Bölümler | Kategoriler | Konular | Kitaplar | İletişim


Kıyâmetin büyük alametlerinden Dâbbetü'l-arz

Halis ECE

KIYAMETİN BÜYÜK ALAMETLERİNDEN

Dâbbetü'l-arz, AIDS, world wide web (www)


Dâbbe, Arapça bir isimdir, yük ve binek hayvanı demektir. İslâm akaidinde/inancında, kıyametin büyük alametlerinden kabul edilen “Dâbbe”ye, yer hayvanı anlamında “Dâbbetü’l-arz” da denildiğini hadis-i şeriflerde görmekteyiz.

Debb ve debîb; hafif yürüme ve debelenme demektir. Hayvanlar ve çoğunlukla haşereler için kullanılır. İçkinin bedene yayılması ve bir çürüklüğün etrafına sirayeti gibi hareketi gözle görülmeyen şeyler için de kullanılır. Dâbbe de debelenen, hareket eden demektir. Şu halde tren, otomobil, bisiklet vb. şeylere lügate göre dâbbe denebilirse de ıstılahta daha çok hayvanlar için kullanılır.

"Allah bütün canlıları (her dâbbeyi) sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla, kimi de dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah şüphesiz her şeye kaadirdir." (1) âyetinden anlaşılacağı üzere her hayvana dâbbe denir.

"Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların (her dâbbenin) rızkı ancak Allah'a aittir." (2) âyetinden de anlaşılan budur.

"Dâbbetü'l-Arz" da; kıyametin kopmasına yakın, ortaya çıkacağı bildirilen ve kıyametin büyük alâmetlerinden olan bir yaratıktır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Söylenmiş olan (tehdit edildikleri şey) başlarına geldiği zaman onlara, yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler." (3) buyrulmaktadır.

Bu âyetten anlaşılan, dâbbenin bir hayvan-ı nâtık yâni konuşan bir canlı olduğudur. (4)

Râğıbü'l-Isfahânî, yukarıdaki âyete dayanarak şöyle demektedir: "Dâbbe, tanıdığımız hayvanlara benzemeyen bir hayvandır. Ortaya çıkması kıyamete yakın bir dönemde olacaktır. Bir de denildi ki: Bununla, cahiliyede hayvan mertebesinde olan kötü insanlar kastedilmiştir.” (5)

Müfessirler yukarıdaki âyete (6) dayanarak "Dâbbetü'l-Arz"ın kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkacağını söylerler. İbn Ömer'e (r.anhüma) göre, "dâbbe"nin çıkması hadisesi, dünyada iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran hiçbir fert kalmadığı zaman vuku bulacaktır.” İbn Merdûye'nin Ebu Saîd el-Hudrî'den (r.a.) rivayet ettiği bir hadîse göre, aynı şeyi bizzat Peygamber Efendimizin (s.a.v.) kendisinden Ebu Saîd (r.a.) de duymuştur. Bu da, insanın başkalarını iyilik yapmaya teşvik ve kötülükten sakındırma (emr bi'l-ma'rûf, mehy, ani'l-münker) vazifesini terk ettiği zaman Allah'ın, kıyametin hemen öncesinde son ihtar vazifesini görmek üzere bir "dâbbe" meydana çıkaracağını gösterir. Bununla birlikte onun tek bir hayvan mı, yoksa bütün yeryüzünü istilâ edecek bir hayvan türü mü olduğu açık değildir. (7)

Akaid kitaplarına, kıyametin alâmetlerinden biri olarak geçmiş olan "Dâbbetü'l-Arz" (8) hakkında Resûlüllah’tan (s.a.v.) şöyle rivayet edilir:

"İlk çıkacak Kıyâmet alameti, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine ‘dâbbe’nin çıkmasıdır. Bu alametlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takip edecektir." (9)

"Üç şey vardır ki bunlar çıktığı zaman, daha önceden iman etmeyen hiçbir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez:
1. Güneşin batıdan doğması,
2. Deccâl,
3. Dâbbetü'l-Arz. (10)

"Dâbbe, yanında Hz. Musa’nın (a.s.) asâsı ve Hz. Süleyman’ın (a.s.) mührü olduğu halde çıkacaktır. Mü'minin yüzünü asâ ile parlatacak, kâfirin burnunu da mühürle damgalayacak. İşte o dönemde yaşayan insanlar bir araya gelecekler ve mü'minle kâfir belli olacaktır." (11)


Bu mevzudaki rivayetler pek çoktur; ancak hiçbiri mütevâtir olmadığından, Kıyâmet gibi tamamen gaybî olan bir meselede delil olamazlar. Bunun için, "Dâbbetü'l-Arz"la ilgili teferruâtı bir yana bırakıp, Cenâb-ı Allah'ın bizi bununla ilgili olarak Kur'ân-ı Kerim'de bildirdikleriyle yetinmemiz, işin iç yüzünü ve mahiyetini O'na havale edip dabbetü'l-arz'ın kıyamete yakın zuhur edeceğine iman etmek en doğru yoldur. "Gaybın anahtarları O'nun (Allah'ın) nezdindedir. O'ndan başkası onları bilemez... " (12)
***

“DÂBBETÜ’L-ARZ VE AIDS VİRÜSÜ” (13)

Öncelikle belirtmeliyiz ki araştırma; takdire şayan bir gayret ve çalışmanın neticesidir.

Araştırmada evvela bu virüsle ilgili yerli-yabancı basına intikal etmiş bilgi-belge ve vak’alar, yayın organlarının kupürlerinin fotokopileriyle veriliyor… Ardından bu virüsün tarifi/tanımı, kaynağı, gelişme ve yayılma hızı ve saire genişçe anlatılıyor… Sonra da çalışmanın asıl gayesi olan; AIDS’in Kıyâmet alametlerinden dâbbetü’l-arz olabileceğinin te’vil ve teşbihlerle isbatına geçiliyor. Bu virüsü taşıdığı iddia edilen maymunun şekli-şemaili, çıkış yeri ve zamanı, ayrıca hastalığın insan vücudundaki tesiri cihetinden, -Kur’ân-ı Kerim ve hedis-i şeriflerde geçen- dâbbetü’l-arz’ın sıfatları ile tam bir tevafuk gösterdiği iddiasına yer veriliyor.

Araştırmadaki söz konusu te’vil ve teşbihlerdeki tevafuklara gelince…

Bilindiği gibi te’vil ve teşbihlerde, hakiki mana ile mecazi mana arasında bulunması gereken kuvvetli alakalar vardır. Halbuki dâbbetü’l-arz hakkındaki hadislerde/haberlerde dâbbe ile alakalı olarak zikredilen şekil, sıfat, çıkış yeri vs. hususulara yapılan te’vil ve teşbihlerde bu alakalar zayıftır. Mesela dâbbetü’l-arz’ın sıfatları arasında yer alan “Başı bulutlara değer” ifadesinin, bu virüsü taşıyan kişinin uçakta seyahat etmesine delaleti ile te’vili, mücerret bir ihtimaldir.

Ve yine “Peşine düşenin onu yakalayamaması” sıfatının, hastalığın tedavi edilemeyeceği, bu virüsün yakalanıp tesirsiz hale getirilemeyeceği, korunmak için alınan tedbirlerin fayda vermeyeceği… gibi açıklamalarla te’vili de mücerret bir iddiadır. Çünkü bu hastalığın bugün için tedavisinin mümkün olamaması, gelecekte de imkansız olacağını icap ettirmez. Nitekim bir zamanlar veremin de tedavisi mümkün değildi… ve bu sebeple İstanbul’da Sümbül Hoca nam bir zat, ‘verem mikrobunun dâbetü’l-arz olduğuna dair bir risâle yazmış… Fakat bilindiği gibi daha sonraki yıllarda hem aşısı bulunuyor, hem de tedavisi mümkün hale geliyor.

Kısacası her zorluğun bir kolaylığı, her yokuşun bir inişi olduğu gibi, yaşlılıktan başka her derdin de bir devası vardır. Rabbimiz (c.c.), şifası olmayan hiçbir hastalık vermemiştir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz bu hususu şöyle dile getirmişlerdir: “Allah Teala, şifası olmayan hiçbir hastalık yaratmamıştır.”(14) “Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz! Zira Allah (c.c.), ihtiyarlıktan başka dermansız bir hastalık vermemiştir.” (15) Bir başka rivayette de, “İhtiyarlık hariç her hastalığın bir çaresi ve ilacı vardır.”(16) buyurulmuştur. Bu sebepledir ki, mensubu bulunduğumuz yüce dinimiz İslâm, insan sağlığına büyük önem vermiştir. Kur’an-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde hayatın ve sağlığın insanoğluna Rabbi tarafından verilmiş en büyük emanet ve nimet olduğu belirtilerek bunların korunması emredilmiştir.

Ayrıca bu dâbenin evsafı hakkında varid olan haberlerde, zahirde ihtilaflar vardır. Mesela dâbbenin çıkış yeri ile alakalı olarak sekiz ayrı yer zikredilmektedir. Dolayısıyla yapılan te’vil ve teşbihler, bu değişik haberlerden birine uygun düşse bile, diğerlerine uymaz. Bu itibarla, ortaya konulan te’villerin kat’iyet ifade ettiğini söylemek caiz olmayacağı gibi, müdellel bir ihtimal olduğunu iddia etmek de mümkün değildir.

Hasılı, AIDS’in dâbbetü’ll-arz olarak te’vili, mücerret bir ihtimalden öte gidememektedir. Araştırmacılar da zaten, her te’villeri için “Allah Teala daha iyi bilir” demeyi ihmal etmeyip isabetli bir yol takip etmişlerdir.

Ancak ifade ve izahlardaki basit hatalarla beraber, ileri sürülen ihtimaller ve te’villerin bir kısmı, -zayıf da olsa- hakiki mana ile alakaları sebebiyle, reddedilmekten ziyade reddedilmemeye layıktırlarlar. Meselâ; İmam Şa’rânî (k.s.) hazretlerinin, “İnne hâzihi’d-dâbbeti tahrucu min ecnâdin…” (Şüphesiz bu dâbbe askerlerden çıkar) sözlerine, “1960’larda Birleşmiş Millerler Zâire’ye koruyucu kuvvet gönderdiklerinde, bu virüsü kapan askerler, kendi ülkelerine bu hastalığı taşımışlardır” (GÜNEŞ) haberinin muvafakati gibi…
***

Araştırmada dikkatimizi çeken diğer bazı noktalar…


1. 16’ncı sayfada, Lûtîleri zemmeden ayetlerin 3-4 yerde olduğundan ve bunların da, 80 rakamlı ayetlerde bulunması ve bu rakamların başına mü’minlere rahmet, kafirlere de fitne olan 19 rakamı ilave edildiği zaman, 1980’li yıllara işaret ediyor olmasının, şayan-ı dikkat bir tevafuk olduğundan bahsolunmaktadır.

Halbuki Kur’ân-ı Kerim’de Lûtîleri zemmeden ayet-i kerimeler, hem bahsedildiği gibi 3-4 yerde değil, hem de birkaç tanesi hariç diğerleri 80’li olmayan ayetlerdir. Tesbit edebildiğimiz kadarıyla Lûtîler A’raf sûresinin 80, 81, 82; Hûd sûresinin 77’nci ve müteakıp ayetlerinde; Hıcr sûresinin 58’inci ve müteakıp ayetlerinde; Enbiyâ sûresinin 74’üncü ayetinde; Şuarâ sûresinin 165 ve müteakıp ayetlerinde; Neml sûresinin 54’üncü ve müteakıp ayetlerinde; Ankebût sûresinin 29’uncu ve müteakıp ayetlerinde; Sâffât sûresinin 134’üncü ve müteakıp ayetlerinde; Zâriyat sûresinin 31’inci ve müteakıp ayetlerinde zemmedilmektedir.

Ayrıca 19 rakamının ne şekilde mü’minlere rahmet, kafirlere fitne olduğu ve neye istinaden ayet numaralarının başına getirildiği belirtilmemiş. Bir de bu 19 rakamı, mevzu ile alakalı 80’li olmayan ayetlerin başına getirilecek olursa; 16165, 19134 gibi çok değişik rakamlar ortaya çıkmaktadır. Görüldüğü üzre, zorlama yoluyla tevafuklar aranmaktadır.

2. Sayfa 17’de, “… Fecr-i sadık zamanı yani güneş doğmazdan az öncedir.” Deniliyor. Malum olduğu üzre fecr-i sadık, imsak vaktidir.

3. Yine sayfa 17’de, “Hûd sûresinin 80’inci ayet-i kerimesinin makamı ebcedi, şeddeler sayılsa, 1404 vermektedir, üstelik 80’inci ayeti celile” ifadeleri yer almaktadır. Yukarıda olduğu gibi burada da tevafuk için kaide harici bir zorlama olduğu açık. Zira, “Ebced hesabında harfler tek olarak sayılır.” (17) “Beldetün tayyibetün…” ayet-i kerimesinde ve sair emsalinde olduğu gibi.

4. Sayfa 24’te, Kıyâmet alametlerinden Güneşin mağripten doğması müstesna, hepsi de âdetullah’a uygun olarak (te’villi) yaratılır, aklın ihtiyarını almazlar. (…) Güneşin mağripten doğması ise, aklın ihtiyarını bedâhet derecesinde alır… diye bahsolunarak, hakiki manada tezahür edeceği ifade olunuyor.

Oysa eşrât-ı sâatten diğerleri gibi bunun da te’villeri yapılmıştır. Ehl-i Sünnet alimlerinden bazı muhakkıkîn, “Şüphesiz ki tevbe için, genişliği yetmiş senelik (mesafede) bir kapı vardır. Bu kapı, Güneş batıdan doğuncaya kadar kapanmaz.” Hadis-i şerifini şöyle te’vil etmişlerdir: “Tevbe kapısı, mü’minin ömründen kinayedir. Yetmiş sene ile tahsis (edilmesi) ise, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimizin, ‘Ümmetimin çoğunun ömrü, altmış ile yetmiş (sene) arasındadır’ mübarek sözlerine işarettir. ‘Genişlik’ tabiri zikredildi, çünkü genişlik uzunluktan çok azdır. İnsan için bu âlemde sona eren bir cismanî ecel, bir de ahiret âleminde sonsuz bir ruhânî ecel/hayat vardır. Bunlardan birincisi geniş, ikincisi uzundur. Tevbe kapısının kapanması ise, insan ömrünün sona ermesinden kinayedir ki, bununla Resûlüllah Efendimizin (s.a.v.), ‘Can boğaza gelinceye kadar, Allah Teala tevbeleri kabul eder’ hadis-i şeriflerine işaret vardır. Güneşin mağirpten doğması da, ruhun bedenden ayrılmasından kinayedir.” (18)

5. Sayfa 37’de dâbbenin, “Kafirlerin yüzünü damgalayacağı” hususu, mü’minlerden de bu hastalığa yakalananların bulunabileceği ihtimaline binaen, “Kim bir kavme benzerse, o da o kavimdendir” hadis-i şerifi te’vil edilerek, mü’minler de yüzleri damgalanan küfür ordusunun içerisine dahil edilmektedir. Görüldüğü üzre te’vil hatalıdır; çünkü facir de olsa, hiçbir mü’min küfür ordusunun fertlerinden mütalaa edilemez. Zikri geçen hadise göre mü’min, kafirin küfrü gerektiren inanç ve amelinde kafire teşebbühte/benzeşmede bulunursa, ancak o zaman (Allah korusun) kafir olur.

6. Sayfa 41’DE, “Risale-i Nur Külliyatında Dâbbetülard” başlığından sonra, aşağıdaki nakillere yer veriliyor:

“Amma dâbbetül ard Kur’anda, gayet mücmel bir işaret ve lisan-ı halinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var. Tafsili ise; ben şimdilik, başka mes’eleler gibi kat’i bir kanaatle bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim: “Lâ ya’lemü’l-gaybe illallah” (Gaybı Allah’tan başka kimse bilmez, ancak Allah bilir). Nasılki kavm-i Firavna “çekirge afeti ve bit belası” ve Kabe tahribine çalışan Kavm-i Ebrehe “ebabil kuşları” musallat olmuşlar. Öyle de: Süfyanın ve deccallerin fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye’cûc ve Me’cûc anarşistliğiyle fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfar ve küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr u zeben edecek. Allah’ü a’lem, o dâbbe bir nevidir. Çünkü gayet büyük bir tek şahıs olsa, her yerde herkese yetişemez. Demek dehşetli bir taife-i hayvaniye olacak. Belki, “İllâ Dâbbetü’l-arzı te’külü minseetehû…” ayetinin işaretiyle, o hayvan, dâbbetülard denilen ağaç kurtlarıdır ki, insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Mü’minler iman bereketiyle sefahet ve sûi istimâlattan tecennüpleriyle kurtulmasına işareten, ayet iman hususunda o hayvanı konuşturmuş.”

Bu nakillerden sonra da, “Üstadımız, dâbbe için kerâmâtın âdabına riâyet ederek AĞAÇ KURDU teşbihini kullanmıştır” deniliyor.

Yine görüldüğü üzre yukarıda, dâbetü’l-arz, Sebe’ sûresinin 14’üncü ayet-i kerimesinin dâll bi’l-ibaresinde bahsi geçen, Süleyman aleyhisselamın asâsını yiyen “ağaç kurdu”na teşbih edilerek izah olunuyor. Bu ayet-i kerimenin tefsirinde Elmalılı Hamdi Efendi merhum şunları söylüyor: “Burada arz, yerin ismi değil, ‘erada ye’rudu’ fiilinden ekl vezninde masdardır. Erda namındaki böceğin fiili, yani AĞAÇ KURDU denilen bir nevi güvenin yemesi, kırkması manasınadır…” (19)

Ayrıca malum olduğu üzre, keramet hak olmakla birlikte, alâ-meleinnâs kabulünü isteyemeyiz. Zira keramet, ancak inananları ilzam eder.

7. Araştırmacıların, ifade ve imlalarda dikkatlerinden kaçan bazı hususları da, istidraden arz etmek isteriz. Mesela hemen hemen çalışmalarının tamamında ismin “de” hali ile, “dahi” anlamına gelen “de, da rabtı”nı imlaca karıştırmışlar. Halbuki ismin “de” hali kelimeye bitişik, diğeri ise her zaman ayrı yazılır.
***

SONUÇ

Konuyu özetlemek gerekirse; debb ve debîb, hafi yürüme ve debelenme manasına olup 'dâbbe' de bundan fail olması itibariyle, 'mâ yedübbü' yani debbeden, debelenen demek olur. AIDS virüsü de, hareketliliğe sahip bir canlı olması itibariyle 'dâbbe'dir. Aynı zamanda arz ehlinden bir hayvandan çıkmıştır; dolayısıyla 'dâbbetü’l-arz' denilmesi de mümkündür...

Ayrıca Allah Teala’nın ilmine ve meşiyyetine havale edilerek yapılan bu te’villerin, hakiki mana ile uzaktan da olsa bir alakaları var. Bu sebeple araştırmacıların görüşlerini külliyen reddetmek olamayacağı gibi, küfrü mucip bir iddiada bulunduklarından da söz edilemez...

Ancak Kıyâmet alametlerinden olan 'dâbbetü’l-arz'dır, diye kat’î olarak ifade etmek veya aksini söylemek de –bizim için- mümkün değildir. Nitekim araştırmacıların te’vil ve teşbihleri de, bir takım ihtimallerden öteye gidememektedir...

Binaenaleyh onların da ifade ettikleri gibi, eşrât-ı sâat ile alakalı hususlar te’villidir...

Te’vil; sözü çevirme, söze sarâhat haricinde verilen başka manalardır. İlmi tarifi, 'Ehli tarafından, bir şeyi ilmen veya fiilen murad olan gayeye redd ü irca’ etmektir.' Biraz daha açacak olursak şunları söyleyebiliriz: Sözün ilk bakışta beliren manasını değil de, ihtimal dahilinde bulunan diğer manalarını alarak yorumlamak… veya muhtemel manalarından birini tercih etmektir. Ayet ve hadislerin açıklamasında ise, geçerli bir delil veya sebepten dolayı, ilk bakışta görünen manasından alıp, taşıdığı diğer manalardan, önündeki ve sonundakine uygun, Kitap ve Sünnet'e yaraşır olanından kullanmak demektir...

Bazı müfessirler, 'tefsir'in Kur’anın açıklamasına dair, 'te’vil'in ise Kur’an’ın bâtınî yönüne ait bir ilim ıstılahı olduğunu belirtmişlerdir...

"Kur’an’ın zahiri ile halka, işaretleriyle bilginlere, hoş ve latif manalarıyla velilere, hakikatleriyle peygamberlere (aleyhimüsselam) düstur olduğu, bu bakımdan Kur’an’ın daha çok te’vil yoluyla anlaşılmasının mümkün olabileceği ifade edilmiştir.

Te’vilin sahih/doğru olanına münkâd, bozuk olanına bâtıl denir.

Meselenin bir başka yönü:

"Kıyâmet alametlerinden Hz. Mehdî’nin (r.a.) zuhuru, Hz. İsâ’nın (a.s.) nüzûlü ve diğerlerinin tezahür şekilleri gibi, dâbbetü’l-arz’ın çıkışı da İlâhî sırlardandır. Bu sebeple herkes bilemez, anlayamaz. Zira herkesin bildiği bir husus, sır olmaktan çıkar. İlahî sırları, Allah Teala’nın bildirdikleri, yani Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) ve O’nun sır olarak haber vermiş olduğu varisleri bilir. Bu sırların anahtarları onlardadır; kime perdeyi açarlarsa, o kişi de işin hakikatini anlar, başkaları anlayamaz. Çünkü başka türlüsü usûle muhalif olur."

Son parağraf, son devir dersiamlarından, Nakşi yolu Müceddidin kolu silsilesinin 33. ve son halkasını teşkil eden üstâzım Süleyman Hilmi SİLİSTREVİ (k.s.) hazretlerine aittir.
***

E-mailime geçenlerde gelen ve “Aşağıdaki yorumu dikkatle okuyun” diye başlayan dikkat çekici bir mesaj da şöyle:

“Arapçaya sanskrit dilinden geçen Dabbe’nin sanskrit dilinde örümcek ağı gibi yayılan şey olduğunu hatırlayın. İnternetin world wide web (www) olduğunu düşünün. Yeri ve göğü aynı anda doldurabilen D@bbe’nin ve internetin çalışma mekanizması arasındaki ilişkiyi kurun...vs...vs...

“Sevgili dostumuz HASAN KARACAN’ın yönettiği yine yakın dostumuz ısıksal ısınma cihazı yapan UFO firmasının finanse ettiği dabbe filmini izlemenizi tavsiye ederim. 2. ve 3.sü hazırlanıyor.

“Gerçek 3 boyutlu çekilirse o zaman seyreyleyin.

“Hele ki 3 boyut görselli kitabı çıkarsa… Yanlız hata yapılıp uluslararası korku film festivaline sokucaklar, diğer dinlerde dabbetül arz fazla işlenmediği için konuyu pek anlamıyacaklarını sanıyorum.

“D@BBE FİLMİNİ İZLEMEK İSTEYENLERE DUYURU!

“D@bbe Filmi Dolby Digital ses teknolojisi ile yapılmıştır. Lütfen Filmi Digital ses sistemine sahip sinema salonlarında izlemeyi tercih ediniz. Digital salon ile olmayan arasında çok büyük farklar bulunmaktadır.

“Filmimizin ses efektlerinden az da olsa şikayet mailleri aldık. Bazı sinema salonlarında yanlış ses düzeni ve ayarlarıyla gösterildiğini görüp düzelttik.

“DABBET-ÜL ARZ NEDİR?

“Onlan hakkındaki söz gerçekleştiği (yaklaştığı) zaman, bunlar için bir dâbbe çıkarırız ki bu, onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.” (Neml Suresi, 27/82)

"Kıyametin alametlerinden birincisi güneşin batından doğuşu ve kuşluk vaktinde Dabbet-ul Arz'ın çıkışıdır." Hz.Muhammed S.A.V.
“Dabbe yaşıyor, hiç kimse tarafından tanınmıyor, insan türünden değildir ve korkunç bir şekli vardır. Saçı ve kılları her tarafa yayılmıştır. Bütün renklerden oluşmuştur. Yere ve bulutlara aynı anda ulaşan uzunca bir boynu var. Doğuda olan batıda olan gibi onu görür, Ona ulaşmak isteyen ulaşamaz, kaçan ondan kurtulamaz…

"Dabbe’ tabiri, ‘yerden bir dabbe...’ ayetinde belirsiz olarak kullanılmıştır. Kur'an-ı Kerim ‘Dabbe’nin insanlarla konuştuğunu belirtmiştir. Fakat onun diğer sıfat ve özellikleri, davranış biçimi ve çıkış yeri ile ilgili bilgileri meçhul bırakmıştır ve bunlar ancak gelecekte bilinecektir.

“İslam tarihinde Dabbe hakkında çok tartışmalar yaşanmış ve hiçbir zaman kesin bir hükme varılamamıştır.Fakat inanılan gerçek, Kıyamete yakın bütün dünyayı saracak dehşetengiz bir varlığın yani Dabbe’nin mutlaka çıkacağıdır.

“Sinemalarda izleyeceğiniz D@bbe filminde yönetmenin kendi kişisel yorumu bulunmaktadır. Bu yorum yapılırken gerek bilimsel gerekse dilbilimin reel ifadelerinden yararlanılmıştır. Bu yorumun özü ise D@bbet’ül Arz’ın interneti ele geçirmiş veya internet yoluyla bütün dünyaya yayılan elektromanyetik bir virüs benzeri varlık olabileceğidir. Sürreel veya metafizik gibi görünen bu yaklaşım nasıl olur da bir korku filminde işlenebilir diye düşünüyorsanız D@bbe filmini mutlaka izlemelisiniz.

"Dabbe yaşıyor, hiç kimse tarafından tanınmıyor, insan türünden değildir ve korkunç bir şekli vardır. Saçı ve kılları her tarafa yayılmıştır. Bütün renklerden oluşmuştur. Yere ve bulutlara aynı anda ulaşan uzunca bir boynu var. Doğuda olan batıda olan gibi onu görür; ona ulaşmak isteyen ulaşamaz, kaçan ondan kurtulamaz.”

***

Görüldüğü üzre bu da ayrı bir değerlendirme ve değişik bir yorum tarzı… Üzerinde durup tenkit etmeye bile değmez. Filmin senaristine ait bir yorum.

Sözün özü; her şeyin olduğu gibi, bunun da en doğrusunu hiç şüphe yok ki Allah Teala bilir.


DİPNOTLAR
1) en-Nûr, 24/45.
2) Hûd, 11/6.
3) en-Neml, 27/82.
4) M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, V, 3701 vd.
5) Râğıb el-Isfehânî, "Müfredât", debb maddesi.
6) en-Neml, 27/82
7) Mevdûdî, Tefhîm, IV, 128
8) bkz. Pezdevî Ehl-i Sünnet Akaidi, 352; Nesefî, Akaid şerh ve haşiyesi Kesteli. 194
9) Müslim, Sahîh, Fiten, 118; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 201.
10) Müslim, Sahîh, İman, 249; Tirmizî, Sünen, Tefsîr, sûre 6.
11) Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 491; Tirmizî, Sünen, Tefsîr, sûre: 27.
12) el-En'âm, 6/59; Halid ERBOĞA, Şamil İslam Ansiklopedisi, ilg. Md.
13) Halis ECE, Fatih, 16 Şubat 1986 Pazar. Bu inceleme yazısı, o günlerde bir grup araştırmacı tarafından adı geçen başlık altında hazırlanan çalışma için tarafımızdan kaleme alınmıştı. Daha önce herhangi bir yerde yayımlanmadı.
14) Ahmet b. Hanbel, Müsned, 4278, İbn Mace, Sünen, 3436, Ebu Davud, Sünen, 3855,Tirmizi, Sünen, 2039.
15) Ebu Davud, Sünen, 4/3,7.
16) Buhari, Sahîh, 10/113, İbn Mace, Sünen, 3939.
17) Muharrem Mercanlıgil, Ebced Hesabı, yyyy, s. 94.
18) Şerhu’l-Akâid, li Ramazan Efendi, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul, yyy., s. 318.
19) Hak Dini Kur’an Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, yyy., VI, 3954.

ALLAH RAZI OLSUN HALİS HOCAM, ÇOK FAYDALI BİR MAKALE,EMEĞİNİZE SAĞLIK....




Aşkta tıpkı ELİF gibidir, isminde gizlidir. Ama okunmaz, o olmadan da besmele sese gelmez, o herşeyin içindedir; hiç birşeyde görülmez

Sevgili jade;

Allah cümlemizden razı olsun. Rabbim; ifade ve istifade, ifaza ve istifaza nasip eylesin.

Teşşekkür ediyorum...

Selam ve dua ile...

Güneş'in mağribden çıkması ve zeminden dâbbet-ül arzın zuhurudur.

Amma Güneş'in mağribden tulûu ise, bedahet derecesinde bir alâmet-i kıyamettir. Ve bedaheti için, aklın ihtiyarı ile bağlı olan tevbe kapısını kapayan bir hâdise-i semaviye olduğundan tefsiri ve manası zâhirdir, tevile ihtiyacı yoktur. Yalnız bu kadar var ki: Allahu a'lem, o tulûun sebeb-i zâhirîsi: Küre-i Arz kafasının aklı hükmünde olan Kur'an onun başından çıkmasıyla zemin divane olup, izn-i İlahî ile başını başka seyyareye çarpmasıyla hareketinden geri dönüp, garbdan şarka olan seyahatını, irade-i Rabbanî ile şarktan garba tebdil etmekle Güneş garbdan tulûa başlar. Evet arzı şems ile, ferşi arş ile kuvvetli bağlayan hablullah-il metin olan Kur'anın kuvve-i cazibesi kopsa; küre-i arzın ipi çözülür, başıboş serseri olup aksiyle ve intizamsız hareketinden Güneş garbdan çıkar. Hem müsademe neticesinde emr-i İlahî ile kıyamet kopar diye bir te'vili vardır.

Amma "Dabbet-ül Arz": Kur'anda gayet mücmel bir işaret ve lisan-ı hâlinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var. Tafsili ise; ben şimdilik, başka mes'eleler gibi kat'î bir kanaatla bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim:

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّهُ Nasılki kavm-i Firavun'a "çekirge âfâtı ve bit belası" ve Kâ'be tahribine çalışan Kavm-i Ebrehe'ye "Ebabil Kuşları" musallat olmuşlar. Öyle de: Süfyan'ın ve Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye'cüc ve Me'cüc'ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfr ve küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber edecek. Allahu a'lem, o dabbe bir nev'dir. Çünki gayet büyük birtek şahıs olsa, her yerde herkese yetişmez. Demek dehşetli bir taife-i hayvaniye olacak. Belki اِلاَّ دَابَّةُ اْلاَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَأَتَهُ (Sebe,14 Meali:Süleymanın ölümünü gerçekleştirdiğimiz zaman,asasını yiyen yer kurtçuğundan başka bir şey ,O'nun öldüğünü göstermiş olmadı) âyetinin işaretiyle, o hayvan, dabbet-ül arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Mü'minler îman bereketiyle ve sefahet ve su-i istimalâttan tecennübleriyle kurtulmasına işareten, âyet, îman hususunda o hayvanı konuşturmuş.(Risale-i Nur,5.Şua)
__________________________________________________________
Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.

Sevgili yolcu kardeşim;

Katkıların için teşekkür ederim.

Rabbim, cümlemizi gadabını mucip amellerden uzak tutsun, rızasını muktezi ubudiyetle hemhal eylesin.

Selamlar...

Halis Ece kardeşim eline sağlık emeğine bereket.. kafamda şekillenene pekçok sorunun cevabını buldum yazınızda.. Allah razi olsun.

sapkın te'vilciler iyice saçmalamış...

bakalım daha neler duyacağız?

Lütfen, sapkın te'vilciler kimlerdir?Saçmalıklar nelerdir ?Bildirirseniz... Cehaletten kurtulalım....
__________________________________________________________________________
Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.

Âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler, yani, Allahü teâlânın ve Onun âlemlere rahmet olarak gönderdiği sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselam efendimizin mübarek sözleri, hâşâ, bilmece bulmaca gibi değildir.

Bunları, İslamiyet’e aykırı olarak tevil etmek, ben İslamiyet’e inanmıyorum demenin başka şeklidir.

İşte bu sapkın te'vilciler bize kendi kişisel saplantı ve hezeyanlarını din diye anlatmaktan usanacağa benzemiyorlar.

İnanın "Saçmalıklar nelerdir?" sorusu bile bana çok ağır geliyor artık... Tahammülün de bir sınırı var. Ne de olsa hepimiz insanız. Yani aciziz ve kusurluyuz...

Şimdi Allah aşkına yukarıdaki zırvaları bir ben mi görüyorum?

Yani yazılanlar hepsi doğru, güzel şeyler mi?

Lütfen birileri yazıyı tekrar okusun,

Lütfen birileri en azından "evet bu yazıda bazı hatalar var" desin,

Lütfen...

Bu "saçmalıkları" sıralamaktan daha önemli benim için...

Bu "sapkın te'vilcileri" anlatmaktan daha önemli benim için...

Çünkü sonuçta, yazıdan sonra söylenecekleri önceki tecrübelerime göre tahmin edebiliyorum artık.

asrın bilmem neyi cık mık...
gönül insanı hüngür müngür...

Ya....

İmam-ı a’zam hazretleri buyurmuşlar ki.........

Ehl-i Sünnet Alimleri......?

Ama şöyle kem küm...

belki devam eder...

İster inanın ister inanmayın, forumda herkesin yazılarını vaktim elverdikçe takib etmeye çalışıyorum lakin,bazı kardeşlerimi,öncelikli takib ediyorum ki;bu kardeşlerimden birisi de sizsiniz. Cevabınızdan, net olarak istifade ettiğimi söyleyemem!
Meseleyi tam olarak izah ediniz.İtikadım budur deyiniz.Yanlışları beyan ediniz.Biz de okuyup istifade edelim ve kim bilir sizin de istifade edeceğiniz noktalar olabilir?
Sonuçta;yanlışta ısrar etmemeye çalışan birisi olarak;yanlışımı itiraf eder,tevbe ederim.
___________________________________________________________________________

Yaz güze ve kışa yelım vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat'iyetinde,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecektir.

Sevgili FİRTTİX

Pek bir yaman esip gürlemişsiniz. Hani bu gibi haller, üsluplar bu siteye yakışmıyordu! Yoksa kısa süre içinde “yakışır” hale mi geldi! Kim Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) mübarek sözlerini bilmece-bulmaca olarak görüyor ya da gösteriyor! Yok böyle bir şey. Ama muhakkak olan; O'nun, "az sözle çok mana ifade etme gücü"ne sahip olması... Dolayısiyle sözlerinin, efrâd-ı ümmet için, ulema tarafından tefsir-te'vil ve şerhe ihtiyaç olduğudur. Bir te’vil ve şerh de içtihat gibi isabetli de olabilir isabetsiz de… Ama ilmi usûl ve şartlarına uygun bir te’vil için, Bunları, İslamiyet’e aykırı olarak tevil etmek, ben İslamiyet’e inanmıyorum demenin başka şeklidir” demek, çok ağır bir itham! Kişiyi dolambaçlı yoldan “tekfir!” Lütfen kendinize gelin. Ne bu hiddet bu celâl?! Müslümanları bu şekilde küfürle itham etmek, -Allah korusun- insanı, “Kim bir Müslümanı tekfir ederse, muhakkak ki kendisi kâfir olur” hükmünün altına sokar.

Yine demişsiniz ki; “İşte bu sapkın te'vilciler bize kendi kişisel saplantı ve hezeyanlarını din diye anlatmaktan usanacağa benzemiyorlar.” Bu cümleniz de yenilir-yutulur cinsten bir ifade değil. Olsa olsa buna "saçmalama" denilebilir.

Söyler misin, kim kime hangi “saplantı ve hezeyanları” din diye yutturmaya kalkışıyor ve bunu kimler yutuyor ya da yutmaya âmâde?

“İnanın 'Saçmalıklar nelerdir?' sorusu bile bana çok ağır geliyor artık... Tahammülün de bir sınırı var. Ne de olsa hepimiz insanız. Yani aciziz ve kusurluyuz...” Ortaya attığın ve “saçmalıklar” diye nitelediğin mücerret şeylerin neler olduğunun sorulması neden ağır geliyor ki!? Madem “saçmalık” olarak tarif ve tavsif ettiğin hususlar var, bunları mücerretten müşahhasa çıkartmak da senin vazifen olmalı değil mi?!

Keza demişsin ki: “Şimdi Allah aşkına yukarıdaki zırvaları bir ben mi görüyorum? Yani yazılanlar hepsi doğru, güzel şeyler mi? Lütfen birileri yazıyı tekrar okusun, Lütfen birileri en azından 'evet bu yazıda bazı hatalar var' desin, Lütfen... Bu 'saçmalıkları' sıralamaktan daha önemli benim için... Bu 'sapkın te'vilcileri' anlatmaktan daha önemli benim için...”

Bu yalvarmalarına binaen o yazılanları tekrar tekrar okudum… Gördüğüm; tamamen ilmi-edebi tasvir-teşbih, tefsir ve te’villerden ibaret açıklamalar… Ortada senin dediğin manada ne “saçmalık” var ne de saçmacı… Ne “sapkın bir müevvil” ne ne de “sapıttırıcı te’vil!” Kabul eder veya etmezsiniz. Bunlar, ne İslâm’ın ne de imanın şartları… İsabetli de olabilir, isabetsiz de... Zaten müevvili de, “Tafsili ise; ben şimdilik, başka mes’eleler gibi kat’i bir kanaatle bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim: “Lâ ya’lemü’l-gaybe illallah” diyor. Sen aksini biliyorsan da elbette ki söylemeye-anlatmaya mecbursun. Muhatabının bunu senden istemeye niye hakkı olmasın!

Makalenin muhteviyatında ise biz zaten bu gibi te’villerin yanlış olabileceğini izah etmeye çalışmış idik. Mesela: “Peşine düşenin onu yakalayamaması” sıfatının, hastalığın tedavi edilemeyeceği, bu virüsün yakalanıp tesirsiz hale getirilemeyeceği, korunmak için alınan tedbirlerin fayda vermeyeceği… gibi açıklamalarla te’vili de mücerret bir iddiadır. Çünkü bu hastalığın bugün için tedavisinin mümkün olamaması, gelecekte de imkansız olacağını icap ettirmez. Nitekim bir zamanlar veremin de tedavisi mümkün değildi… ve bu sebeple İstanbul’da Sümbül Hoca nam bir zat, ‘verem mikrobunun dâbetü’l-arz olduğuna dair bir risâle yazmış… Fakat bilindiği gibi daha sonraki yıllarda hem aşısı bulunuyor, hem de tedavisi mümkün hale geliyor” dedik. Daha neler söylememizi isterdiniz sevgili FİRTTİX..?

Gelelim son cümlelerine…

“Çünkü sonuçta, yazıdan sonra söylenecekleri önceki tecrübelerime göre tahmin edebiliyorum artık. asrın bilmem neyi cık mık... gönül insanı hüngür müngür... Ya.... İmam-ı a’zam hazretleri buyurmuşlar ki......... Ehl-i Sünnet Alimleri......? Ama şöyle kem küm... belki devam eder...”

Bu söylediklerini inan te’vile bile imkân yok. Atalarımız “Mızrak çuvala sığmaz” demişler… Bu sözleri keşke hiç sarf etmemiş olsaydınız!

İşin aslı;

Hiçbir mü’min kardeşimiz diğer bir kardeşine, onu bu derece rencide edecek ithamlarla hitap etmemeli… Bırakın mü’minin mü’mine olan muamelesini, kâfirlerle olan münasebetlerimizde bile nasıl davranmamız gerektiğini Rabbimiz şöyle beyan ediyor: "(Kâfirlerin) Allah'tan başka taptıklarına sövmeyin, onlar da bilgisizce, düşmanlıklarından Allah'a söverler." (el-En’âm, 108) Rivayete göre; mü'minlerden bazıları müşrikleri uyandırmak, onlara taptıkları şeylerin ubudiyete layık olmadıklarını anlatmak için onların putlarına söver, onların helâke maruz menhus şeyler olduklarını söylerlerdi. Bu, "müşriklerin bir cehalet sebebiyle Cenab–ı Hakk'a dil uzatmalarına sebebiyet verebilir" mahzuruna binaen, mü'minler bundan nehyolunmuşlardır. Zira kişi bu ve benzeri ağır sözlerle karşısındakine eziyet etmiş olur. Hazret-i Cabir'den (r.a.) rivayete göre Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), "Müslüman, dilinin ve elinin şerrinden Müslümanların kurtulduğu kişidir." (Buhârî, Sahîh, İman, 4, 5) buyurmuştur.

O bakımdan Müslüman, gerek kendisini ve gerekse karşısındaki kişileri sıkıntıya düşürecek ağır ya da yanlış anlamaya sebep olabilecek karışık sözleri söylemekten son derece kaçınmalıdır.

Kısacası bir Müslümanın; haramlardan/yasaklardan uzak durması icap ettiği gibi, onlara sebep olabilecek şeylerden de sakınması lazımdır.
***

YOLCU kardeşimizin tüm bu ithamlara verdiği cevaba bakıyorum; fevkalade mu’tedil… Gerek üslubu ve gerekse muhteviyatı itibariyle “yanlış” diyebileceğimiz mana taşımıyor. Kanaatimce bu durumda FİRTTİX kardeşimize düşense; münasip bir tarzda YOLCU kardeşimizden özür dilemek. Tabii bizden hatırlatması… Sonrası kendisine kalmış bir durum.

Selam ve muhabbetlerimle…

YOLCU kardeşimizin tüm bu ithamlara verdiği cevaba bakıyorum; fevkalade mu’tedil…

Ben hiçbir kardeşime herhangi bir ithamda bulunmadım ki zaten.
Sapkın te'villere karşı birşeyler yazmaya çalıştım.
Neden sanki kişisel ithamda bulunmuş gibi gösteriyorsunuz beni anlamıyorum.

Olmayan şeyin yaygarasını yapıyorsunuz.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), "Müslüman, dilinin ve elinin şerrinden Müslümanların kurtulduğu kişidir." (Buhârî, Sahîh, İman, 4, 5) buyurmuştur.

Eğer bu şekilde anlaşılmışsam, yine de özür dilerim.

firttix kardeşim;

Bunca ithamlardan sonra, doğrusu "Ben hiçbir kardeşime herhangi bir ithamda bulunmadım ki zaten. Sapkın te'villere karşı birşeyler yazmaya çalıştım. Neden sanki kişisel ithamda bulunmuş gibi gösteriyorsunuz beni anlamıyorum" diyebilmeni anlamaya sanırım imkân yok! Her şey aleni... Yazmadığın bir şeyi sana isnat eden mi var ki bunları söyleyebiliyorsun. Lütfen... ama lütfen dikkat!

Hele bir de, "Olmayan şeyin yaygarasını yapıyorsunuz" sözün var ki, -âmiyane tabirle- insana, "yeme de yanında yat!" dedirtecek cinseten! Söyler misin; "olmayan (!) hangi şeyin yaygarasını yapıyoruz?" Hem "yaygara" ne kelime! Yaptığımız sadece insani ve İslami bir vazife. Bunun nesini "yaygara" olarak idrâk edebildiğine cidden taaccüp ettim! O zaman senin yaptığına da, kusura bakma ama, "gargara" denilir. Söylenilenleri hazmedip yararlanman gerekirken, "gargara" yapıp çıkartmışsın!..

Hal böyle olunca, gerçekten "özrün kabahatinden büyük" dememek için kendimi zor tuttum...

Lütfen yazışmalarımıza dikkat edelim. Kıstasımız ilmi esaslar olsun. Yoksa bir yığın laf eder, sağılklı hiçbir netice elde edemeyiz.

Measselâm...

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Kur'anı kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa bile, muhakkak hata etmiştir.) [Nesai]

(Kur'anı kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur.) [Mekt.Rabbani]


Ünlü sapkın te'vilcilerden birinin Fil süresindeki kuşları sinek, attığı taşları sıtma mikrobu olarak te'vil ettiğini duyanınız vardır. Günümüzde bize büyük bir islam alimi olarak empoze edilen kişi de "Bu sapığın izinde" olduğunu kitaplarında isim vererek belirtmekten geri durmamıştır.

Peki bu adamlar neden böyle bir te'vil yapmak zorunda hissediyorlar kendilerini. Evet, te'vilini yaptıkları ayetler yeni nazil olmadı. Peygamber efendimiz, bu ayetleri ashab-ı kiram efendilerimize açıkladılar. Ehl-i sünnet alimleri de bizlere bu kıymetli bilgileri ulaştırdılar. Ehl-i sünnet itikadında olmak için şuna şuna şuna aynen te'vil etmeksizin inanmamız gerektiğini vurguladılar.

Sorumuzu tekrarlıyalım.
Peki bu adamlar neden böyle bir te'vil yapmak zorunda hissediyorlar kendilerini.

Bu adamlar, kıt akıllarıyla mutlak gerçek olan islam'ı, sürekli değişen ve mutlak doğrunun olmadığı bilime uydurmaya mı çalışıyorlar? Ondan mı bu eğip bükmeleri? Hakiki iman sahibi ona bildirilene inanır. Bu adamlar ise bazı ayetlere bazı hadis-i şeriflere inanmıyor ama inanmadığını ifade etmek yerine ayet ve hadisleri hiçbir Ehl-i Sünnet Aliminin bildirmediği bir şekilde yorumluyor ve bu yorumunu bize din diye yutturmaya çalışıyor.

Ne diyor bu adamlar?

Miraç, bir rüyadan ibarettir.... (Miracın olabileceğini küçük kafası alamıyor işte zavallının)

Salat, dua demektir... Gerçekte namaz yoktur...

Yani güneş batıdan doğacak demek batılılar müslüman olacak demektir...

(Zavallı, bu kainatın ve herşeyin sahibi sonsuz Kudret sahibinin haşa yörüngeleri değiştiremeyeceğine mi inanıyor?)

Mehdi de, bizim kitaplarımızın yayılması demektir.... Yani Mehdi şahs-ı manevidir. Yaaa...! (zırvanın sonu gelmez, ölçüsü olmayan şeytanın oyuncağı, zavallı!)


İsa’nın gelmesi hakiki İseviliğin gelmesidir.

Deccal da bize muarız olanlar demektir.

Dabbe de AİDS gibi bir hastalıktır

Bunların zırvaları bitmez neyse....

En doğrusunu Allah bilir ama bana göre bu ayette kast edilen....... diye başlayan cümleleri can sıkıcıdır. Hem Allah bilir deyip hem de kişisel görüşleriyle ayetleri kendilerince anlamlandırmaya çalışmaları tam bir ikiyüzlülük değil de nedir?

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Kur'anı kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa bile, muhakkak hata etmiştir.) [Nesai]

(Kur'anı kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur. ) [Mekt.Rabbani]

!!!!!!!!!!!!!!!!Kıyamet alametleri müteşabih değildir!!!!!!!!!!!!!!!!!




Peygamber efendimizin bildirdiği, Kıyamet alametlerinden birisi de, yazarlar çoğalacak, çok kimse görüşünü din gibi ortaya sürecektir. Bunları yazıp savunan yazarların hezeyanları da kıyamet alametidir.



Şimdi bu alametleri teker teker inceleyelim. Hiç tevile, yoruma ihtiyaç var mıdır?


1- Büyük alametlerden birisi, güneşin batıdan doğmasıdır. Güneşin batıdan doğmasını, bâtıniler, batılıların Müslüman olması diye tevil etmişlerse de, bu tevilleri bâtıldır.
Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kopmaz. Güneş batıdan doğunca, insanlar onu görür ve hepsi de iman ederler. Fakat bu imanları fayda vermez.) [Buhari, Müslim]



(Güneş batıdan doğunca, iman etmemiş veya imanından hayır kazanmamış olana, imanı fayda vermez.)
[Tirmizi]



Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Rabbinin bazı âyetleri [alametleri] geldiği gün, önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış kimseye, o günkü imanı fayda vermez.) [Enam 158]



Âlimler, bu âyetteki alametlerden birinin de güneşin batıdan doğması olduğunu bildirmişlerdir. Yukarıdaki iki hadis-i şerif de bu âyetin açıklamasıdır. Hıristiyanlar, Müslüman olunca, tevbe kapısı kapanmaz ki. Müslüman olana yani iman edene, imanı fayda vermez mi hiç? Bâtınilerin tevillerinin ne kadar zırva olduğu yani dinimizle alakası olmadığı meydandadır.



Güneşin batıdan doğması aklen de, ilmen de mümkündür. Tevile ihtiyaç yoktur. Allahü teâlâ, dünyayı şimdiki yörüngesinden çıkarır. Başka yörüngeye girer. Dönüşü değişince, güneş batıdan doğmuş olarak görülür.



Peygamber efendimiz, o hadis-i şerifi Arabistan’da söylemiştir. Arabistan’a göre, Batı, Avrupa değildir, Afrika’dır. Afrika Müslüman olacak dense, biraz daha az yanlış olur. Türkiye’ye göre Avrupa Batı’dadır. Asya’ya göre de Türkiye Batı’dadır. Her ülkenin batısında başka bir ülke vardır. Batı’nın Müslüman olması demek, bütün dünyanın Müslüman olması demektir. Çünkü batıda olmayan tek ülke yoktur. Çünkü dünya yuvarlaktır. Bu tevilin ne kadar mantıksız olduğu meydanda değil mi?



Hadis-i şerifte, (Güneş Batı’dan doğunca tevbe kapısı kapanır, iman edenin imanı fayda vermez) buyuruluyor. Şimdi, yukarıdaki saçma tevile göre, Afrika veya Avrupa, yahut bütün dünya Müslüman olunca, tevbe kapısı niye kapansın ki? Tevbe kapısı kapalı, iman edene imanı fayda vermiyor, bunlar nasıl müslüman olacak? Öyle ya ötekine tevil bulan buna da bir kulp takar. Peygamber efendimizin mübarek sözleri, bulmaca bilmece değildir. (Ben İslamiyet dersem sen Hıristiyanlık anla, ben kuzu dersem, sen domuz anla) cinsinden değildir.



2-
Kıyametin büyük alametlerinden birisi de Hazret-i Mehdi’nin gelmesidir. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:


(Kıyamet kopmadan önce, Allahü teâlâ, benim evladımdan birini yaratır ki, ismi benim ismim gibi, babasının ismi, benim babamın ismi gibi olur. Ondan önce dünya zulümle dolu iken, onun zamanında adaletle dolar.) [Tirmizi, İ. Asakir]



(Mehdi’nin başı hizasında bir bulut olacak, buluttan bir melek, “Bu Mehdidir, sözünü dinleyin” diyecektir.)
[Ebu Nuaym]



(Mehdinin idaresi yedi yıl sürer.)
[Müslim]



(Mehdi’nin geleceğine inanmayan kâfir olur.)
[Favaid-il Ehbar - Şerh’is-Siyer]



İbni Hacer-i Mekki hazretlerinin, (Alamat-i Mehdi), imam-ı Süyuti hazretlerinin, (El-bürhan) ve imam-ı Şarani hazretlerinin (Muhtasar-ı Tezkire-i Kurtubi) kitabında iki yüze yakın, Hazret-i Mehdi’nin alameti bildirilmektedir. Hazret-i Mehdi için hurafe demek veya falanca zatın kitaplarıdır demek dinimize ihanettir, kıyamet alametidir.



3-
Kıyametin büyük alametlerinden birisi de Deccal’ın gelmesidir. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:


(Deccal doğudan çıkar.) [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İ.Mace, İ.Ahmed, İ.Ebi Şeybe]


(Deccal Mekke ve Medine’ye giremez.) [Buhari, Müslim, Muvatta, Tirmizi, İ.Ahmed]



(Deccal tanrı olduğunu söyler. Onun tanrılığına inanan kâfir olur.)
[İ. E. Şeybe]


(Deccal, bir kimseyi öldürüp diriltecektir.) [Buhari, Müslim]



(İsa, Deccalı öldürdükten sonra iki kişi arasında düşmanlık kalmaz.)
[Müslim]


(Deccal çıkmadan Kıyamet kopmaz.) [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace]



Deccal nasıl tevil edilir ki? Bu vasıflara haiz kim meydana çıktı ki?



4-
Kıyametin büyük alametlerinden birisi de Hazret-i İsa gökten inecektir.


Al-i İmran suresinin 55. âyetinin tefsirinde ise şöyle buyuruluyor:

(Hazret-i İsa diri olarak göğe kaldırıldı. Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği hadis-i şerifte, Hazret-i İsa, kıyamete yakın yere inecek, Peygamber efendimizin şeriatı ile hükmedecektir. (Tibyan c.1, s.233)



Zuhruf suresi 61. âyetinin tefsirinde ise şöyle buyuruluyor:

İsa aleyhisselamın inmesi kıyamet alametidir. (Tibyan c.4, s.137)



Hasan Basri Çantay’ın mealinde, Nisa suresinin 157 ve 158. âyetinde diyor ki:

Hazret-i İsa öldürülmedi, asılmadı, öldürülen ona benzetildi ve Hazret-i İsa göğe kaldırıldı. Bu Celaleyn tefsirinden alınmıştır. (Kur’an-ı hakim ve meal-i kerim c.1, s150)



Al-i imran suresinin 55. âyetinin tefsirinde ise diyor ki:

(O zaman Allah, şöyle demişti: Ey İsa, seni onlar değil, [ecelin gelince] ben öldüreceğim, seni kendime yükselteceğim ve seni inkârcılardan temizleyeceğim.) Dip notunda ise, (Hazret-i İsa, Nisa suresinin 157 ve 158. âyetine göre, düşmanları tarafından öldürülmemiş, Allah onu ruhu ve cesedi ile birlikte, yükseltip kaldırmıştır.) Buhari ve Müslim’deki, Kıyamete yakın ineceğini bildiren hadis-i şerif nakledilmiş ve “Bu hususta sahih başka haberler de var” denmektedir. (Kur’an-ı hakim ve meal-i kerim c.1, s.92)



Zuhruf suresi 61. âyetinin tefsirinde ise, Hazret-i İsa’nın inmesinin kıyamet alametlerinden olduğu bildirilmektedir. Dipnotta ise, bu bilgileri Beydavi, Celaleyn ve Medarik’ten aldığı bildirilmektedir. İbni Abbas hazretlerinin, (Hazret-i İsa’nın nüzulü (yere inmesi), kıyamet alametlerindendir) ifadesine de yer verilmiştir. Buhari ve Müslim’deki Hazret-i İsa’nın ineceğini bildiren hadis-i şerif de ilave edilmiştir. (Kur’an-ı hakim ve meal-i kerim c.3, s.900)



İmam-ı Kurtubi, El-camiu liahkamil Kur’an isimli eserinde diyor ki: Zuhruf süresi 61. âyetinde (O muhakkak kıyamet bilgisidir, alametidir ondan şüphe etmeyin) buyuruluyor. İbni Abbas, Mücahid, Dahhak, Elsediy ve Katade yine buyurdu ki:


Deccal’ın da kıyamet alametlerinden olduğu gibi âyet-i kerime Hazret-i İsa’nın çıkışının da kıyamet alametlerinden olduğunu bildirir. Çünkü Allahü teâlâ onu kıyametin kopmasından önce gökten indirecektir. İbni Abbas, Ebu Hüreyre, Katade, Malik bin Dinar ve Dahhak alamet olarak bildirdiler. İbni Mesud dedi ki: Resulullah miraca çıkarken Hazret-i İsa’yı gördü. Hazret-i İsa, (Kıyamet alameti Deccal’ın çıkmasıdır, ben inip onu öldüreceğim) dedi. Deccal çıktığı an Allahü teâlâ İsa’yı gönderir onu koklayan kâfirin nefesi kesilip ölür ve Deccalı öldürür. (Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, İ. Ahmed, Taberani, İ. Süyuti, İ. Münavi, Nevevi, Kenzil ummal, Mecmul zevaid)



Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:


(İsa, âdil bir hakem olarak gökten inecek, haçı kıracak, [Hıristiyanlığı kaldıracak] domuzu öldürecek, [domuz etini yasaklayacak] İslam’dan başka şeyi yasaklayacaktır.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Ebi Şeybe]



(İsa gökten inmedikçe kıyamet kopmaz.)
[Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace, Nesai, İ. Ahmed, Taberani, İ.Hibban, İ. Cerir]



(Nasıl helak olur bu ümmet ki, başında ben, sonunda Meryem oğlu İsa ve ortasında da ehl-i beytimden Mehdi vardır.)
[Hakim, İ. Asakir]



(İsa, yere inince evlenecek, bir oğlu olacak, kırk yıl kadar yaşayıp ölecek ve benim yanıma defnedilecektir.)
[Tirmizi, Mevahib]



(Benim dinim üzerine İsa gelir, Deccalı öldürür, sonra kıyamet kopar.)
[İ. Ahmed]



(İsa, inince İslamiyet ile hükmedecektir. O zaman Allahü teâlâ, Müslümanlardan başka herkesi helak edecektir. Sonra yeryüzünde sükun emniyet meydana gelecektir. O kadar ki aslan deveyle, kaplan inekle ve kurt kuzuyla serbestçe dolaşacak, çocuklar yılanlarla oynayacaktır. İsa ölünce cenazesini Müslümanlar kaldıracaktır.)
[Ebu Davud]



(İsa benim yanıma gömülecektir.)
[Tirmizi]



Bu âyet-i kerime ve hadis-i şerifler karşısında, falanca Hazret-i İsa’dır veya manen gelecektir demek, tevil götürmeyen bir zırvadır. Veya biz bunlara inanmıyoruz demenin başka şeklidir.



5-
Kıyametin büyük alametlerinden birisi de Dabbet-ül-arz denilen hayvanın çıkmasıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:


(Dabbet-ül arz, Musa’nın asası ile mümine dokunur, alnına Cennetlik yazılır, yüzü nurlanır. Kâfire, Süleyman’ın mührü ile vurur, Cehennemlik yazılır, yüzü simsiyah olur.) [Tirmizi]



Dabbet-ül-arz hakkında birçok hadis-i şerif vardır. (Feraid-ül fevaid), (Muhtasar-ı Tezkire-i Kurtubi), (Megaribüz zaman) ve (El kavlül muhtasar fi alamatil Mehdil muntazar) isimli kitaplarda bildirilmektedir.



Dabbet-ül-arz’ın, aynı zamanda konuşan bir hayvan olduğu âyet-i kerimede bildirilmektedir:
(O söz başlarına geldiği zaman, [Kıyamet alametleri zuhur edince], onlara yerden bir hayvan çıkarırız, bu hayvan, onlara, insanların âyetlerimize kesin bir iman etmemiş olduklarını söyler.) [Neml 82, Tefsir-i Kurtubi]



Bu hayvanın konuşması aklen de caizdir. Çünkü Allahü teâlâ hayvana konuşma sıfatı vermeye kadirdir. (Sevab-ül kelam fi akaid-il İslam)



Ayrıca Yecüc Mecüc’ün çıkacağı ve bir Duman’ın çıkacağı âyet-i kerime ve hadis-i şerifle sabittir. Bir de ateş çıkacak, yer batmaları görülecek ve Kâbe-i şerif yıkılacaktır. Bunlar çıkmadan kıyamet kopmayacaktır.



İmam-ı a’zam hazretleri buyuruyor ki:

Yecüc ve Mecüc'ün ortaya çıkması, güneşin batıdan doğması, Hazret-i İsa'nın gökten inmesi, Deccal’ın ve diğer kıyamet alametlerinin hepsi aynen hadis-i şerifte bildirildiği gibi, [tevilsiz olarak] zamanı gelince gerçekleşeceğine inanırız. (Fıkhı ekber)



Netice:

Âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler, yani, Allahü teâlânın ve Onun âlemlere rahmet olarak gönderdiği sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselam efendimizin mübarek sözleri, hâşâ, bilmece bulmaca gibi değildir. Bunları, İslamiyet’e aykırı olarak tevil etmek, ben İslamiyet’e inanmıyorum demenin başka şeklidir.

Bilinmesi çok kolaydır. Çünkü Ehl-i sünnet itikadı bellidir. Bunlara inanan Ehl-i sünnettir, inanmayan bid’at ehli veya kâfir olur. Ehl-i sünnet itikadından önemli olanlardan bazıları şunlardır:

1- Amentü’deki altı esasa inanmak. [Hayrın, şerrin ve her şeyin Allah’tan olduğuna inanmak. İnsanda irade-i cüziye vardır. İşlediği günahlardan mesuldür.]

2- Amel, imandan parça değildir. Yani ibadet etmeyen veya günah işleyen mümine kâfir denmez. [Vehhabiler, (amel imanın parçasıdır, namaz kılmayan ve haram işleyen kâfirdir) derler.]

3- İman ya vardır ya yoktur, artıp eksilmez. [Parlaklığı artıp eksilir.]

4- Kur’an-ı kerim mahluk [yaratık] değildir.

5- Allah mekândan münezzehtir. [Vehhabiler, (Allah gökte veya Arşta) derler. Bu küfürdür.]

6- Ehl-i kıble tekfir edilmez. [Vehhabiler, kendilerinden başka herkese kâfir derler.]

7- Kabir suali ve kabir azabı haktır.

8- Gaybı yalnız Allah bilir, dilerse enbiya ve evliyasına da bildirir.

9- Evliyanın kerameti haktır.

10- Eshab-ı kiramın hepsi cennetliktir. [Rafiziler, (Beşi hariç sahabenin tamamı kâfirdir) derler. Halbuki Kur’anda, tamamı cennetlik deniyor.] (Hadid 10)

11- Ebu Bekr-i Sıddık, eshab-ı kiramın en üstünüdür.

12- Mirac, ruh ve bedenle birlikte olmuştur.

13- Öldürülen, intihar eden eceli ile ölmüştür.

14- Peygamberler günah işlemez.

15- Bugün için dört hak mezhepten birinde olmak.

16- Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselam, sonuncusu Muhammed aleyhisselamdır. [Vehhabiler, Hz. Âdem’in, Hz. Şit’in, Hz. İdris’in peygamber olduğunu inkâr ederler. İlk peygamber Hz. Nuh derler. Liderlerine resul [Peygamber] diyen bazı gruplar da, (Nebi gelmez, ama resul gelir) derler. Bunun için de Resulüm diyen zındıklar türemiştir.]

17- Şefaate, sırata, hesaba ve mizana inanmak.

18- Ruh ölmez. Kâfir ve Müslüman ölülerin ruhları işitir.

19- Kabir ziyareti caizdir. İstigase, yani Enbiya ve evliyanın kabirlerine gidip, onların hürmetine dua etmek ve onlardan yardım istemek caizdir. [Vehhabiler ise buna şirk derler. Bu yüzden Sünnilere ve Şiilere müşrik, yani kâfir derler.]


20- Kıyamet alametlerinden olan Deccal, Dabbet-ül-arz, Hz. Mehdi’nin geleceğine, Hz. İsa’nın gökten ineceğine, güneşin batıdan doğacağına ve bildirilen diğer kıyamet alametlerine inanmak.

İmam-ı a’zam hazretleri (Kıyamet alametlerine tevilsiz inanmalı) buyuruyor. (Fıkhı ekber)

Bir hadis-i şerif meali:

(Güneş batıdan doğmadıkça, Kıyamet kopmaz. O zaman herkes iman eder, ama iman artık fayda vermez.) [Buhari, Müslim]

Güneşin batıdan doğmasını, (Avrupa Müslüman olacak) diye tevil etmek, imam-ı a’zamın sözüne aykırıdır. Hiçbir İslam âlimi tevil etmemiştir.

Hâşâ Resulullah, bilmece gibi mi söz söylüyor? Böyle tevil etmek, (elma dersem çık, armut dersem çıkma) demeye benzer. Nitekim (Salat, duadır, namaz diye bir şey yok) diyenler çıkmıştır. O zaman ortada din diye bir şey kalmaz.

Bir de Avrupa Müslüman olunca, iman niye fayda vermesin? Güneşin batıdan doğması, ilmen de mümkündür. Dinsizler itiraz eder diye zoraki tevile gitmek gerekmez. Allahü teâlâ, dünyayı şimdiki yörüngesinden çıkarır, başka yörüngeye koyar. Dönüşü değişince, güneş batıdan doğmuş olur.

21- Ahirette Allahü teâlâ görülecektir.

22- Kâfirler Cehennemde sonsuz kalır ve azapları hafiflemez, hatta gittikçe artar.

23- Mest üzerine mesh etmek caizdir.

24- Sultana isyan caiz değildir.


(Bu bilgiler, Fıkh-ı ekber, Nuhbet-ül-leali, R. Nasihin, Mek. Rabbani, F. Fevaid’den alınmıştır.)


Blog Paylaşımları

MollaCami.Com