahlarından dolayı fesada gidecekti, yani kıyamet kopacaktı. Velakin Allah-u Azimüşşan alemler üzerine fazl u rahmet sahibidir (cihadı farz kılmakla bu şerr u fesadı def’ etmiştir).

(Beyzavi-İbni Abbas-Bakara-251)

“Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş; hıyanet, hamiyet libasını giymiş; cihada bağy (terör) ismi takılmış, esarete hürriyet namı verilmiş. Ezdad, suretlerini mübadele etmişler”.
(Risale-i Nur Külliyatı,Hakikat Çekirdekleri 35. Vecize)

İlmin i'tası, manen ameli emrediyor; zekânın i'tası, ilmi emrediyor; istidadın bulunması, zekâyı; aklın verilmesi, marifetullahı; kudretin verilmesi, çalışmayı; cesaretin verilmesi, cihadı manen ve tekvinen emrediyor.
(İşarat-ul İ’caz)

Üstad’ın bu sözünün manası şudur ki; Bir alimin tasvir ettiği gibi; nasıl sobadaki ateş, dumanının çıkması için bir menfez bulamazsa, içerideki insanları boğar ve zehirler, öyle de;Cenab-ı Hakk’ın insanın içinde dercettiği ve yaktığı cesaret ateşine, fıtrî ve müsbet bir mecra verilmezse, yani hariçteki kafirlere karşı cihad yolunda sarf edilmezse, o vakit dahilde kullanılır. Bu ise dahilî fitnelere, ihtilaflara ve gıybet gibi her türlü menfî tahribata sebebiyet verir.

Keza Üstad müteaddit eserlerinde cihadın hikmet ve maksadını ve büyük hayırlar ihtiva ettiğini beyan etmiştir. Şöyle ki:

Bir hükûmet, mücahede ettikçe cesareti artar, terkettiği zaman cesareti azalır ve binnetice cesaret de, hükûmet de söner, mahvolur.
(İşaratül icaz-164)


وَلاَ يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّىَ يَرُدُّوكُمْ عَن دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُواْ

Meali: Ey müminler! Eğer müşrikler kadir olurlarsa, tâ sizi dininizden döndürmek zu’muyla (zannıyla) daima mukateleden münfek olmazlar (ayrılmazlar).
(Mevakib-Bakara-217)

فَاقْتُلُواْ الْمُشْرِكِينَ حَيْثُ وَجَدتُّمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُواْ لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍ فَإِن تَابُواْ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَآتَوُاْ الزَّكَاةَ فَخَلُّواْ سَبِيلَهُمْ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

Meali: " Müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları yakalayın ve haps edin ve her yerde durup gözetleyin, onların yollarını kapatın ki beldelere, karyelere dağılmasınlar. Eğer onlar şirkten tevbe edip, namazı hakkıyla kılar ve zekatı eda ederlerse; yollarını serbest bırakın, nereye isterlerse gitsinler. Tahkik Allah-u Azimüşşan tevbe edenlerin (şirkten, küfürden tevbe edip, Din-i İslamı kabul edenlerin) günahlarını mağfiret ve dergah-ı uluhiyetine iltica edenlere in’am ve ihsan edicidir.
(Beyzavi-İbni Abbas-Tevbe-5)

Ayetinin hükmünce o müşriklerle, Müslüman oluncaya kadar harb edilir.

Eğer ehl-i kitab iseler;

قَاتِلُواْ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَلاَ يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَلاَ يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ حَتَّى يُعْطُواْ الْجِزْيَةَ عَن يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُون

Meali: Ey mü’minler! (Müşriklerle harb ettiğiniz gibi) ehl-i kitab ile de harb edin. Zira onlar, Allah’a ve Ahiret’e hakkıyla iman etmezler ve Allah ve Resulü’nün haram ettiğini haram etmezler ve hak din olan islamiyeti din olarak kabul etmezler (Yani İslamiyeti terk edip Yahudilik ve Hıristiyanlık diye tabir edilen uydurma bir dine inanırlar.). İşte bu ehl-i kitap ile, onlar kendi elleriyle ve zillet içinde cizyelerini verinceye kadar harb edin.

(Beyzavi-İbni Abbas-Tevbe-29)



Ayetinin hükmünce zillet içinde, elleriyle cizye vermek şartıyla dünyada harbden kurtulabilirler. Yoksa sonuna kadar onlarla da mukatele edilir.

Tarihin şehadetiyle sabittir ki, beşer Kur’an’a karşı mukabele-i bil hurufta aciz kaldıkları için muharebe-i bissuyufa mecbur olmuşlardır. Yani hiçbir cihette Kur’an’ın naziresini getiremedikleri için, onun nurunu söndürmek maksadıyla, kılıçlarla harb etmeye mecbur oldular. Ve Kur’an-ı Azimuşşan da davasını kabul etmeyip, bir benzerini de getiremeyen bu kafirlere karşı (gerek müşrik, gerek Yahudi ve Hıristiyan olsun) kıyamete kadar cihadı emretmiştir.

Ma’lum olsun ki, Kur'ân-ı Mu’ciz-ul Beyan, davasını işitmeyenlere karşı, başta muhkem delillerle, mev’ize-i hasene ile tebliğ eder, açıklar. Fakat bu tebliğin farziyeti bir defadır, tekrar betekrar tebliğle onları ila yevm-il kıyame ikna etmeye çalışmaz. Eğer o kimseler medeniler ise zaten bu tebliği kabul ederler

Cihadın lugat manası:

الجهاد مصدر جاهد، و هو من الجهد –بفتح الجيم و ضمها- اى الطاقة و المشقة، و قيل الجهد - بفتح الجيم- هو المشقة و بالضم الطاقة. و قال فى المفردات القران: و الجهاد و المجاهدة: استفراغ الوسع فى مدافعة العدو و تستعمل هذه الكلمة اعنى كلمة الجهاد بمعناها اللغوى الاعم. و الجهاد: القتال مع العدو كالمجاهدة. قال تعالى" وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ " و فى الحديث الشريف: لاهجرة بعد الفتح و لكن جهاد و نية.

و الجهاد اصطلاحا: قتال مسلم كافرا غير ذى عهد بعد دعوته للاسلام و ابائه، اعلاء لكلمة الله.

Cihad; kelimesi,“câhede” nin masdarıdır. O da ''cehd'' veya ''cühd'' den müştaktır. Lügatta, güç (kuvvet) ve meşakkat manalarına gelir. Cihad, mücahede kelimesi gibi düşmanla mukatele (savaşmak) manasına gelir.

(Lisan-ül Arab, Kamus-u Muhit, Tac-ül Arus)

Ayrıca Müfredat-ul Kur’an’da ‘’Cihad’’ ve ‘’Mücahede’’ kelimeleri, düşman karşısında bütün gücünü kullanmak manasında olduğu ifade edilmiştir. Cihad kelimesi lügatta bu umumi manasıyla kullanılmaktadır.

(El Cihadu fil İslam-13)

Ayet-i Kerime'de Cenab -ı Hak şöyle buyuruyor:

وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ

Meali: Fisebilillah (Allah yolunda), hak cihadla (yani safvet -i kalb ve niyet-i halisa ile) cihad edin''. (Gerek harici düşmanınıza karşı seyfle, gerek dahili düşmanınız olan münafıklara karşı hüccetle ve gerek batıni düşmanınız olan nefis ve şeytanla cihad edin).
(Beyzavi-İbni Abbas-Hac -78)

Hadis-i Şerifte şöyle varid olmuştur: '' Mekke fethinden sonra artık umumi hicret yoktur. Ancak Allah yolunda cihad ve cihad için halis niyet ardır.''

(Buhari, Müslim)

Slm. Alk. kardeş.

"ayasofya cami der ki;

Kuran'a Göre Savasin Hükmü
Savas, Kuran'a göre sadece zorunlu oldugunda basvurulacak ve mutlaka belirli insani ve ahlaki sinirlar içinde yürütülecek bir "istenmeyen zorunluluktur”. "

Hükmünüz kesinlikle yanlıştır!!!!!!!!!!!!!!

----------------------------------------------------------------------

"Hükmünüz kesinlikle yanlıştır!!!!!!!!!!!!!!" demeniz bence doğru değil.

Eğer belki birşey demek arzu ediyorsanız eksiktir diyebilirsiniz. Çünkü burada harpten yani savaştan ve savaşın ne şekilde ne zaman ve hangi durumlarda yapılacağından bahsediliyor. Umum cihattan bahsedilmiyor. Cihat her müslümana farz olan savaş yapmayı da içine alan geniş bir kavram. Günümüzdeki cihatta böyle savaş olamıyacağı veya kısır kalacağı aşikar. Zira bir atom bombası ile savaşa bile zaman kalmıyor.

Zaten yukarıdaki ifadede zorunluluktan bahsediyor. Müslüman ancak zorunlu hallere savaş yapar. Sahabi döneminde ve diğer islam devletleri dönemlerinde her zaman zulme uğruyanlar veya uğramaları muhtemel olanlar tespit edilmiş veya bu insanlar müslümanlardan yardım istemişler ve böylece zalimlerle savaşlar yapılmıştır.

Aksi halde İslam düşmanlarının dediği gibi; İslam kılıçla yayılmış izlenimi uyandırız ki bu kesinlikle doğru değildir. Yani İslamı insanlar zorla ve kılıçla seçmemişlerdir diye düşünüyorum.

Üstad ne güzel ifade etmiş,

"Sünnet-i Nebeviye ve kanunnâmesi evamir ve nevahi-i şer'iyedir. Ve kılınçları da, berahin-i katıadır. Zira medenîlere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir. Taharri-i hakikat, muhabbet iledir. Husumet ise, vahşet ve taassuba karşı idi. Hedef ve maksadları da, i'lâ-i Kelimetullah'tır. Şeriatta yüzde doksandokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir."Divan-ı harbi örfi


Selametle!

Kesinlikle yanlış dedim; delillerle de isbatını yaptım
Bazılarınca yanlış anlaşılan, Üstad’ın “medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir” sözünün manasını anlamak için, Risâle-i-i Nur’un muhtelif yerlerine bakmak lazımdır. Şöyle ki:
Adalet-i İlahiye, İslâmiyet'e ihanet eden mimsiz medeniyete öyle bir azab-ı manevî vermiş ki, bedeviliğin ve vahşiliğin derecesinden çok aşağı düşürtmüş. Avrupa'nın ve İngiliz'in yüz sene ezvak-ı medeniyesini ve terakki ve tasallut ve hâkimiyetin lezzetlerini hiçe indiren mütemadi korku ve dehşet ve telaş ve buhran yağdıran bombaları başlarına musallat etmiş.
(Kastamonu Lâhikası 22)

Evet küre-i havanın yüzbinler kelimeleri birden söyleyen ve bir dili olan radyo unsuru, nev-i beşere öyle bir nimet-i İlahiyedir ki, küre-i havayı bütün zerratıyla şükür ve hamd ü sena ile doldurmak lâzım gelirken, dalaletten tevellüd eden sefahet-i beşeriye, o azîm nimeti şükrün aksine istimal ettiğinden elbette tokat yiyecek. Nasılki havarik-ı medeniyet namı altındaki ihsanat-ı İlahiyeyi, bu mimsiz*, gaddar medeniyet hüsn-ü istimal ile şükrünü eda edemeyerek tahribata sarfedip küfran-ı nimet ettiği için öyle bir tokat yedi ki, bütün bütün saadet-i hayatiyeyi kaybettirdi. Ve en medenî tasavvur ettiği insanları, en bedevi ve vahşi derekesinden daha aşağıya indirdi. Cehennem'e gitmeden evvel, Cehennem azabını tattırıyor. (Kastamonu Lâhikası 72)

Avrupanın gayr-ı meşru olan bütün medeniyetleri -ki mimsiz medeniyettir, yani deniyettir- vahşet ve rezalettir. Vahşilere karşı galabe ise, ikna ile değil ancak seyf iledir.

Siyaseti dinsizliğe âlet yapan ve beşerdeki en dehşetli vahşet ve bedeviliğin bir kanun-u esasîsine irticaa çalışan ve hamiyet maskesini başına geçiren gizli İslâmiyet düşmanları gaddarane bir ittiham ile; ehl-i İslâmiyet ve hamiyet-i diniye ve kuvvet-i imaniye cihetiyle değil dini siyasete âlet yapmak, belki de siyaseti dine âlet ve tâbi' yapmakla; tâ İslâmiyet'in kuvvet-i maneviyesinden bu hükûmet-i İslâmiyeyi tam kuvvetlendirmek ve dörtyüz milyon hakikî kardeşi arkasında ihtiyat kuvveti bulundurmak ve bir kısım zalim Avrupa'nın dilenciliğinden kurtulmak için çalışanlara pek haksız olarak irtica damgasını vurup onları memlekete zararlı tevehhüm etmeleri, yerden göğe kadar hadsiz bir haksızlıktır.
(Emirdağ Lâhikası-2 82)

Beşerin vahşet ve bedevilik zamanlarındaki bir kanun-u esasîsine medeniyet namına dine hücum edenler, irtica ile o vahşete ve bedeviliğe dönüyorlar. Beşerin selâmet, adalet ve sulh-u umumîsini mahveden o dehşetli vahşiyane kanun-u esasî, şimdi bizim bu bîçare memleketimize girmek istiyor.
(Emirdağ Lâhikası-2 83)

Eğer bu kanun-u esasî çabuk düstur-u esasî yapılmazsa, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye, iki harb-i umumînin gösterdiği tahribatın emsaliyle esfel-i safilîn olan o vahşi irticaa düşecek.
(Emirdağ Lâhikası-2 82)

“Amma ecnebilerin vahşi oldukları kurûn-u vustâda; İslâmiyet, vahşete karşı husumet ve taassuba mecbur olduğu halde, adalet ve itidalini muhafaza etmiş. Hiçbir vakit engizisyon gibi etmemiş. Ve zaman-ı medeniyette ecnebiler medenî ve kuvvetli olduklarından, zararlı olan husumet ve taassub zâil olmuştur. Zira din nokta-i nazarından medenîlere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir. Ve İslâmiyeti, mahbub ve ulvî olduğunu evamirine imtisalen ef'al ve ahlâk ile göstermek iledir. İcbar ve husumet, vahşilerin vahşetine karşıdır”.
(Redd-ul Evham İsimli Makalesi)

“Biz Kalû Belâ'dan Cem'iyet-i Muhammedî'de dâhiliz. Cihet-ül vahdet-i ittihadımız tevhiddir. Peyman ve yeminimiz imandır. Madem ki muvahhidiz, müttehidiz. Herbir mü'min i'lâ-i Kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda en büyük sebebi, maddeten terakki etmektir. Zira ecnebiler fünun ve sanayi silâhıyla bizi istibdad-ı manevîleri altında eziyorlar. Biz de fen (müsbet fen) ve san'at silâhıyla i'lâ-i Kelimetullahın en müdhiş düşmanı olan cehil ve fakr ve ihtilaf-ı efkâra cihad edeceğiz. Amma cihad-ı haricîyi şeriat-ı garranın berahin-i katıasının elmas kılınçlarına havale edeceğiz. Zira medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur”. (Yani Allah için, bütün insanların müslüman olmalarını veya cizye verip kendi fitnelerinden kurtulmalarını ve İslam’ın adilane kanunlarıyla mes’udane yaşamalarını istiyoruz).
(Divan-ı Harb-i Örfi-Hakikat İsimli Makalesi)

Beşinci Kuvvet: İzzet-i İslâmiyedir ki, i'lâ-yı Kelimetullahı ilân ediyor. Ve bu zamanda i'lâ-yı Kelimetullah (Cihad-ı maddî), maddeten terakkiye mütevakkıf ve medeniyet-i hakikiyeye girmekle i'lâ-yı Kelimetullah edilebilir. İzzet-i İslâmiye'nin iman ile kat'î verdiği emri, elbette âlem-i İslâmın şahs-ı manevîsi o kat'î emri, istikbalde tam yerine getireceğine şübhe edilmez.

Evet nasılki eski zamanda İslâmiyet'in terakkisi, düşmanın taassubunu parçalamak ve inadını kırmak ve tecavüzatını def'etmek, silâh ile kılınç ile olmuş. İstikbalde silâh, kılınç yerine hakikî medeniyet ve maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin manevî kılınçları düşmanları mağlub edip dağıtacak*.
(Hutbe-i Şamiye)

*-Yani bütün müslümanlar bir tek halifenin emri altında birleşerek devletlerinin kanunlarını kitap ve sünnete dayandıracaklardır. Ve Hz. Ömer’in adalatine benzer bir adaleti ve medine-i münevveredeki medeniyet gibi bir medeniyeti fiilen dünyaya göstereceklerdir ki o zaman bu devletin adaletini ve medeniyetini gören küffar fevc fevc o devletin adalet ve medeniyetine aşık olarak İslamiyete girecektir.

İZAH: Ma’lum olsun ki; Üstad’ın burada medeni dediği kimseler, insaniyetin bir hassası olan aklını kullanan, ma’kul ve mukni delillerle isbat edilen bir mes’eleyi kabul eden ve taassub göstermeyen kimselerdir. Vahşiler ise; inad ve taassub içinde bulunan ve aklını ibtal etmiş, hakikate karşı temerrüd gösteren kimselerdir. Mukaddime’de izah edildiği üzere Kur’an, evvela da’vasını mukni ve ma’kul delillerle isbat eder. Ve ayetlerin sonunda “akıl etmiyor musunuz”, “düşünmüyor musunuz”, “akıl sahibleri için bunda alametler vardır” gibi fezlekelerle, davasına akıl ve vicdanı ve fıtrat-ı selimeyi şahid gösterir. İşte kim Kur’an’ın bu davasını kabul ederse, o insan medeni insandır. Kabul etmeyenler ise inad ve taassub içinde bulunan cebbar vahşilerdir. Böyle söz anlamayan ve düşünmeyen vahşilerin vahşetine karşı galebe ise ancak kılıçladır. Zaten yukarıda da isbat edildiği üzere Şeriat, evvel emirde insanlara din-i hak olan İslamiyet’i tebliğ etmeyi emretmiştir. Eğer o insanlar medeni iseler, İslam’ı kabul ederler. Eğer kabul etmezlerse, bu gösterir ki onlar vahşilerdir. Bu vahşilerin vahşetlerini izale etmek için onlara kılıç çekmek lazım gelir. Acaba Kur’an-ı Mu’ciz’ul Beyan 14 asır müddetince, mu’cizane bir surette, İslamiyet’in bütün mes’elelerini hadsiz delillerle isbat etmişken ve milyonlarca ulema-i muhakkikin dahi bu davasında Kur’an’ı ve Resul-i Ekrem (A.S.M.)’ı delilleriyle tasdik edip iman etmişken, hem geçmiş bütün semavi suhuf ve kitablar ve peygamberler, Kur’an’ı ve Resul-i Ekrem (A.S.M.)’ı haber verip hakkaniyetini tasdik etmişken, güneş gibi zahir bu mes’eleyi kabul etmeyip, üstelik davasında Kur’an’ı ve Resul-i Ekrem (A.S.M.)’ı tekzib eden insanlar nasıl medeni insanlar olabilirler? Allah-u Teala, Kur’an’ın hakkaniyetini ve Resul-i Ekrem (A.S.M.)’ın hak resulü olduğunu isbatta bir eksiklik bırakmamıştır ki insanlar kabul etmemekte mazur olsunlar ve kabul etmedikleri halde medeni kalabilsinler. Demek, tebliği kendilerine ulaştığı halde Kur’an’ı kabul etmeyen kimseler vahşilerdir. Şeriat da onlara karşı cihadı emretmiştir. Nitekim Üstad Hazretleri bunu şu şekilde beyan etmiştir:

“Sonra bizim mevki ve mekanımız –ki bize çok geniş olup başkaları gibi dar değildir- tedafü’ mevkiidir, tecavüz değil... Ve dinimizin esası da buna işaret eder. Çünki لاَ اِ كْراَه فِى الدِّينِ ve تَعاَلوْا اِلىَ كلِمَةٍ سَواَءٍ بَيْنَناَ وَ بَيْنَكُمْ bizi müdafaa mevkiinde durduruyor. Çünki تَعاَلوْا kelimesi işaret ediyor ki bizim en evvel vazifemiz da’vettir. Sonra onlara karşı cihadla müdafaa yaparız”.
(Arabi Hutbe-i Şamiye/ Teşhis-ul illet)

Elhasıl: Üstad Hazretleri tabi’dir, mübdi’ değildir. Yani Üstad, dinde yeni bir şey ihdas etmiş değildir. Bilakis Asr-ı Saadet’ten itibaren şeriatın hükümleri nasıl tatbik ediliyorsa, aynı tarzda bu hükümleri beyan ve aklî delillerle isbat etmiştir.

Hem Üstad’ın o dönemde söylediği bu gibi sözlerin manasını anlamak için o devrin şartlarına nazar etmek lazımdır. Şöyle ki:

O vakit Alem-i İslam 93 Harb’inden sonra ekseriyetle esaret altına girmiş ve kafirler Müslümanlar üzerine galib olmuştu. Üstad Bediüzzaman ise kafirlerin bu galebesinin zahiri sebebinin; Müslümanların fakr u zaruretleri, fünun-u medeniyede geri kalmaları ve aralarındaki ihtilaflar olduğunu keşfetmiş, bu sebeble bir çok eseriyle ve gazete makaleleriyle, hatta Şam-ı Şerif’e gidip bu mevzuda bir hutbe irad ederek, sesinin gittiği her yerde, bu zamanda fariza-yı cihadın ve i’la-i Kelimetullah’ın yapılabilmesi için evvel emirde Müslümanların bu cehalet, zaruret ve ihtilafa karşı cihad etmesi gerektiğini belirtmiştir. Çünki kafirler, alem-i İslam’ı bu fen ve san’at silahıyla istibdad altına almışlardı. Bu noktadan Üstad Hazretleri, bu zamanda İ’la-i Kelimetullah’ın maddeten terakkiye mütevakkıf olduğunu beyan ederek; وَأَعِدُّواْ لَهُم مَّا اسْتَطَعْتُم مِّن قُوَّةٍ yani “düşmanlarınız olan kafirler için gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın” ferman-ı kudsîsini Müslümanlara ders veriyordu.

Ayrıca, Alem-i İslam’ın mağlubiyetinden dolayı ümitsizliğe düşen Müslümanları ümidvar etmek için tekrarla, istikbalde İslam’ın hakim olacağını müjdelemiş ve bunun delillerini ve yollarını beyan etmiştir. Ezcümle, Kur’an’ın “Akletmiyor musunuz?”, “Tefekkür etmiyorlar mı?”, “Tefekkür edenler için bunda ayetler vardır” mealindeki fezlekelerinin verdiği bir müjde ile onları ümidvar etmiştir. Şöyle ki:

O dönemde, bilhassa Avrupa’da meydana gelen dünyevi ihtilaller ve inkılablar neticesinde, ecnebilerde bir intibah haleti başladı. Hıristiyanlık dininin asırlar boyunca onları tahakküm ve istibdadı altında tuttuğunu ve dünyevi terakkilerine mani olduğunu gördüler. Hıristiyanlığa karşı taassubdan nisbeten uzaklaşıp, eski asırlara göre bir derece akla yanaşıp düşünmeye başladılar. Böylelikle kilisenin onlar üzerindeki tahakkümleri bir cihette kırıldığı için, geçmiş asırlarda gayet barid ve şiddetli olan taassubları ve İslamiyet’in gayet makul ve hakkaniyetli esasatına karşı göstermiş oldukları şiddetli vahşetleri de bir derece zail oldu. Hıristiyanlık yerine aklı hakim etmeleri ve fenlerin hassasiyetiyle ve hakikati taharri etmek meylinin inkişaf etmesi sebebiyle, taassub ve vahşetten uzaklaşıp, önceki asırlara nisbeten bir derece medenileştiler. Buna binaen Üstad Hazretleri, Hıristiyanlığa karşı taassubları parçalanan ve düşünmeye başlayan ecnebilerin, istikbalde, bütün mes’eleleri ma’kul olan ve davasına akıl ve vicdanı şahid tutan Kur’an’ın da’vetine, icabet edeceklerini ve Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi bütün bozulmuş hurafe-alud dinlerin silinip Kur’an’ın akıllarda ve kalblerde yegane hakim olacağını müjdelemiştir. Bunu ifade etmek için de medenilerin, yani taassubdan kurtulmuş ve aklı başında olan ve tefekkür eden insaflı insanların, delillerle ikna edilerek mağlub edilebileceğini beyan etmiştir. Hem yukarıda isbat edildiği gibi Kur’an, evvela insanları kat’i ve mukni delilleriyle ikna eder. Medeni olan insan Kur’an’ın bu müdellel ve makul davasını kabul eder. Amma eğer insan batıl inancında mutaassıb ise aklını ibtal edip Kur’an’ın bu yüksek davasına karşı gözünü ve kulağını kapar. Artık hiçbir cihetle bu insanın ikna olması ve din-i hakkı kabul etmesi mümkün değildir. Ve böyle bir insan nihayet bir vahşet ile hak din olan İslamiyet’e ve onun adilane kanunlarına karşı tecavüz ettiğinden dolayı, Kur’an-ı Azimüşşan böyle vahşilere karşı maddi cihad kılıcını çekmeyi ve cihad vasıtasıyla o vahşilerin vahşetlerini def’ edip, kitab ve sünnete dayanan medeniyet-i hakikiyeyi onların rezalet ve ifsadatından muhafaza etmeyi ve onların tecavüzlerine karşı davasını müdafaa etmeyi emretmiştir.

Burada şu hususu da belirtmek lazımdır ki: Üstad Hazretleri bu gibi ifadeleriyle ecnebilerin umumiyetle medenileştiklerini kastetmemektedir. Belki onlar medeniyet iddiasında bulundukları için “eğer iddia ettiğiniz gibi medeniyseniz Kur’an’ın davasını kabul eder ve Müslüman olursunuz, İslamiyet’e karşı vahşet göstermezsiniz” manasında kinaye yapmıştır. Hem onların yavaş yavaş medenileşmeye başladıklarını bildirip, istikbalde tamamen medenileşeceklerini ve Kur’an’a teslim olacaklarını haber vermektedir. Zira Üstad, bu ifadelerinden sonra vuku bulan 1. Cihan Harbinin akabinde ecnebilerin vahşi olduklarını şu sözleriyle beyan etmiştir:

“Kurûn-u ûlâdaki mecmu-u vahşet ve cinayet, hem gadr ve hem hıyanet. Şu medeniyet-i habîse tek bir defada kustu. Midesi (*) daha bulanır.

(*) Demek daha dehşetli kusacak. Evet iki harb-i umumî ile öyle kustu ki: Hava, deniz, kara yüzlerini bulandırdı, kanla lekeledi…”
(Sözler-713)
(Şimdi asrımızda vuku bulan 3. bir harb ile bir daha kustu. Vahşet ve zulmünü kör gözlere de gösterdi).

Elhasıl: Üstad’ın medeni dediği kimseler; Kur’an’ın davasını işittikten sonra insaf ile düşünüp, onu kabul eden kimselerdir. İşte Üstad, bu davayı işittiği halde onu kabul etmeyen insanlara vahşi tabirini kullanmaktadır. Ve böyle söz anlamayan vahşilere, ancak kılıçlarla icbar ederek galebe edilebileceğini ifade etmiştir.

Ayasofya camii tarfından yazılan yazının sonunda;

Kisacasi, Allah Müslümanlara savas iznini, baski ve zulüm gördükleri için vermistir. Bir baska deyisle, izin verilen savas, sadece savunma amaçli bir savastir.

İfadesi ile;''sadece savunma amaçlı bir savaştır.''

Ehli Sünnetin itikadına ve İslam Tarihinden süregelen uygulamalara zıt bir hüküm bildirmesi dayanılır gibi değil!! Allah size insaf vere!!
Gösterilen bu kadar delile rağmen; hala bu ısrarınız nedendir?İnsan hata eder,fakat hatayı kabul etmemek o hatadan daha büyük bir hatadır.
Ne diyeyim? Peygambere düşen yalnızca tebliğdir sırrı ile;ulemanın tesbitlerini de nakil ile takdirinize sunmakta bana düşer ve bunu da yaptım ELHAMDULİLLAH.

Son noktamdır.

Bana göre aynı noktada buluştuk gibi. Fakat hala bir mesele var.

"Bir baska deyisle, izin verilen savas, sadece savunma amaçli bir savastir." ibaresi doğrudur çünkü aksi halde savaş nefs-i emmare için yapılmış olur. Savunmadan ve savaştan maksat adaleti, hak ve doğruyu savunmaktır.

İsabet ettiğinizi düşünüyorum çünkü;

"Kisacasi, Allah Müslümanlara savas iznini, baski ve zulüm gördükleri için vermistir. "

tabiri bence eksiktir ve itirazınızda haklısınız. Çünkü başkalarının da (bütün insanların, hayvanların, bitkilerin vs..) zulum görmesini önlemek için de savaş yapılır.

Teşekürler.........


Diger Konular

MollaCami.Com