Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Cevşen Sahih Değil!

Diyanet Ansiklopedisinin Cevşen maddesinde özetle diyor ki:
(s.462-464)

Farsça asıllı olduğu kabul edilen cevşen kelimesi sözlükte,
"zırh, savaş elbisesi" anlamına
gelmektedir.
Terim olarak Şii kaynaklarında
Ehl-i beyt tarikiyle Hz. Peygambere isnat
edilip, Cevşen-i Kebir ve Cevşen-i Sağır denilen iki duanın ortak adıdır.

Cevşen-i Kebir:
Anlatıldığına göre Asr-i saadette cereyan eden savaşların birinde
(bir rivayette Uhud’da) muharebenin kızıştığı ve
üzerindeki zırhın kendisini fazlasıyla sıktığı bir
sırada, Hz.Peygamber ellerini açarak Allah’a dua etmiş,
bunun üzerine gök kapıları
açılarak Cebrail gelmiş ve,
"Ya Resulullah, Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı
çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır" demiştir.

Olayla ilgili Şii kaynaklarına göre
Allah Cevşen-i Kebiri dünyayı yaratmadan 50 bin yıl önce
arşa yazmıştır.
Bu duayı okuyan veya yazılı olarak üzerinde
bulunduran kimse, dünyada
her türlü beladan, afet, hastalık, yangın ve
soygundan korunduğu gibi Allah ile kendisi
arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir.

Cevşen-i Kebir ile Allah’a
münacatta bulunan kimseye,
Bedir şehidleri derecesinde 900 bin şehid sevabı verilir. Bu
duayı kefeninin üzerine yazan mümin ise azap görmez.
Onu okuyan kimse, dört semavi kitabı okumuş gibi olur,
her harfi için kendine Cennette iki
ev ile iki zevce verilir,
ayrıca insan ve cinlerden olan bütün müminlerinki kadar sevap
kazanır, asla Cehenneme girmez.
Cebrail, Hz.Peygamberden duayı kâfirlere
öğretmemesini, sadece mümin ve
takva sahibi kişilere tâlim etmesini istemiştir.

Kefenlere de yazılmış,
Cevşen-i Kebir özellikle Şii dünyasında oldukça rağbet görmüş,
gerek müstakil olarak gerekse çeşitli dua mecmuaları içinde
birçok defa basılmıştır.

Cevşenin Şii dünyasında bu derece rağbet görmesinde,
Ehl-i beyt tarikiyle rivâyet edilmiş olmasının
yanında, faziletleriyle ilgili haberlerin de büyük etkisi olmuştur.
Dua, Şia bölgelerinde özel
matbaalarca kefen üzerine yazılmakta ve cenazenin
kefenlenmesinde kullanılmaktadır.

Cevşen-i Kebir Türkiye’deki bazı Sünni müslümanlar arasında da
ilgiyle karşılanmıştır.
Duayı, A. Z. Gümüşhanevi,
tarikatla ilgili Mecmuatül-ahzab adlı eserinde nakletmiş, daha
sonra özellikle Risale-i Nur cemaati tarafından
müstakil olarak birçok defa basılmış ve
Türkçe’ye de tercümeleri yapılmıştır.

Ayrıca Şii kaynaklarında zikredilen metinle bu
eserlerdeki metin arasında bazı eksiklik
veya fazlalıklar göze çarpmaktadır.


Cevşen-i Kebir
diye bilinen ve Musa el-Kazımdan itibaren imamlar yoluyla
Hz. Peygambere nispet edilmiş
bir hadis olarak rivayet edilen,
yaklaşık 15 sayfalık metnin sahih olması mümkün
görünmemektedir.


Zira bu metin, bilinen bir olayı, bir kıssayı veya
tarihi bir vakayı anlatan,
hafızada tutulması kolay metinlerden farklı olarak,
her kelime ve cümlesinin büyük bir
titizlikle raptedilip tekrarlanması,
Hz. Peygamberden alınıp rivayet edilmesi imkansız
denecek kadar güçtür.


Duanın Sünni hadis mecmualarında yer almaması,
ayrıca Şii hadis külliyatının ana
kaynağı durumundaki Kütüb-i erbeada da bulunmaması,

sadece dua mecmuaları gibi
ikinci derecede kitaplarda mevcut olması
da bu görüşü desteklemektedir.

Cevsen ehli sünnet itikadinda olmiyan birseydir. Onu savunanlar sözlerine bakin ne güzel derler. Sadece bu zügürdün tesellidir. Manevi olarak sarilmasi güc hasarlara sebebiyet verecegi kesindir. Rabbul alemin muhafaza eylesin

bahsedilen cevşen 20. asrın belki de en önde gelen alimi bediüzzaman tarafından tasdik olunmuş, hatta bediüzzamanın başına bir nevi önsöz yazdığı bir dua mecmuasıdır. Allah Teala'nın isim ve sıfatlarından ve sonunda bu isim ve sıfatlara sığınılarak yapılan bir duadan ibarettir. ayrıca ezberlenmesi de zor değildir. ben yaklaşık 8 yıldır okumaktayım. istemsiz olarak 100 bab'ın 10 tanesini ezberledim. uğraşılsa çok rahat bir şekilde tamamı da ezberlenebilir. yani nesilden nesile aktarılması zor olmasa gerek. bir züğürdün (burda züğürt ben oluyorum galiba) tesellisi bile olsa Allah Teala'nın isim ve sıfatlarını okuyup O'na ilticada bulunmanın bir zararı olmasa gerek diye düşünüyorum...

Haşa Allah-u Teala'ya ilticanın bir zararı vardır demedik zaten.

Burada Cevşen'in fazileti hakkındaki hadis-i şeriflerin
Ehl-i Sünnet alimlerinin hiçbirinin eserinde yer almadığını,
hatta şiilerin bile ana kaynağı durumundaki
Kütüb-i erbeada da
bulunmadığını ifade ettik.

Anladığım kadarıyla bu konuda bir itirazınız yok.

İfade buyurduğunuz gibi;
Cevşen'i şiilerden alıp
üzerinde birtakım değiştirmeler yapıp sonra
sünni müslümanlar arasına
yayan ve bunu büyük bir hizmet olarak gören:
Risale-i Nur cemaatidir.


**********************************************************************
Açıkcası Ehl-i Sünnet alimlerinin
eserlerinde yer alan ve
kaynağı sağlam olan o kadar kıymetli
dua dururken,

Şiilerin bile güvenilir kaynaklarında yer almayan ve
hakkındaki hadis-i şeriflerin uydurma olduğu Cevşen'in
bu kadar ön plana çıkarılması,
müslümanları isteyerek veya istemeyerek
asıl kıymetli dualardan
mahrum etmektedir.


*************************************************************************

Ehl-i Sünnet Olan Bir Müslümanın Üzerinde Taşıyabileceği:âyât-ı hırz



İmâm-ı Beyhekî (Delâil-ün-nübüvve) kitâbında ve
imâm-ı Kurtubî (Tezkire) kitâbında bildiriyor ki,


Ebû Dücâne “radıyallahü anh” buyurdu ki,
yatıyordum. Değirmen sesi gibi ve ağac yapraklarının sesi gibi,
ses duydum ve şimşek gibi, parıltı gördüm.
Başımı kaldırdım. Odanın ortasında, siyâh birşey yükseldiğini gördüm.
Elimle yokladım. Kirpi derisi gibi idi.
Yüzüme, kıvılcım gibi şeyler atmağa başladı.

Hemen Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” gidip, anlatdım.
Buyurdu ki, (Yâ Ebâ Dücâne! Allahü teâlâ, evine hayr ve bereket versin!).
Kalem ve kâğıd istedi. Alîye “radıyallahü anh” bir mektûb yazdırdı.

Mektûbu alıp, eve götürdüm. Başımın altına koyup, uyudum.
Feryâd eden bir ses, beni uyandırdı.

Diyordu ki, (Yâ Ebâ Dücâne! Bu mektûbla, bizi yakdın.
Senin sâhibin, bizden elbette çok yüksekdir.
Bu mektûbu, bizim karşımızdan kaldırmakdan başka, bizim için, kurtuluş yokdur.
Artık, senin ve komşularının evine gelemiyeceğiz.
Bu mektûbun bulunduğu yerlere gelemeyiz).

Ona dedim ki, sâhibimden izn almadıkca bu mektûbu kaldırmam.
Cin ağlamasından, feryâdından, o gece, bana çok uzun geldi.
Sabâh nemâzını, mescidde kıldıkdan sonra, cinnin sözlerini anlatdım.

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki,
(O mektûbu kaldır. Yoksa, mektûbun acısını, kıyâmete kadar çekerler!).


Kefevînin (Mecmû’a-tül-fevâid) kitâbında
ve Demîrînin (Hayât-ül-hayvân) kitâbı,
kaf harfindeki (Kunfez) kelimesinde diyor ki,


(Bir kimse, bu mektûbu, yanında taşısa veyâ evinde bulundursa, bu kimseye, eve ve etrâfına cin gelmez ve dadanmış olup zarar veren cin de gider).

Bu mektûb (Hazînet-ül-esrâr) ve (Hayât-ül-hayvân)da yazılıdır.
Süleymâniyye kütübhânesi, (Ayasofya) kısmında, [2912] sayıda
(Hayât-ül-hayvân)ın fârisîsi,
[1913] de ise türkçesi vardır.
Müslimânlara kolaylık olmak için bu mektûb,
(Teshîl-ül-menâfi’) kitâbının sonunda da
[207.ci sahîfesinde de] yazılıdır.


Cin ve şeytân şerrinden kurtulmak için
ve sar’a hastalığına ve sihre karşı
(Teshîl-ül-menâfi’) kitâbının sonundaki
(âyât-ı hırz)ı
yedi gün okumalı
ve yazıp,
üzerinde taşımalıdır.

Zaman zaman basında okuyoruz
Vatikan temsilcisi George Maroviç “cevşen” dağıtıyor.
Cevşen aşığıyım diye ifadeler kullanıyor…
Ne yapmak istediği ve amacı yoruma açık …



**************************************************************************

Bir dergi şöyle başlık atmış:
Vatikan rahibi son peygamber dediği Hz. Muhammed'e övgü yağdırdı.

Vatikan rahibi Maroviç,
haberin başlığında olduğu gibi hiç de övgüler yağdırmamış,
Över gibi yapmış, bilakis bir takım yalan isnatlarda bulunmuştur..
Bu röportajı yapanlar ya hiçbir şey bilmiyor
ya da kasıtlı olarak,
Rahibe alet oluyorlar!...




Maroviç, “insanlara bir takım iyilikler getirmiş,
oradaki insanlar için Allah'ın peygamberi olmuştur”! Diyor.
Peygamberimiz sadece oradaki insanların değil
tüm insanlığa gelmiş bir peygamberdir.

“O’nun peygamberliğini İncil bilemezdi,
çünkü O’ndan çok önce yazılmıştı,” diyor…

Elbette insanların uydurup yazdığı İncil bilemez
ama Allah- u Teala nın İsa as a vahiy ettiği orijinal İncilde de Tevrat ta da
Rasulullah ı müjdelemişti.

Söz konusu dergi ve internet siteleri,
Bu bilgiler Kur-an’ı Kerimde çok net ayeti kerimelerle belirtilmişken,
nasıl oluyor da Maroviç in dini çarpıtmaya yönelik, yalan yanlış ifadelerini,
doğru iyi güzel bir yaklaşım olarak algılayarak,
böyle yansıtmaya çalışıyor…


Sure-i Enam-20 ayet-i kerimesinde:
“Kendilerine kitap verdiklerimiz, O’nu Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem i
kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.
Nefislerini hüsrana uğratanlar, işte onlar inanmazlar.”


Arkasından 21. ayet-i kerimede de:
“Allaha karşı yalan uydurandan veya O’nun ayetlerini
yalanlayandan daha zalim kimdir?
Şu muhakkak ki o zalimler felah bulmayacaktır.”
Buyurulmuştur.

Yine aynı zihniyet,
İbrahim aleyselam için de yalan isnadlar da bulunarak,
Urfa da “İbrahimi dinler “adı altında toplantılar yapmışlardı.
Oysa Kur-an’ı Kerim e iman eden bir Müslüman ın böyle bir ifadeyi
kullanması mümkün değildir.

Zira Sure-i Ali İmran 67 – 68 ci ayet-i kerimelerde:

“İnsanların İbrahim e en yakın olanı, O’na uyanlar
ve Peygambere (Hz.Muhammed’e) iman edenlerdir.”



“İbrahim, ne bir Yahudi, ne de bir Hıristiyan idi;

fakat O, Allah ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslüman idi.
Müşriklerden değildi.”

Bu konuda, örnekler çoğaltılabilir.

Tüm bunlar planlı programlı bir eylemin
işlem basamakları gibi görünüyor.
Samimi müminlerin kül yutması mümkün değil de,
bu tür haberleri bir bayram sevinciye yayınlayanları
da Allah-u Teala'ya a havale ediyoruz…

Cevşen ile ilgili pek çok düşünce ve görüş ortaya atılmıştır. Daha çok Şiî kaynaklardan gelmiş olması, Ehl-i Sünnet’in Cevşen’e karşı soğuk davranmasına sebep olmuştur. Ancak bizim Cevşen ile ilgili mülâhazamız biraz husûsiyet arzetmektedir. Onun için de başkalarına ait görüşlerin naklinden daha çok, biz burada kendi mülâhazalarımızı aktarmak istiyoruz:

1) Cevşen halisane yapılmış bir duâdır. Onun hangi cümle ve kelimesi ele alınırsa alınsın, damla damla ihlâs ve samimiyet yüklü duâ takattur eder. Durum böyle olunca, Cevşen kime izafe edilirse edilsin, özdeki bu husûsiyete tesir etmemeli. Burada, “bir sözün Efendimiz’e izafesiyle bir başkasına izafesi arasında fark yoktur” demek istemiyoruz elbette. Demek istediğimiz şudur: Cevşen’in asgarî vasfı onun bir duâ olmasıdır. Başka hiçbir özelliği bulunmasa, sadece onun bu özelliği bile, Cevşen’e bir değer ve kıymet atfetmek için yeterli bir sebeptir. Halbuki onun daha nice özellikleri vardır ki, diğer maddelerde bazılarına işaret edilecektir. Öyleyse, sadece senedine âit şaibeden dolayı Cevşen’i tenkit pek haklı bir davranış olmasa gerek.

2) Efendimize ait sözlerin bütün beşer sözlerine bir rüçhaniyet ve üstünlüğü vardır. O’na ait beyan ve sözleri seçip tanımada maharet kazanmışlara gizli kalmayacak bir gerçektir ki, Cevşen baştan sona peygamberane ifadelerle bezeli bir edâya sahiptir. Bu sebeple de duâda O’na ait malzemeleri kullanmak hem önemli hem de kabule daha yakındır. Fakat yine de bu bir tercih mes’elesidir. Yoksa insan namazın dışındaki duâları hangi dille yaparsa yapsın bu durum duânın aslına tesir etmez; zira Cenab-ı Hakk bütün dilleri bilir ve duâya icabette sadece duânın samimî ve gönülden olmasını esas alır. Zaten dillerin ve renklerin ayrı ayrı oluşu O’nun kudretini ele veren âyetlerden değil mi?

3) Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi Sünnî kaynaklar Cevşen’e yer vermezler. Sadece Hâkim’in Müstedrek’inde Cevşen’den birkaç fıkrayı görebiliriz. Onun dışındaki eserlerde ben şimdiye kadar, Cevşen’e ait ibare ve ifadelerin birkaçının bile nakledildiğini görmedim. Ancak bu tamamen senede ait bir husûsiyete dayanılarak alınmış müşterek tavrın tezahüründen başka bir şey değildir ve Cevşen’in değerine menfî yönde etki edecek bir ağırlığı da yoktur. Nitekim Buharî ve Müslim’in rivayet ettiği pek çok hadis var ki; aynı hadisleri çok küçük farklarla, hatta bazen aynı şekliyle Küleynî’nin el-Kafî’inde yer almaktadır. Ne var ki Ehl-i Sünnet alimleri Küleynî’den tek bir nakilde dahi bulunmamışlardır. Halbuki onda yer alan hadisler, Buharî ve Müslim’de de yer aldıklarına göre hem senet hem de lafız itibariyle cerhi söz konusu olmayan hadislerdir. Ancak, el-Kafî’de yer alan hadisleri daha çok Şiî imamlar nakletmişler ve bu sebeple de Sünnîlerce, daha işin başında endişeyle karşılanmışlardır. Cevşen için de aynı durum söz konusu olmuştur. Eğer Cevşen Şiî imamlar yoluyla nakledilmemiş olsaydı, öyle zannediyorum ki, bütün Sünnîlerce kabul görecek ve baş tacı edilecekti. Fakat Cevşen, senet yönüyle bir talihsizliğe uğradığı için, bunca insan sırf bu yüzden onun nurlu, feyizli ve bereketli ikliminden mahrum kalmıştır. Şu anda böyle bir talihsizliği önleyecek güçte de değiliz. Asırların birikimiyle vücud bulmuş böyle bir kanaati bertaraf etmek imkânsız olmasa bile çok zordur.

Cevşen ile ilgili pek çok düşünce ve görüş ortaya atılmıştır. Daha çok Şiî kaynaklardan gelmiş olması, Ehl-i Sünnet’in Cevşen’e karşı soğuk davranmasına sebep olmuştur. Ancak bizim Cevşen ile ilgili mülâhazamız biraz husûsiyet arzetmektedir. Onun için de başkalarına ait görüşlerin naklinden daha çok, biz burada kendi mülâhazalarımızı aktarmak istiyoruz:

1) Cevşen halisane yapılmış bir duâdır. Onun hangi cümle ve kelimesi ele alınırsa alınsın, damla damla ihlâs ve samimiyet yüklü duâ takattur eder. Durum böyle olunca, Cevşen kime izafe edilirse edilsin, özdeki bu husûsiyete tesir etmemeli. Burada, “bir sözün Efendimiz’e izafesiyle bir başkasına izafesi arasında fark yoktur” demek istemiyoruz elbette. Demek istediğimiz şudur: Cevşen’in asgarî vasfı onun bir duâ olmasıdır. Başka hiçbir özelliği bulunmasa, sadece onun bu özelliği bile, Cevşen’e bir değer ve kıymet atfetmek için yeterli bir sebeptir. Halbuki onun daha nice özellikleri vardır ki, diğer maddelerde bazılarına işaret edilecektir. Öyleyse, sadece senedine âit şaibeden dolayı Cevşen’i tenkit pek haklı bir davranış olmasa gerek.

2) Efendimize ait sözlerin bütün beşer sözlerine bir rüçhaniyet ve üstünlüğü vardır. O’na ait beyan ve sözleri seçip tanımada maharet kazanmışlara gizli kalmayacak bir gerçektir ki, Cevşen baştan sona peygamberane ifadelerle bezeli bir edâya sahiptir. Bu sebeple de duâda O’na ait malzemeleri kullanmak hem önemli hem de kabule daha yakındır. Fakat yine de bu bir tercih mes’elesidir. Yoksa insan namazın dışındaki duâları hangi dille yaparsa yapsın bu durum duânın aslına tesir etmez; zira Cenab-ı Hakk bütün dilleri bilir ve duâya icabette sadece duânın samimî ve gönülden olmasını esas alır. Zaten dillerin ve renklerin ayrı ayrı oluşu O’nun kudretini ele veren âyetlerden değil mi?

3) Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi Sünnî kaynaklar Cevşen’e yer vermezler. Sadece Hâkim’in Müstedrek’inde Cevşen’den birkaç fıkrayı görebiliriz. Onun dışındaki eserlerde ben şimdiye kadar, Cevşen’e ait ibare ve ifadelerin birkaçının bile nakledildiğini görmedim. Ancak bu tamamen senede ait bir husûsiyete dayanılarak alınmış müşterek tavrın tezahüründen başka bir şey değildir ve Cevşen’in değerine menfî yönde etki edecek bir ağırlığı da yoktur. Nitekim Buharî ve Müslim’in rivayet ettiği pek çok hadis var ki; aynı hadisleri çok küçük farklarla, hatta bazen aynı şekliyle Küleynî’nin el-Kafî’inde yer almaktadır. Ne var ki Ehl-i Sünnet alimleri Küleynî’den tek bir nakilde dahi bulunmamışlardır. Halbuki onda yer alan hadisler, Buharî ve Müslim’de de yer aldıklarına göre hem senet hem de lafız itibariyle cerhi söz konusu olmayan hadislerdir. Ancak, el-Kafî’de yer alan hadisleri daha çok Şiî imamlar nakletmişler ve bu sebeple de Sünnîlerce, daha işin başında endişeyle karşılanmışlardır. Cevşen için de aynı durum söz konusu olmuştur. Eğer Cevşen Şiî imamlar yoluyla nakledilmemiş olsaydı, öyle zannediyorum ki, bütün Sünnîlerce kabul görecek ve baş tacı edilecekti. Fakat Cevşen, senet yönüyle bir talihsizliğe uğradığı için, bunca insan sırf bu yüzden onun nurlu, feyizli ve bereketli ikliminden mahrum kalmıştır. Şu anda böyle bir talihsizliği önleyecek güçte de değiliz. Asırların birikimiyle vücud bulmuş böyle bir kanaati bertaraf etmek imkânsız olmasa bile çok zordur.

4) Bazen hadis kriterleri ölçü olmayabilir. Ehlullah’ın Efendimiz’den keşfen hadis alması hiç de az vaki olmuş hâdiseler-den değildir. İmam Rabbanî der ki: “Ben, İbni Mesud’dan, Muavvizeteyn’in Kur’ân’dan olmadığına dair rivayetini görünce, bu sûreleri farz namazlarımda da okumamaya başladım. Ne zaman ki, Efendimiz’den onların Kur’ân’dan olduğuna dair ihtar aldım, ancak o zaman bu sûreleri farz namazlarımda da okumaya başladım.” Bazılarının bizim Kunut duâsı olarak okuduklarımızı, Kur’ân’dan kabul etmesi de, yukarıda işaret etmek istediğimiz husûsa ayrı bir delil kabul edilebilir. Ve yine İmam Rabbanî’den bir misal.. diyor ki: “Ben bazı hususlarda İmam Şafiî’yi taklid ediyordum. Ancak bana İmam Ebu Hanife’nin peygamberlik mesleğini temsil ettiği ihsas edildi. Ben de Ebu Hanife’ye iktida ettim...”

Bu durum da elbet belli kriter ve ölçü gerektirir. Yoksa önüne gelen herkes keşfen bir şeyler aldığını söyler ve ortalık bir sürü uydurma keşiflerle dolar. Ama bazı büyük zatları bu kategoriye dahil etmek çok büyük yanılgı olur. Onlar “keşfen aldık” dediklerini mutlaka öyle almışlardır ve dedikleri de kat’iyen doğrudur. Ne var ki, bunları belli hadis kriterleri içinde tahlil etmek imkânsızdır. Onun için de hadisçiler bu türlü ifadelere iltifat etmemişlerdir. Ama onların iltifat etmemesi bu ifadelerin doğru olmadığı mânâsına da gelmez.

Bütün bu söylediklerimiz Cevşen için de aynen geçerlidir. Onun için biz kesinlikle diyoruz ki, Cevşen mânâsı itibariyle Efendimiz’e ilham veya vahiy yoluyla gelmiştir. Daha sonra da ehlullahtan birisi bu Cevşen’i keşif yoluyla Efendimiz’den almış ve Cevşen bize kadar öyle ulaşmıştır.

Bu hususlara şunu da ilave etmek faydalı olur kanaatindeyim. İmam Gazalî gibi bir allame, Gümüşhanevî gibi bir büyük veli ve Bediüzzaman gibi bir sahibkırân, Cevşen’i kabullenip onu vird edinmişlerdir. Hatta İmam Gazalî ona bir şerh yazmıştır. Cevşen’in me’hazindeki kuvvet ve kudsiyete ait başka hiçbir delil ve bürhan olmasa, sadece isimlerini verdiğimiz büyüklerin bu kabullenişleri ve yüzbinlerce insanın Cevşen’e gönülden bağlanıp değer atfetmeleri, Cevşen hakkında en azından ihtiyatlı konuşmaya yetecek güç ve kuvvette delillerdir. Sadece senedine ait bir boşluktan dolayı Cevşen’e dil uzatmak en ılımlı ifadeyle bir haksızlıktır.

Cevşen’e dil uzatmak en ılımlı ifadeyle bir haksızlık
başlığı altında görülen yukarıdaki yazı
bir diyalogcu'nun sitesinden
alınarak buraya yapıştırılmıştır.

İçerik olarak ciddi hataları olan bu yazıyı
burada görmek beni üzdü.

Süslü cümlelerin arasına sinsice yerleştirilmiş
zehirler barındıran bir yazı....

Temel ilmihal bilgilerinden yoksunluğun
( ya da yoksunmuş gibi davranmanın) dışa
vurumu......

şimdi bu yazıyı Ehl-i Sünnet alimlerinin kitablarının
ışığında madde madde değerlendirelim:

Öncelikle cevaplanması gereken bir iftira:

1-Hatta İmam Gazalî
ona (yani cevşen'e) bir şerh yazmıştır.


İmâm-ı Gazâlî'ye “rahmetullahi teâlâ aleyh” yapılan
büyük iftira...

Böyle bir şerh yazılmamıştır.
"bir şerh yazmıştır" demekle
yazılmış olmuyor açıkcası.

Hangi eserinde?

Hangi bölümünde?

Bu şerhi içeren orjinal eser
hangi kütübhanenin hangi sayısında kayıtlı?

Ne yazık ki bunlara verecekleri bir cevapları yoktur bunların.....


çünkü;

İmâm-ı Gazâlî “rahmetullahi teâlâ aleyh” cevşene şerh yazmamıştır!


*****************************************************************************
2-Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi Sünnî kaynaklar Cevşen’e yer vermezler.
........................ (ancak bunun ) Cevşen’in değerine menfî yönde etki edecek bir ağırlığı da yoktur.
denilmiş yazıda.

Yani sünni kaynaklarda olmadığı "onlarca" da malum.
Ama onlar için kaynak o kadar da önemli değilmiş.

Yani kaynağın bir yahudi tarafından kurulmuş,
Eshab-ı Kiram'a“radıyallahü anhüm” hakaretler eden ,
itikad olarak pekçok sapkınlığı olan,
şia olması onlar için "menfi" değilmiş....

Artık ne denir?


------------------------------------------------------------------------------------------------------

bu yazı ile ilgili değerlendirmeler devam edecek

Evet yukarıdaki yazı bir diyolog tutkununun sitesinden alınmış.

Ne kadar doğru, nezih ve yerinde cevaplar vermiş.
Tereddüde hiç mahal bırakmamış. Her yönden gelecek itirazların önünü kapamış.

İnsan sadece yalan, iftira veya zehirli vs. diyerek bu açıklamalardan nasibini alamaz.

"Ağız tadının kaçması hastalığı bildirir. En Tatlı şerbetler hastaya acı gelir"


Hürmetler

artık kabuğundan çık bence hayata bak herkesa saygılı ol hep yazı kıstaslarına baktım f gülen aleyhtarı bir yazılar yazıyorsun buna anlam veremiyorum.önce herkes karşısındakine saygı duyması gereklidir.zaten nurculara narcılar diye saçma sapan dergiler bastıran s...cılara dilenci diye saçma sapamn aslı astarı olamyan dergiler bastıran fethullah gülene diyaloğ safsatası ayetleri değiştirmiş diye dergiler bastıran ömer isminde biri zaten bu işleri yapıyor herhalde bu lkitapları sen çok okuyorsun galiba bence ben bu kananate vardım yazılarını inceledim. genede böyle bir şey yoksa özür dilerim imaj böyle çizilmiş.
çevşen bir iltica ve dıadır ister sen inanırsın ister inanamazsın bu böyledir.koyuna yazıpıp asılmasına asla ben karşıyım ancak bunu öğrenip dua niyertiyle bir mahzur yoktur sahih değildir kelimesi yanlıştır her allah yapılan iltica ve dıualar niyet kapsamında sahihdir.önce inanamak gerekir faydasına yoksa bir yazıdan ibaretr olur

Beni kategorize etme çabalarınıza saygı duyuyorum.

Fakat ,
dediğiniz gibi bir adamın kitabını okumadım.
Eğer dediğiniz şekilde kişisel hakaretlere
başvurmuşsa yaptığı yanlıştır.

Eğer dikkat ederseniz sevgili kardeşlerim;
Ben İslam Alimleri'nin kitablarına dayanarak

"Cevşen kaynaksız mesnetsiz bir Şii duasıdır."
sözünü aktarıyorum.

Kaynakları,vesikaları tek tek sıralıyorum.

Dini mevzular üzerinde konuşurken dikkatli olmaya,
kişisel yorumlarımı karıştırmamaya çalışıyorum.

********************************************************************************
"diyalogcu bir site"den alınan malum yazı
Ehl-i Sünnet İtikadına göre pekçok hatalar barındırıyor,
dedim.

Hatta bu yazının içeriğinde
"İmam Gazalî
ona (yani cevşen'e) bir şerh yazmıştır."
iftirası da mevcut,diye yazdım.
(çünkü böyle bir şerh yazılmamıştır.)

Bir arkadaş bu diyalogcu yazı için;

"Ne kadar doğru, nezih ve yerinde cevaplar vermiş.
Tereddüde hiç mahal bırakmamış.
Her yönden gelecek itirazların önünü kapamış."
diye yazmış.

Fakat itirazların hiçbirine kaynak göstererek
cevap verememiş.
"doğru" "nezih" "yerinde" demekle
yazı "doğru" olmuyor ki!

Lütfen eğer bir itirazınız varsa;
"kaynakları" ile bildirin.
ve lütfen bu kaynaklar;
Ehl-i Sünnet Alimleri'nin muteber eserlerinden
olsun.
Böyle olursa o zaman gerçekten faydalı bir iş yaparsınız.
Sizlere -samimiyetle söylüyorum- duacı olurum.

*******************************************************************************

Malum "diyalogcu yazının" değerlendirilmesinin devamıdır:

3- "Daha çok Şiî kaynaklardan gelmiş olması,
Ehl-i Sünnet’in Cevşen’e karşı soğuk davranmasına sebep olmuştur.
Ancak bizim Cevşen ile ilgili mülâhazamız biraz husûsiyet arzetmektedir.
Onun için de başkalarına ait görüşlerin naklinden daha çok,
biz burada kendi mülâhazalarımızı aktarmak istiyoruz."

denilmiş yazıda.


Ehl-i Sünnet alimlerinden hiçbirisi hiçbir meseleye
kendi şahsi duygularını,düşüncelerini karıştırmamıştır.

Yani cevşene soğuk davranma veya sıcak davranma
gibi bir konu olmamıştır.

Ehl-i Sünnet Alimleri, Cevşen ile ilgili
iddia edilen hadis-i şeriflerin uydurma
olduğunu ve hiçbir sahih kaynakta geçmediğini
sözbirliği ile bildirmişlerdir.

Tekrarlıyorum bu konu ilmi bir konudur,burada
"soğuk davranma" gibi duygusal bir reaksiyon sözkonusu değil.

"Malum yazar",
ehl-i sünnet alimleri için "cevşen'e soğuk davranmışlar"
diyerek bu büyük alimleri
zan altında bırakmaya çalışmıştır.


****

Sonra ağzından baklayı çıkarmıştır:

"başkalarına ait görüşlerin naklinden daha çok,
biz burada kendi mülâhazalarımızı
( kendi düşünce ve görüşlerimizi -tdk sözlüğü-)
aktarmak istiyoruz"


Yani Ehl-i Sünnet alimlerinin konu ile ilgili
bildirdiklerini nakletmek istemiyor.

Onları beğenmiyor.

Kendisini Ehl-i Sünnet alimlerine karşı
bir "görüş" bildirecek yücelikte(!) görüyor.
Kendi görüş ve düşüncesini
"din" diye anlatıyor.

Halbuki Ehl-i Sünnet Alimlerinin
bildirdiklerini nakletmek
bir alçaklık değil,
aksine
büyük bir şerefdir.


Asıl alçaklık kendi görüş ve düşüncesine göre
dini yorumlamaya çalışmak ve
dini değerler üzerinde
oyunlar (dinlerarası diyalog gibi)
oynamaktır.

merhaba bende bu konuda sizler gibi ehli sünnet kaynaklarında olmayan bir şeyin rağbet görmesi iyi değil diye düşünüyorum.

sizinle aynı görüşteyim tamamen katılıyorum .hem ehli sünnetim diyeceksin hemde ehli sünnet alimlerinin birinin kitabında bile olmayan bir şeyi kabul edeceksin bune çelişki

bu konuda donanımlı ve araştırıcı davranmış pek çok arkadaş varmış.keşke benim de edebilecek bir iki çift lafım olsaydı.lakin yok..çok çalışmam lazım çoooook...


Fıkıh & ilmihal

MollaCami.Com