Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


ödevime yardımcı olurmusunuz?

ABİLERİM ve ABLALARIM OKULDA ÖĞRETMENİM BANA

''DİNİMİZDE DUANIN YERİ VE ÖNEMİ"

HAKKINDA BİR ÖDEV VERDİ BANA YARDIMCI OLURMUSUNUZ ?

LÜTFEN FAZLA YAZARMSINIZ ÇOK FAZLA BİLGİ GEREKİYORDA

Numan b. Bişr'den Rasulullah'ın (s.a.v) in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Dua İbadettir." (Ebu Davud ve Tirmizi bildirmişlerdir.)

Bizler o kadar çok boş zaman savurganlığı yapıyoruz ki, bir zaman gelecek çok pişman olacağız, fakat artık geriye dönüş olmayacak. En kolay ibadet olan duayı, bizler yeterince yapabiliyormuyuz? Hem Allah (c.c)'dan istekte bulunuyor, halimizi anlatıp dua ediyor, hem de, sevab kazanıyoruz. Bizi bizden çok düşünen Rabbimiz ne güzel bir düzen kurmuş. Yeter ki düşünelim ve idrak edelim.

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

"- Bana dua edin, duanızı kabul edeyim." (Ğafir suresi /60)

"-Rabbinize yalvara yalvara, gizlice dua edin.Şüphesiz ki Allah haddini aşanları sevmez." (A'raf suresi/55)

"-Kullarım , Beni senden sorunca de ki; Ben onlara yakınım. Bana dua edince dualarını kabul ederim..." ( Bakara suresi/186)

"- Kendisine dua edince çaresiz kalnın duasını kabul edip, sıkıntıyı gideren ve sizleri yeryüzünde daha öncekilerin yerine geçiren kim? Allah ile birlikte bir başkası mı?Ne kadar az düşünüyorsunuz!" (Neml suresi /62)

Ayetlerde de gördüğümüz gibi Rabbimiz dualarımızı kabul edeceğini söylüyor, o zaman neden, az dua ediyoruz.Ve yahut çok sıkışmadıkça , hiç dua etme alışkanlığımız yok. Bazılarımız, namazımızı kılar, ondan sonra makbul olan duaları ellerimizi göğe kaldırıp yakarıcamıza, dua etmeye üşenir kalkarız. Hele birbirimize dua etme alışkanlığımız hiç yok. Sanki cebimizden bir şey eksilecek gibi, kimselere dua etmeyi ,aklımıza getirmeyiz. Oysaki ne güzeldir, insanın müslüman kardeşini düşünmesi,onun için, onun halini Rabbine yakarıp, dua etmesi.

"-Kendi günahların için ve mü'min erkek ve kadınlar için Allah 'tan af dile."(Muhammed suresi/19)

Hz Aişe'den (r.a) şöyle rivayet edilmiştir:

"Rasulullah (s.a.v) özlü duaları sever, böyle olmayanları terk ederdi." (Ebu Davud)

Ebu Derda' dan (r.a) Rasulullahın (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Kişinin müslüman kardeşi için, onun arkasından yaptığı dua kesin olarak kabul edilir. Mü'min kardeşi için dua edenin yanıbaşında görevli bir melek bulunur ve yapılan dua ya amin aynısını sana da der" (Müslim )

Tarık b. Eşyem'den (r.a) rivayet edildiğine göre ;

"Nebi (s.a.v), bir kimse müslüman olunca, ona önce namaz kılmasını öğretir, sonrada şöyle dua etmesini emrederdi:

"Allahım! Günahlarımı affeyle, bana rahmet eyle, bana hidayet, sağlık ver ve beni rızıklandır." (Müslim rivayet etmiştir.)

Yine Müslim'in naklettiği bir rivayette;

Adamın birisi gelerek "Ya Rasulallah, Rabbim den bir şey isterken ne diyeyim?" Diye sordu.

Rasulullah da (s.a.v) ona; "Allah'ım! Günahlarımı affeyle bana hidayet, sağlık ve rızık lütfeyle" de; Bu cümleler senin hem dünyana, hem de ahiretine ait dileklerini bir arada ifade eder " buyurmuştur.

Abdullah b. Amr b. As'tan (r.a) Rasulullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Ey kalpleri dilediği yöne çeviren Allah, bizim kalplerimizi Sana taata yönelt."(Müslim)

Ebu Hüreyre 'den (r.a) Rasulullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğu rivyat edilmiştir;

"Tahammül edilmez beladan, sıkıntıya düşmekten, kazanın fena etkisinden ve düşmanın gülmesinden Allah 'a sığınınız." (Buhari ve Müslim rivatet etmişlerdir.)

Ebu Ümame'den (r.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir,

"Rasullullah (s.a.v); 'Hangi dua kabul edilmeye daha layıktır?' Diye soruldu. Rasulullah da: "Gecenin son yarısında ve farz namazlarının arkasında yapılan dua lar" diye cevap verdi. (Tirmizi rivayet etmiştir.)

Dua, Rabb’e itimadın gereğidir

Dua, aciz, fakir, muhtaç ve kendine yetmediğinin şuurunda olan kulun, tazarru ve alçak gönüllülük içinde, Cenab-ı Hakk’a yönelip, hâlini O’na arz etmesi ve istediklerini O’ndan dilemesidir.

Bu aynı zamanda kulun Rabb’ine karşı iman ve itimadının bir gereğidir. Ancak kulun, duasında neleri, nasıl isteyeceği de duanın kabulü adına önemlidir. Dua esnasında dikkat edilmesi gereken bazı hususlar vardır:

1- Günah olmayan bir şeyi istemenin bir mahzuru yoktur. Ancak dua ederken Allah’ın yasakladığı şeyleri istemek yanlıştır. Mesela, “Faiz muamelem iyi işlesin. Rüşvetten iyi kazanayım. Çok zengin olayım ve bu şekilde insanlar üzerinde bir hâkimiyet kurayım...” şeklinde dualar etmeyi Allah yasaklamıştır.

2- Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) dua ederken gulüvden men etmiştir. Gulüv, bir şeyde aşırı gitmek demektir. İnsanın, daha kısa ve öz ifadelerle halini Allah’a arz edip, bir şeyler istemesi mümkünken, uzun sözlerle gulüv yaparak dua etmesi makbul değildir. Burada hemen şunu ifade edelim ki, Allah’a yapılan uzun münacâtlar bunun dışındadır. Çünkü bunlar, birer istek değildir.

3- Cenab-ı Hakk’tan dua maksatlı isteklerde bulunurken detaylara girmekten kaçınmak gerekir. Mesela bir insanın “Ya Rabbi! Beni cennete koy. Cennette beni koyacağın köşkün döşemeleri kavârîr, inci ve lü’lüden olsun. Köşkün direkleri altından, sütunları gümüşten olsun. Hurilerden bazıları sarı, bazıları da esmer olsun...” türünden isteklerde bulunması gereksizdir.

4- Ashab-ı kiramdan Ubâde ibn Sâmit’in yukarıdakine benzer ifadelerle dua eden oğluna yaptığı “Oğlum, ben Rasûlullah’tan duada ifrattan sakındıran sözler duydum.” ikazı da bu şekilde anlaşılmalıdır. O ifratı (aşırılığı) meselenin keyfiyetiyle alâkalı detaylarla uğraşma şeklinde anlıyor. Yoksa, Cenâb-ı Hak “Ey iman edenler, Allah’ı çok anın, çok yâd edin.” (Ahzab Sûresi, 33/41) derken, bir insan sabahtan akşama kadar durmadan “Sübhanallâhi ve bihamdihî sübhânallahi’lazîm” dese yine duanın hakkını eda etmiş olamaz. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu duanın sabah akşam yüzer defa söylenmesini tavsiye ediyor. Ümmü Seleme validemiz de taşları veya fasulye tanelerini yanına koyuyor ve onlarla sayarak her gün yüz defa bu duayı okuyor.

BEŞİNCİ NOKTA: İman duayı bir vesile-i kat'iyye olarak iktiza ettiği ve fıtrat-ı insânîyye, onu şiddetle istediği gibi; Cenâb-ı Hak dahi “Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?” mealinde

قُلْ مَا يَعْبَؤُا بِكُمْ رَبِّى لَوْلاَ دُعَآؤُكُمْ ferman ediyor. Hem اُدْعُونِى اَسْتَجِبْ لَكُمْ emrediyor.

Eğer desen: “Bir çok defa dua ediyoruz, kabûl olmuyor. Halbuki, âyet umumîdir.. her duaya cevap var ifade ediyor.”

Elcevab: Cevap vermek ayrıdır, kabûl etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var; fakat kabûl etmek, hem ayn-ı matlubu vermek Cenâb-ı Hakk'ın hikmetine tâbi'dir. Meselâ: Hasta bir çocuk çağırır: “Ya Hekim! Bana bak.” Hekim: “Lebbeyk der.. Ne istersin” cevap verir? Çocuk: “Şu ilâcı ver bana” der. Hekim ise; ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez. İşte Cenâb-ı Hak, Hakîm-i Mutlak hâzır, nâzır olduğu için, abdin duasına cevap verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insânın hevaperestane ve heveskârane tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbâniyyenin iktizasıyla ya matlûbunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.
Hem, dua bir ubûdiyyettir. Ubudiyyet ise semeratı uhreviyyedir. Dünyevî maksadlar ise, o nevi dua ve ibâdetin vakitleridir. O maksadlar, gayeleri değil.

Meselâ: Yağmur namazı ve duası bir ibâdettir. Yağmursuzluk, o ibâdetin vaktidir. Yoksa o ibâdet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyet ile olsa; o dua, o ibâdet hâlis olmadığından kabûle lâyık olmaz. Nasılki güneşin gurubu, akşam namazının vaktidir. Hem Güneş'in ve Ay'ın tutulmaları, küsuf ve husuf namazları denilen iki ibâdet-i mahsusanın vakitleridir. Yâni gece ve gündüzün nuranî âyetlerinin nikablanmasıyla bir âzamet-i İlâhiyyeyi ilâna medâr olduğundan, Cenâb-ı Hak ibâdını o vakitte bir nevi ibâdete davet eder. Yoksa o namaz, (açılması ve ne kadar devam etmesi, müneccim hesabıyla muayyen olan) Ay ve Güneş'in husuf ve küsuflarının inkişafları için değildir. Aynı onun gibi; yağmursuzluk dahi, yağmur namazının vaktidir. Ve beliyyelerin istilâsı ve muzır şeylerin tasallutu, bâzı duaların evkât-ı mahsusalarıdır ki; insân o vakitlerde aczini anlar, dua ile niyaz ile Kadîr-i Mutlak'ın dergâhına iltica eder. Eğer dua çok edildiği halde beliyyeler def'olunmazsa denilmeyecek ki: “Dua kabûl olmadı.” Belki denilecek ki: “Duanın vakti, kazâ olmadı.” Eğer Cenâb-ı Hak fazl ve keremiyle belayı ref'etse; nurun alâ nur.. o vakit dua vakti biter, kaza olur. Demek dua, bir sırr-ı ubudiyyettir(Risale-i Nur Külliyatı,23.Söz)


Diger Konular

MollaCami.Com